logo

Hz. PEYGAMBER İLE GÖRÜŞME İDDİASI – EK

       3. Hz. Peygamber, Gülen’in Vaazını Dinliyor

Rapor yazarları, Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilgili hazırladıkları bu raporda ısrarla, Peygamber Efendimiz’in (sas) ruhen, mânen yaşamadığını, onunla yakazada görüşmenin mümkün olmadığını iddia etmekte ve Hocaefendi’nin vaazlarında Peygamber Efendimiz’i (sas) yakazada gören insanlardan bahsetmesini onu tadlil etmek için bir argüman olarak kullanmaktadır. Bu başlık altında da Hocaefendi’nin vaazlarından şunları nakletmektedirler: “17.08.1987 tarihinde Salihli’de yaptığı bir konuşmada şu ifadelerle Hz. Peygamber’in onun vaazına iştirak ettiğini iddia etmektedir: “…Ben sizin samimiyetinize itimad ederek o mübarek ruhu eğer izac etmeyeceksem ona ait bir şeyi rahatlıkla ifade edebilirim: Belki şu dakikada, beni de hicaba gark edecek şekilde sizin de saflarınızın arasında bulunmaktadır. Beni dinlemek üzere olmasa bile kendi cemaatinin arasında gezmek, ağlayan gençlerin alnını sıvazlamak, başını okşamak, elini sırtına koymak, yürü evladım!demek için aranızda bulunmaktadır.” (1979-08-17_Gonul Dunyamizdan-03 -İmanla gelen değişim (Salihli), dk. 1:09:00)

09.07.1979 tarihinde İzmir Hisar Camii’nde yaptığı konuşmada da benzer ifadelere

yer vermektedir: “… başında kapalı arz ettim, şimdi de açık arz edeyim. Namaz

kıldığımız mescide geliyorduk. Kalabalık akın akın içeriye giriyordu diyor nâkil. Ben de içeriye giriyordum. Mahfil gibi bir yerin merdivenlerinde bulunduğum esnada, “Resûl-i Ekrem cemaatımıza şeref verdi.” dediler. Mihraba doğru yanaşıyordu, caminin daimi hatibine vaaz etme teklifini yaptılar, “Yâ Resûlallah sizin bulunduğunuz yerde olur mu bu” şeref buyurdu, mihrabın önünde oturdular. Cemaat coştu, birisi yukardan bağırıyordu.

الصلاة والسلام عليك يا رسول الله gülüşünden güller dökülen insan döndü

الصلاة والسلام عليك يا رسول الله diyene baktı…” (1979-07-09_Gonul Dunyamizdan-02

– Muhabbet fedailerinin özellikleri – (Beraat Gecesi (Izmir-Hisar Camii)-, dk. 57:33)

Rapor yazarları yaptıkları bu alıntılardan sonra şunları söylemektedirler:

 “Dinen geçerli olabilecek hiçbir bilgi kaynağına dayanmayan bu söylemlerle Gülen ya hayal dünyasını konuşturmakta ya da bağlıları nezdinde tartışılmaz bir mevki elde etmek için yalan üretmektedir. Zira 632 yılında vefat etmiş olan Hz. Peygamber’in (sas) dünyada dolaşmaya devam ettiği, belli bir cemaati ziyarete geldiği; nasıl oluyorsa birilerine (tabiatıyla Gülen’e) görünüp ona manevi payeler verdiği ve vaazına iştirak ettiği iddiaları, İslam’ın sahih bilgi kaynaklarının hiçbirisiyle ispat edilemez. Dinî kaynaklarla sağlaması yapılamayan öznel bilgi veya söylemler hiçbir değer ifade etmez.”[1]

Okurlarımız bizi mazur görsün, iddialar tekrar ettikçe cevaplar da farklı bağlamlarda tekrar edilecektir. Burada şu kadarını arz etmek istiyoruz: Peygamber Efendimiz (sas) kendisile ile yakazada görüşülebileceğini ifade buyurur: Beni rüyada gören yakazada da görecektir. Şeytan benim şeklime girip temessül edemez.”[2]

