Rapor yazarları bu başlık altında Hocaefendi’den bir alıntı yaparak yeni iddialar öne sürmektedirler. Önce onların iddialarına delil olarak getirdikleri alıntıyı verelim: “Arkadaşlara arz ettiğim şeylerden birisi de şu: Yani birisi kalksa gelse ve dese ki ben vazgeçtim, bu Hıristiyanlıkta hiçbir iş yokmuş… Yahu şimdiye kadar içindeydin yani, ne kötülük gördün sen Hıristiyanlıktan derim ben ona. O biraz daha araştırsın, karıştırsın, o meseleyi bulsun kendi tercihini yapsın. Ben de birine söylerken, o meseleyi açarken böyle derim yani.” (14-Sesli Sohbetler-1 / Bamteli 01-10 (Gurbet solukları) Bam Teli 6/2, dk. 10 vd.)
Ve bu alıntı üzerine şu iddiaları öne sürülmekteler:
- Gülen, bu ifadeleriyle bağlıları nezdinde Hıristiyan dünyasında İslam’ın tebliğ edilmesine gerek olmadığı gibi bir izlenime yol açabilecek tehlikeli bir söylem ortaya koymaktadır.
- Onun İslam’a davet gibi bir gayesi yoktur.
- Onun bu ifadeleri bazı âlimlere göre imanını zedelemektedir.
- İslam’ı kabul etmek isteyen kimsenin ebedi kurtuluşuna engel olmaktadır.[1]
Şimdi iddiaları cevaplamaya geçiyoruz.
1. İslam’ın tebliği
Raportörler, Hocaefendi’nin İslam’ın Hıristiyan dünyaya tebliğ edilmesine gerek olmadığı intibaı verdiğini iddia etmektedirler. Oysa Hocaefendi, farklı dinden insanların yüce dinimiz İslam’a hissi ve tepkisel bir yönelişle değil, iyice araştırarak, kendi değerleriyle mukayese ederek, sağlam bir fikrî temel üzerine dahil olmalarının önemine vurgu yapmaktadır. Zira, hissî veya tepkisel bir tavırla din değiştirenlerin bir müddet sonra yine benzeri bir tutum ile yeni intisap ettikleri dinden ayrıldıkları veya tamamen dine karşı bir tavır aldıklarıyla ilgili pek çok örnek vardır. Hocaefendi, Peygamber Efendimiz’den (sas) önceki peygamberlere inanan kimselere İslamî değerlerin, herhangi bir üstünlük iddiasına ve çatışmaya girmeden, onların dinî değerlerine saygılı bir tavır ve üslup içerisinde iletilmesi gerektiği kanaatindedir. Maalesef, onun bu şekildeki yaklaşımı raportörler tarafından bütünlüğünden koparılarak parçacı bir yaklaşım ile değerlendirilmektedir.
İddialara delil olarak alıntılan bölümün bütününde Hocaefendi, öncelikle kalplerin yumuşatılmasının önemi üzerinde durmakta, bunun da ortak değerlere saygıyla başlatılması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Hocaefendi’ye göre, insanlar duygusal kararlarla değil, araştırıp analiz ederek kalp ve aklın ikna olmasıyla İslam dairesine girmelidirler. Alıntı yapılan yerin az evvelinde şunlar söylenmektedir: “Bizde bir güzellik varsa, Müslümanlarda bir güzellik varsa, temsillerinde görsün başkaları. Müslümanları tanısınlar. Böyle olduğunu biz bilmiyorduk, desinler. Çoğu “Hz. İsa hakkında Kur’ân’da böyle takdirkâr âyet olduğunu biz bilmiyorduk, hiç düşünmemiştik. Peygamber Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Hz. İsa hakkında böyle düşündüğüne ihtimal vermiyorduk” diyorlar. Bunlar bir eksiklik yani. Şimdi siz onlarla bu diyalog vetiresi içinde bunları anlatma fırsatı bulursanız şayet çoklarının kalbi yumuşayacaktır.”
Hocaefendi, sohbetin içinde verdiği bazı örneklerde kendisi araştırıp inceleyip İslâm’ı seven bazı akademisyenlerden bahsetmektedir. Bunların İslâm’ı bilerek, inceleyerek kabul etmelerinin çok önemli olduğu açıktır. Üstad Bediüzzaman da “Zira medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur!”[2] derken de bu hakikate parmak basmaktadır.