Ehl-i Sünnet âlimleri, Peygamberlerin farklı bir boyutta hayat sürdürdükleri ve onlarla yakazada görüşülebileceği görüşündedir.[3] Ayrıca bu konuda İmam Beyhaki “Hayatü’l-enbiya ba’de vefatihim” ve İmam Suyutî “Tenvîrü’l-halek fi imkân-i rüyeti’n-nebiyyi ve’l-melek” isimleriyle bu konuda müstakil eserler yazmışlardır. Diğer taraftan başta mezhep imamları ve İslam’ın kalp ve ruh hayatını temsil eden maneviyat büyükleri olmak üzere, pek çok insanın Allah Resulü (sas) ile uyanık iken görüştüğü ve yaşadıkları dönemdeki insanların da bunu tasdik ettiği nakledilmektedir.[4]

Hocaefendi, vaaz ederken Peygamber Efendimiz’in (sas) ruhâniyatı ile teşrif etmesi ve bazı insanların da bunu görmesi mümkündür. Bu, Ehl-i Sünnet ulemasının dünden bugüne kabul ettiği bir konudur. Buna rağmen Rapor yazarları kendi aykırı ve şaz görüşlerini dinî bir ilke gibi takdim ederek Hocaefendi hakkında iftiraya varacak ithamlar dile getirmektedir: “Gülen ya hayal dünyasını konuşturmakta ya da bağlıları nezdinde tartışılmaz bir mevki elde etmek için yalan üretmektedir’

Böylelikle bir İslam âliminin hilaf-ı vaki beyanda bulunduğu ve otorite elde edebilmek için sıradan bir müminin bile yapmayacağı “rüyada ya da yakazada Hz. Peygamber’i gördüm’’ gibi son derece utanç verici bir yalana sığındığı ithamında bulunmaktadırlar.

       4. Hz. Peygamber’e Alnını Öptürmesi

Raporda, Hocaefendi’nin 06. 10.1978 tarihli bir konuşmasından bir alıntı yapılıyor: “Resûl-i Ekrem’e arz olunduğum zaman ifadelerim ayrı bir hüviyet kazandı. Cemaatimin önünde söylediklerim ayrı bir hüviyet kazansa da hiçbir zaman nifakımı hatırdan çıkarmadım. Nefsim namına alnımı uzatıp Resûl-i Ekrem’e öptürdüysem onu nefsim namına ve Kur’an ve imana hizmet yüklenenler namına yaptım. Cemaatimin önünde, Ashab-ı kehfin kıtmirinin önünde bir varlık olmadığımı hatırdan çıkarmadım… Rabbim ahir zamanda enfasıyla teneffüsatıyla insanlığa nefhedecek mesihin merkebi yaptı, onu şeref bilecek onunla cennete girme ümidine kapılacağım…” (Hutbeler 1 (06.10.1978) Namaz 8, dk. 16 vd.)

 Bu alıntıya istinaden şu iddialar ileri sürülüyor:

  1. “Gülen’in bir yandan Resûlullah’ın gelip alnından öptüğünü söyleyerek kendisini yüceltmesi, diğer yandan da kendisini bir köpekten bile aşağı göstererek sahte tevazu gösterisi yapması, bağlılarını etkilemek için en sık kullandığı yöntemlerden biridir.”
  2. “Bu vaazında dikkat çeken bir diğer husus da Gülen’in kendisini, “mesihin merkebi” olarak tavsif etmesidir. Bu ifadesiyle o, aslında orada hazır bulunan cemaatin dışında başka mahfillere seslenmektedir. Kitab-ı Mukaddes’te geçen bir tabir olarak “Mesih’in merkebi” (Kitab-ı Mukaddes, Zekeriya 9/9.), Yahudi dinî literatüründe önemli bir semboldür. Bu sembol, kendilerini ahir zamanda gören radikal Yahudilerin, Mesih’in geleceğini beklediklerini ve bu gelişe dışarıdan hizmet edenlerin Mesih’in merkebi hükmünde olduklarını ifade etmektedir. Konuşmasında bu sembolü özellikle kullanan Gülen, görünen o ki hizmetine soyunduğu odaklara, kendisinin ve örgütünün ne derece “kullanışlı” olduğu mesajını vermek istemektedir.” [5]

Yapılan alıntı ve ona dayalı olarak ortaya atılan iddiaları cevaplamaya geçiyoruz.