Hocaefendi, diğer eserlerinde de bu konuya değinmekte, Müslüman olmak isteyen kimseyi iyice düşünüp taşınarak hareket etmeye teşvik etmektedir: “Bugüne kadar saygı duyduğun ve kabul ettiğin değerleri bırakarak yeni bir değerler manzumesine kendini bağlamak istiyorsun. Bunda kararlı mısın? İyice düşünüp taşındın mı? Önceki yerinden ne zarar gördün veya burada ne gibi bir faikiyet gördün ki böyle bir karar alıyorsun?” gibi sorular sorarak yeniden meseleyi değerlendirmeye davet etmeli, bu değerler manzumesini sağlam bir fikrî temel üzerine kabul etmesini sağlamalısınız. Bu tavrınızla, insanların bir anlık hissiyatla radikal karar alıp daha sonra bu kararlarında sabit kadem olamamalarının önüne geçmiş olursunuz. O zaman gerçekten inanan, meseleye gönülden sahip çıkacak insanları bulursunuz. Zira kalbiyle, gönlüyle birlikte size gelmeyen insanlar, daha sonra problemlere sebep olacak ve uzun süre işin içinde kalamayacaklardır.”[3]
Peygamber Efendimiz’in (sas) fazilet ve üstünlüğü pek çok âyet ve hadiste bildirilmiştir. Peygamber Efendimiz (sas) insanlığın efendisi,[4] peygamberlerin en faziletlisi ve Hatemü’l-enbiyadır. Bununla birlikte, diyalog kurulurken nasıl bir üslup kullanmamız gerektiğini bizlere değişik hadis-i şeriflerde göstermiştir. Bir Yahudi ile Ensar’dan birisi arasında, “Hz. Musa mı Peygamber Efendimiz (sas) mi üstündür?” tartışması yaşanmış, olay Allah Resulü’ne intikal edince O (sallallahu aleyhi ve sellem), “Beni diğer Peygamberlerden üstün tutmayın! Çünkü haşir için sûr üflenince, ilk kalkan ben olacağım. Kalktığımda Hz. Musa’yı (aleyhisselâm) Arş’ın kaideleri altında yalvarırken bulacağım. Bilemeyeceğim, bu, benden evvel bir haşr u neşir midir, yoksa Tur sâikası bedeli midir?”[5] buyurmuştur.
Yine aynı konu ile ilgili olarak Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Balığın yoldaşı olan zât (Hz. Yunus) gibi olma!”[6] âyeti nazil olduğunda, ihtimal bazılarının aklından, “Acaba Hz. Yunus ne kusur yaptı?” şeklinde bir düşünce geçer mülâhazasıyla hemen, “Beni, Yunus ibn Mettâ’ya (aleyhisselâm) tafdîl etmeyin!”[7] buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu şekilde hareket ederek, Ehl-i kitap ‘la münasebetlerde karşı tarafın değerlerinin kusurlu görülmemesi ve onlara tevazu ile yaklaşılması konusunda ümmetine rehberlik yapmaktadır. Böyle bir üslup, karşı tarafın İslamî değerlere saygı ile yönelmesine, İslamı araştırmasına bu sayede de hakikatleri öğrenmesine vesile olacaktır. İşte Hocaefendi, değişik dinden insanlara böyle bir yaklaşımda bulunulmasını ve bu sayede sevdirilmesini tavsiye etmektedir. Onun bu tavrını, İslam’a yönelişi engelleme şeklinde yorumlamak, Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) mesajını ve tebliğin ruhunu hiç anlamamış olmak demektir.
Ayrıca insanlar artık ilim, teknoloji ve iletişim çağında yaşıyorlar. Herhangi bir fikri, felsefî düşünceyi, dinî daveti ya da gerçeklik iddiasını araştırıp derinlemesine öğrenmenin devasa imkanlarına sahipler. Okuyor, araştırıyor, haber ve yorum dinliyor, sorguluyorlar. Her şeyi aklî, ilmî ve bilimsel gerçeklikle temellendirerek almaya ve kabul etmeye çalışıyorlar. Modern dönemin en etkili ve yaygın kültürel etkileşim biçimi budur. Bu durumu gözardı ederek hiçbir tebliğ ve davet yöntemini başarılı kılamazsınız.
Temsil, yaşadığımız dönemde davet ve tebliğin çok önüne geçmiştir. Tebliğ ve davet imkânı da ancak iyi ve sağlıklı bir diyalog neticesinde oluşabilir. Elbette bazen kurulan samimi ilişkiden etkilenen insanlar çıkabilir. Bu etki duygusal düzeyde de olsa kişiyi İslam’la buluşturabilir. Ve nitekim Batı’da bu tür etkileşimlere de tanık olmaktayız. Ancak İslam’ın uluslararası imajının bu kadar terör ve şiddetle özdeşleştirildiği, sahih ve doğru bilgilerin çarpıtılıp zihin ve bilgi kirliliğinin yaşandığı da bir gerçektir. Böyle durumlarda, sair din mensuplarının İslam’la sağlıklı bir ilişki kurabilmesi ancak İslam’ı temsil edenlerin ideal bir örneklik teşkil etmesiyle mümkündür.
2. İslam’ı tebliğ hedefinin yoksunluğu
Rapor yazarları Hocaefendi’nin İslam’a davet gibi bir gayesi olmadığını öne sürüyorlar. Bu iddianın geçersizliğini anlamak için Hocaefendi’nin ortaya koyduğu hizmet modeline bakmak yeterlidir. Konuya insafla yaklaşan herkes, onun Peygamber Efendimiz’in (sas) mesajı ile insanlığı buluşturma yolunda ölesiye bir gayret sarfettiğini göreceklerdir. Hocaefendi bu hedef ve gayesini düşünce ve aksiyon atlasının merkezine koymuştur. O, yazılı ve sözlü eserlerinde, Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) mesajının güneşin doğup battığı her yere ulaşacağı müjdesini,[8] “ulaşmalı” ya da “ulaştırın” şeklinde kabul ederek, bunu bir vazife olarak görmektedir.[9]
Diğer taraftan Hocaefendi, değişik din ve kültürden insanlarla diyalog yapmaktaki hedefini ise şu şekilde açıklamaktadır: “Bizim diyalog vasıtasıyla yapmaya çalıştığımız şey de bir taraftan insanlık âlemindeki şiddet, düşmanlık, radikalizm, terör, savaş gibi olumsuzlukları gidererek dünyada sulh ve barışın hâkim olmasına katkıda bulunmak, diğer yandan da insanların farklı din ve kültürlere ait değerleri tanımaları ve istifade etmelerinin önündeki engelleri bertaraf etmektir. Biz, diyalog vasıtasıyla hem her yere gitmek, herkesle tanışmak ve bize ait evrensel insanî değerleri herkesle tanıştırmak, hem de başkalarının sahip olduğu güzelliklerden istifade etmek istiyoruz.” Hocaefendi bu diyalog anlayış ve hedefini de Peygamber Efendimiz’in (sas) adının güneşin doğup battığı her yere ulaşacağını bildiren hadisin gösterdiği bir hedef ve vazife olarak yorumlamaktadır: “Burada hem gaybî bir meseleyi haber verme söz konusudur hem de bir hedef gösterme. Bunu şöyle anlayabiliriz: Benim ümmetime düşen vazife; Muhammedî ruhu ve Kur’ânî manayı dünyanın dört bir yanına ulaştırmak, tüm mahrum ve muhtaç gönüllere duyurmaktır. Biz bunu hem bir vazife ve sorumluluk görüyor hem de nail olduğumuz bunca nimete karşı yerine getirilmesi gereken bir kadirşinaslık sayıyoruz. Kabul edip etmemek ise muhataplara kalmıştır.”[10]
Netice itibariyle Rapor yazarları, Hocaefendi’nin diyalog ve farklı dinden insanlara İslamî değerlerin tebliği ile ilgili yaklaşımlarını çarpıtmakta, ifadelerini adeta maksadının aksini ifade eder şekle sokmakta, bu yeni şekiller üzerinden de hüküm vermektedirler. Sonuç olarak böyle bir metod ile dünyada tadlil ve tekfir edilmeyecek kimsenin kalmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
[1] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 80.
[2] Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 57; Abdullah Aymaz, Hutbe-i Şamiye Üzerine, Şahdamar Yayınları, s. 92.
[3] https://www.herkul.org/kirik-testi/hizmetin-baska-ekollerle-kiyaslanmasi/
[4] Tirmîzî, tefsîru sûre (17) 18, menâkıb 1; İbn Mâce, zühd 37.
[5] Buhârî, husûmât 1, enbiyâ 31, rikak 43, tevhîd 31; Müslim, fezâil 157.
[6] Kalem, 68: 48.
[7] Buhârî, enbiyâ 24; Müslim, fedâil 166-167.
[8] Ahmed ibn Hanbel, el-Müsned, 28: 55; Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 2: 58; Hâkim, el-Müstedrek, 4: 430.
[9] Gülen, İkindi Yağmurları, s. 314: Gülen, Mefkûre Yolculuğu, s. 178; https://fgulen.com/tr/basindan-tr/fethullah-gulenle-gazete-roportajlari/zamanda-eyup-canla/Zaman-Kalbimiz-Dunyanin-Her-Yeri-Icin-Atiyor
[10] https://www.herkul.org/kirik-testi/hizmetin-baska-ekollerle-kiyaslanmasi/