          1. Bütüncül bakış

Hocaefendi, alıntı yapılan bu vaazında dini hassasiyetle yaşamaktan bahsediyor. Bir Müslümanın hayatında, gecenin ihya edilmesinin ne kadar önemli olduğuna vurgu yapıyor. Kendisi ile ilgili olarak da geceyi ihya etmeden cemaatin karşısına çıkıp konuşmayı münafıklık kabul ettiğini söylüyor:

Bana benzeyen ve kısmen nifak durumuna düşen bizim gibi kimseleri Allah u Teâlâ Tekaddes hazretleri irşat ve hidayet buyursun. Hz. Faruk u Azam’ın, Âişeyi Sıddıkanın nifaklarından şüphe ettikleri bir zaviyede, nifakımı cemaat karşısında izhar edişim zinhar onları ümitsizliğe düşürmesin. Bana ait de olabilir bu yön. Benim kusurum da olabilir. Ben kendime daima böyle baktım. Ve başka türlü görmek istemedim. Nefsim namına onların durumlarını temenni ettiğim zaman, onların içinden bir fert olarak Resulü Ekreme arz u halde bulunduğum an ifadelerim ayrı bir hüviyet kazandı.”

Devamında vaaz ettiği ve namaz kıldırdığı insanlara hitap ederek, “Cemaatimin önüne geçip namaz kıldırdığım zaman, ifadelerim ayrı bir hüviyet kazandı ise de hiç bir zaman nifakımı unutmadım.” diyor. Raporu hazırlayanların alıntı yaptığı ifadeleri ilave ediyor ve kendisinin böyle bir nefis muhasebesiyle yaşadığına vurgu yaparak, “İşte ben hesabımı böyle yaptım. Defterimi böyle kapadım. Vefat ederken de böyle gitmeyi düşünürüm.” diyerek mahviyet, hacalet, acz ve fakr duygularıyla konuşmasına devam ediyor.

Bu konuşmayı art niyetsiz dinleyen birisi ondan niyet okuması yaparak “sahte tevazu” çıkarmaz. Rapor yazarları Hocaefendi’nin sözlerini tahrif edilerek onun tevazu ve mahviyet eksenli ifadelerinden yaptıkları çıkarımlarla maalesef kendi seviyelerini ele veriyorlar.

          2. Selef-i salihîn ve nefis muhasebesi

Sahabe, tabiîn ve selef-i salihîn efendilerimiz çok ciddi nefis muhasebesi yapmışlardır. Peygamber Efendimiz’in (sas) en yakınındaki insanların hayatına bakıldığında onların nifak endişesi taşıdıkları ve çok ciddi bir nefis muhasebesiyle yaşadıkları görülür. Nitekim, İbn Ebî Müleyke şöyle der: “Allah Resulü’nün ashabından otuz tanesini idrak ettim; onlarla beraber olmak nasip oldu. Hepsi de kendisinde nifak olabileceği endişesi taşıyordu.”[6]

Yine tabiînin ünlü âlimlerinden Ebû Recâ el-Utâridî de Hz Ömer’i ve sahabenin önde gelenlerini gördüğünü ve onların nifaktan çok korktuklarına şahit olduğunu haber vermektedir.[7] Zaten Hz. Ömer’in bu konudaki hassasiyeti malumdur.[8]

İbn-i Kayyim, “Allaha yemin olsun ki sahabenin kalpleri iman ve yakin ile dopdoluydu. Bununla birlikte onlar, nifaktan çok korkuyorlardı. Bu hususta çok endişeliydiler. Onların dışında, imanı gırtlaktan aşağıya geçmeyen pek çok kimse, kendisinin Cebrail ve Mikailin imanına sahip olduğunu iddia ediyor.”[9] tespit ve yaklaşımıyla dinin ruhuna vâkıf insanların nasıl bir hayat yaşadığına vurgu yapmaktadır.

Sahabe, Peygamber Efendimiz’in (sas) rahle-i tedrisinde yetişmiş ve vahyin nazil olduğu bir ortamda yaşamıştı. Kur’an’ı, Sünnet’i bize onlar nakletmişti. Dinin doğru anlaşılıp, doğru yaşanmasında da çok önemli bir yerleri vardır. Nitekim Allah Resulü (sas), kendisinin ve sahabenin çizgisinin, kurtuluşa götüren yol olduğunu bildirmiştir.[10]

Sahabenin kendilerinde nifak sıfatı bulunabileceği endişesiyle çok ciddi bir nefis muhasebesi ile yaşamaları, dinin seviyeli yaşanması adına çok önemlidir. Nitekim sahabeden İslam dinini öğrenip nakleden Hasan-ı Basrî’nin bu konudaki şu ifadeleri meseleyi gayet net ifade etmektedir: “Allaha yemin olsun ki ne önceki müminlerden ne de geride kalanlardan nifaktan korkmayan yoktu. Nifaktan emin olan da ancak münafıktı.”[11] Hasan-ı Basrî, İslam’ın doğru anlayış ve yorumunun adresi olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat çizgisinin en önde gelen imamlarındandır. Nitekim onun evrad u ezkârındaki nefis muhasebesine bakıldığında, kendisini nifak endişesi ile nasıl sorguladığı görülür.[12]

Başta sahabe olmak üzere İslam dinini doğru anlayıp yaşamada rehberlik yapanlar, Allah’ın pek çok lütuflarına mazhariyetlerini ifadenin yanında kendilerinde nifak olabileceği endişesiyle tir tir titremişlerdir. Uzman sıfatıyla rapor hazırlayan kimselerin, Hocaefendi’nin sahabe çizgisindeki dini yaşama hassasiyetini “sahte tevazu gösterisi yaparak, bağlılarını etkilemek için en sık kullandığı bir yöntem” olarak değerlendirmeleri anlaşılır gibi değildir. Takdir edilmesi gereken bir sahabe ve selef-i salihin çizgisi, tam aksine tenkit edilmektedir. Bu tür ithamları yapanların gönül dünyalarının ne kadar bulanık olduğu ve müminler hakkında ne kadar derin bir suizan taşıdıkları her ifade ve iddialarında ortaya çıkmaktadır. Bunlar muhasebe duygusu ile gözyaşı dökebilselerdi, sahabede ve selef-i salihîndeki derin nifak kaygısını da duyabilir ve anlayabilirlerdi. Rapor yazarlarının bu soğuk, maddeci, pozitivist, duygudan ve histen yoksun yaklaşımı karşısında insan ürperiyor gerçekten. Hz. Peygamber’in (sas), O’nun güzide ashâbının ve selef-i salihînden binlerce insanın sabaha kadar gözyaşı içerisinde taatle geçirdikleri geceler nerede, Rapor yazarlarının dindarlığı ve duruşu nerede?!..

          3. Müjde ve motivasyon

Peygamber Efendimiz’i rüyada görmek hadisin ifadesiyle “mübeşşirat”tan olup bir müjde ve motivasyon vesilesidir. Böyle bir lütfa mazhar olan kimseler bunu teşvik maksatlı olarak insanlara anlatmışlardır. Hocaefendi de kendisine bir paye çıkarmak için değil, çok zor şartlarda dine hizmet etmeye çalışan insanları motive etmek için rüya anlatmaktadır. İşin garibi rapor yazarları, Peygamber Efendimiz’in (sas) ruhen ve mânen hayatta olduğunu kabul etmeyip inkar ettiklerinden Allah Resulü ile ilgili rüya ve yakazaları ısrarla tenkit konusu yapmaya devam etmektedirler.

Peygamber Efendimiz’in (sas) alın öperek iltifat etmesi, bir şahsa ya da gruba mahsus değildir. Peygamber Efendimiz (sas) ile rüyada veya yakazada görüşerek O’nun iltifatına mazhar olan ve bunu anlatan pek çok insan vardır.

İslam tarihinde yakazada Peygamber Efendimiz’in (sas) elini öpen, onunla kucaklaşan çok sayıda Allah dostu vardır. Ahmed er-Rıfaî Hazretleri’nin Allah Resulü’nün elini öpmesi meşhurdur. Ahmed er-Rıfaî Hazretleri, Peygamber Efendimiz’in kabr-i şerîfini ziyaret ettiğinde O’nun mübarek elini öpmek aşkıyla yanıp tutuşmuş, Efendimiz (sas) elini kabirden uzatmış, o da insanların gözünün önünde öpmüştür.[13]

Burada, bunun gibi daha pek çok örnek sıralamak mümkündür. Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm, asırlardır müminlerin rüya ve yakazalarına gelerek iltifat buyuruyorlarsa, günümüzün samimi ve halis mü’minlerine de manen iltifatta bulunması niye garip olsun?!. Her devirde binlerce mânâ pehlivanı ve Peygamber aşığı bu manevî tecrübeyi yaşamış ve yaşıyorken Rapor yazarlarının bunu garip bulmasını anlamak mümkün değildir.

          4. Rüya ve paye

Hocaefendi’nin rüya anlatımlarıyla kendisine paye çıkarma gibi bir düşüncesi yoktur. Onun bu konudaki yaklaşımı şu şekildedir: “Kur’ân talebesi, gördüğü güzel bir rüyanın dahi, zaaflarından ötürü yolda kalmaması için önüne atılan bir şekerleme olabileceği ihtimalini düşünmelidir. O güzel rüyayı, faziletli bir insan olduğuna emare saymaktansa, zaafına, tutarsızlığına ve adanmışlık ruhundaki eksikliğine bir alâmet kabul etmeli; ‘hablü’l-metin’e sağlam tutunamadığından dolayı düşmek üzere olduğu bir anda, arkasından koştuğu hakikatin tadını kendisine hatırlatacak bir şekerleme lütfedildiğine inanmalıdır. Tam adanmış, hakikî sâdık, doğru dürüst bir dava adamı olsaydım, bana böyle bir avans verilmezdi. Mefkûrem hesabına yapıp ettiğim her şey zaten benim vazifem. Onları yapmam lâzım geldiği için yapıyorum. Onlara mukabil avans almam ne kadar çirkin; şekerleme ile koşan biri olmam ne büyük ayıp!.. Allah’ın rızası, imanın tadı, din hakikatı… varken şekerleme de neyin nesi?! Çocuk değilim ki ben!” demeli ve teyakkuza geçmelidir.”[14]

Hocaefendi’nin bütün eserlerini inceleyerek raporu hazırladıklarını iddia edenler, onun Peygamber Efendimiz’in (sas) rüyada görülmesinin nasıl yorumlanması gerektiği ile ilgili bu yaklaşımına hiç atıfta bulunmamışlardır. Bu da raporun gerçekten bir hakikat arayışı adına yazılmadığını, başka maksatlara, niyetlere hizmet gayesi ile oluşturulduğunu göstermektedir.

          5. Metin tahrifi

Hocaefendi’nin sözleri tahrif edilerek, onun tevazu ve mahviyet eksenli mecazî ifadelerinden olmadık iddia ve ithamlar çıkarılmaktadır. Hocaefendi’nin konuşmasından alıntı yapılan yerde, “Rabbim ahir zamanda enfasıyla teneffüsatıyla insanlığa nefhedecek mesihin merkebi yaptı.” şeklinde cümlenin yüklemi olarak altını çizdiğimiz “yaptı” ifadesi yer alıyor. Oysaki Hocaefendi’nin konuşmasında bu kısım “yapsa” şeklinde geçiyor. (Gülen, Namaz 8, 1: 24:25 ) Maalesef raporu hazırlayanlar “yaptı” şeklinde değiştiriyorlar. Her şeyden önce bu bir tahriftir. Bir insana söylemediğini söyleterek, iftira atmaktır.

          6. Mecazların anlatım gücü

Tefsir geleneğimiz, tasavvufî metinler ve klasik edebiyatımız kelimelere yüklenen yeni anlamlarla elde edilen mecazlar itibariyle fevkalâde zengindir. Hocaefendi’nin yazılı ve sözlü tüm beyanlarında da bu geleneğin izlerini takip edebilmek mümkündür. Medeniyet ve kültürün tüm birikiminden istifade ederek gelenekle bağ kurmak, Hocaefendi’nin takdire şayan bir mazhariyetidir. O, tüm beyanlarında naklettiği şiirler ve sık sık başvurduğu mecaz, istiare, teşbih gibi sanatlarla muhataplarının dikkatlerini sadece diri tutmakla kalmamakta, aynı zamanda onları soyut düşünceye açmaktadır.

Hocaefendi’nin tevazu ve mahviyeti ifade eden mecazî bir anlatım olarak Hz. Mesih’in eşeği olarak cennete gitmeyi istemesinden çok değişik mânâlar çıkarmak isteyenler, kültür ve medeniyetin biriktirdiği bu meyandaki ilmî ve edebî literatürü nereye koyacaklardır? Meselâ, Molla Cami, ‘sahabenin köpeği olarak’ cennete gitmeyi arzu ettiği aşağıdaki şiirine ne diyeceklerdir?

“Yâ Resûlallah! Çi bâşed, çün seg-i Ashab-ı Kehf?
           Dahil-i Cennet şevem der, zümre-i ashab-ı tû,”

“O reved der Cennet, men der Cehennem key revast?

O seg-i Ashab-ı Kehf, men seg-i ashab-ı tû…”

(Ya Resûlallah! Ne olur Ashab-ı Kehf’in köpeği gibi ben de senin ashabının arasında cennette gireyim. O cennete gitsin ben cehenneme, reva mıdır? O Ashab-ı Kehf’in köpeği, ben senin ashabın köpeğiyim.)

Bediüzzaman da sahabenin dindeki yerini anlattığı risaleye bu şiiri serlevha yapmıştır.[15]

Üstad’ın talebelerinden Albay Hulûsi Yahyagil, hatıralarında Molla Camî’nin ilgil beyitinden şöyle bahseder:

 “Bilâhare Üstad’ı tanıdıktan sonra bu kıt’ayı kendisine göndermiştim. Ayrıca, ‘Beni Nur şakirdleri içinde Ashab-ı Kehf’in kıtmîri gibi kabul buyurun.’ diye yazmıştım. Bunun üzerine Üstad gönderdiği cevabında: ‘İnşaallah sen bu zamanda Ashab-ı Kehf’in birincilerindensin. Biz mektubundan o ibareyi (Kıtmîr) kaldırdık. Sen de kaldır.’ diye yazdı.”[16]

Necip Fazıl da Sonsuzluk Kervanı isimli şiirinde kendini o kervanın arkasına takılmış giden bir “topal köpek” olarak tasvir etmiştir:

Sonsuzluk Kervanı,’peşinizde ben,
           Üç ayakla seken topal köpeğim! ‘
           Bastığınız yeri taş taş öpeyim.
           Bir kırıntı yeter kereminizden!

Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben…

          7.Hazreti İsanın eşeği

Klâsik şiirde Hz. İsa, sıkça başvurulan mazmunlardan biridir. Sevgilinin dudağı, Hz. Îsâ’nın ölüleri diriltme mucizesinden haberler verir. Onun yanağından ay gibi nur akarken dudağından Hz. Îsâ’nın soluğu gelir. Dirileri öldürmede gözü cellâd gibi olan sevgilinin dudağı, ölüleri diriltmede Îsâ gibidir. Sevgili “kuli’r-rûh” âyetini dudağı ile tefsîr ederken Hz. Îsâ’nın nefesini tekellüm ile ta’bîr etmektedir.[17]

Hz. Mesih ve merkebi, sadece Yahudi ve Hristiyan kaynaklarında değil, İslâmî kaynaklarda da yer almaktadır. Hazreti Mevlânâ eserlerinde sıklıkla Hz. Mesih ve eşeğini, değişik mecazî manalar yükleyerek, kullanmıştır. Meselâ:

 “Îsâ’nın eşeği gönül mizacına malik olmuş, akıllar makamında yer tutmuştur. Çünkü akıl galebe çalmıştı, eşekse zayıftı. Eşek, şişman ve kuvvetli biniciden zayıflar.

Ey eşek değerli; aklının azlığından bu eşek, ejderhalaştı.

Gönlün Îsâ’dan hastalandıysa yine ondan iyileşir, sıhhat yine ondan gelir, onu bırakma.[18]

Divan şiirinde Hz. Îsâ, ulviyeti, özü, bilgiyi ve irfânı; eşek ise nefs-i emmâreyi temsil eder. Hazreti İsa’nın eşeğine binmesi, ruhun (Hazreti İsa Ruhullah’tır) nefs-i emmareye binmesi, yani ruhun cesede hâkim olmasıdır. Mesela, Mesîhî, divanında şu ifadeleri kullanır:

Seg-i Ashâb-ı Kehf ululug eyler

Har-ı Îsâ görürsün gökde uçar”        

[Ashâb-ı Kehf’in köpeği ululuk eder. Îsâ’nın eşeği görürsün ki gökte uçar.][19]

Hamdullah Hamdî’nin divanından da şu örneği verebiliriz:

Görsem seg-i rakîbi firâkı düşer dile

Zîrâ har-ı Mesîh kıyâmet nişânıdur[20]

 Bu şiirsel ve mecazî mazmunlar hakkında bugüne kadar hiçbir edip, ilim ve fikir adamı Rapor yazarlarının yaptığı absürt çıkarımı yapmamış, bu mazmunlardan Yahudilik ya da Hıristiyanlık göndermeleri çıkarmamıştır. Hele bu mazmunlar ile Hocaefendi’nin ve hizmet hareketinin dış mihraklarla ilgisini kurabilmek, tüm dünya edebiyat tarihi mirasında bile bulunmayan akla ziyan bir yorum ve çıkarımdır! Raporu hazırlatan siyasî irade hiç olmazsa heyet arasına birazcık olsun şiir zevkine sahip bir kişiyi katsaydı da iş, bu absürt ve edebî zevkin kokusunu dahi almamış yorumlar yapanlara kalmasaydı!

          8. Hocaefendi’nin tevazuu

Hocaefendi başta Peygamber Efendimiz’e (sas), peygamberlere, sahabeye ve selef-i salihîn efendilerimize bağlılığını değişik fadelerle dile getirmektedir: “Ben Onun (Peygamber Efendimiz) bir kıtmîri olabilirsem kendimi talihli sayacağım. Hayatım boyunca da hep onu temenna ettim. Mevlâna Câminin dediği gibi dedim: Ashab-ı Kehfin köpeğini cennete koyacaklar, senin ashabının köpeği olma azmindeyim.” Kırk senelik hayatımda o bezme ulaşamadım. Ebu Bekirin köpeği deme şeyini kendimde duyamadım.”[21]

Biz, Allah Resûlü’nü delice severiz. Gidip Onun vadisinde dolaşırken, köyünün burcu burcu nübüvvet kokan havasını teneffüs ederken, Saadet Asrı’nda yaşıyor olma neşvesini duyarız. Hatta Onun ayağını bastığı toprağı, gözümüze sürme diye çekeriz. Dahası bize deseler ki: “İki Cihan Serverinin mübarek kademi bu taşa basmıştı.”, o taşı biz altın mahfazalarda saklar ve ona dudağımızı dokundurmayı büyük mazhariyet sayarız. İşte biz Onu bu kadar severiz; sever ve her nefeste Onun uğruna bin defa ölmeyi cana minnet biliriz.”[22]

Raporu kaleme alanlar Hocaefendi’nin kendisine itibar kazandırmak için ‘sahte tevazu gösterisi yaptığını’’ iddia etmektedirler. Bu tür niyet okumalarıyla Hocaefendi’yi gizli amaçları olan bir örgüt lideri gibi göstermeyi amaçlamaktadırlar. Hatta bunu daha da ileri götürerek onun dış mihraklara hizmet eden gizli bir ajan olduğu fikrini işlemektedirler. Bunu ifade için raporda “Görünen o ki hizmetine soyunduğu odaklara, kendisinin ve örgütünün ne derece kullanışlı” olduğu mesajını vermek istemektedir” şeklinde, psikolojik harp taktiklerine dayalı absürt bir çıkarım yapmaktan çekinmemişlerdir. İlmi bir tenkit yazısında, “örgüt lideri, dış odaklar, kullanışlı olmak’’ gibi tamamen karalama amaçlı ifadelerin yer alması, bu raporun hazırlanma gayesini de ortaya koymaktadır. Acaba Hocaefendi ve Hizmet Hareketi mi dış mihraklarca kullanılmaya elverişli, yoksa siyasî iradenin bir aparatına dönüşmüş Diyanet kurumu mu, okuyucunun kararına bırakıyoruz.

       9. Hz. Peygamber’in, Gülen’in Elinden Tutup Sahabenin İçine Kattığı İddiası

Önce Hocaefendi’nin bir konuşmasından yapılan alıntıyı verip, ardından onunla ilgili iddialara geçelim:

Bizim gibiler hakikatte öyle şeyler görmezler, ama rüyada görebilirler. Gördüm ki ben, Efendimiz elimden tuttu benim. Minada dolaştırdı, Müzdelifede dolaştırdı, Arafatta dolaştırdı. Getirdi sahabenin içine kattı. Sonra da hepimizi Kâbenin içine doldurdu. Ne güzel şeyler. Ben buna başka bir yorum, başka bir mahmil aramalıyım. Acaba Kâbenin içine girmem nedir? Yani tevil-i ehadis açısından bu bir sukût mudur? Yani bir düşme midir? Belki de öyledir. Mesela hadis-i şeriflerde, eğer Kâbeye yaklaşma, Kâbenin içine girme Allahla münasebet şeyiyse bu, demek ki ben bir fakirliğe düşeceğim, bunun manası bu olmalı veya ben bir belaya maruz kalacağım. Çünkü Allaha yakın olan belaya maruz kalır. Diyelim ki Efendimiz iltifat etti; öyleyse ben bir fakr-u zarurete düşeceğim. Sürüm sürüm olacağım demektir. İnsan başka bir mahmil bulmalıdır. Onları katiyen bir paye gibi görmemeli. Bu meselenin bir yanı. Fakat burada istisnai bir durum var. Bu türlü durumlar başkalarına aitse şayet, başkaları anlatıyorsa ben böyle bir şey gördüm veya siz başkaları hakkında görüyorsanız onlar hakkında hüsn-ü zan etmek lazım. Allah-u a’lem, ya iyidir bu insan, ya iyiliğe çağrılıyor veya iyiliğe namzet gibi görülüyor. Onun tabiatı da bu meseleleri dinlemeye müsaitse ona anlatmak lazım…” (15-Sesli Sohbetler-2\Bamteli_11-20 (Bamteli) 14_01-Peygamberane tavır ve eneden kaçma. dk. 03.15-05.00)

Raporu hazırlayanlar, bu alıntıdan sonra Hocaefendi hakkında şu iddiaları öne sürmektedirler:

“Bazı yazı ve konuşmalarında Hz. Peygamber’i uyanıkken gördüğünü, cemaatini teftişe geldiğini, onunla konuştuğunu ve yakaza halindeyken verdiği komuta uyup vaaz ettiğini söylemekteyken burada “Bizim gibiler hakikatte öyle şeyler görmezler” diyen Gülen, hem kendisini yalanlamakta hem de sahte bir tevazu tavrı sergilemektedir. Burada da kendisine bir paye çıkarmak amacıyla, doğruluğu objektif olarak ispat edilemeyecek bir bilgi ile Hz. Peygamber, Kâbe, sahabe-i kirâm, Mina ve Müzdelife gibi dinî değerleri istismar etmektedir.

Elinizdeki bu çalışmada defaatle vurgulandığı gibi, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in Sünneti, İslam’da dinî bilginin yegâne kaynağı ve meşruiyet ölçüsüdür. Dolayısıyla peygamber dışında hiç kimsenin yanılmazlık niteliği olmadığı için kişilerin görüş ve yorumlarının geçerliliği, bu iki kaynakla uyumlu olmasına bağlıdır. İlim ölçüleri içerisinde İslam’ın temel bilgi kaynaklarına dayanmadan insanlar üzerinde keramet, rüya, ilham ve benzeri yollarla otorite kurmaya çalışanların, İslam adına verdikleri hükümlerin hiçbir geçerliliği yoktur.

Burada üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise “Kâbe’nin içine girme Allah’la münasebet şeyiyse bu” ifadesidir. Bu ifadede İslam inancı bakımından iki sapkınlık söz konusudur:

1. Allah’ın sanki Kâbe’nin içinde olduğunun ifade edilmiş olması,

2. Allah ile münasebetin olabileceği iması.

Yüce Allah zaman ve mekândan münezzehtir. Kâbe ya da benzeri bir mekânın veya binanın içinde bulunduğu iddiası Allah’a mekân izafe etmek olur ki bu İslam inancı bakımından mücessime ve müşebbihe anlayışlarını çağrıştırır. Allah ile ilişki veya münasebet hususunda da aynı durum söz konusudur. İslam âlimleri tarih boyunca bu şekildeki sapık düşüncelerle mücadele etmişlerdir. Nitekim İsra ve Miracın anlatımında dahi zaman ve mekân söz konusu edilmez. (Ebû’l-Muîn en-Nesefî, Tabsıratü’l-edille, I, 551-552, 571; İbn Ebi’l-İzz, Şerhu’l-akideti’t-Tahaviyye, s. 155; Ali el-Karî, Şerhu’l-fıkhi’l-ekber, s. 185.)

Öte yandan Gülen’in anlatımındaki İslam inancına taban tabana zıt bu ifadeler, bu rüyanın ya yalan olduğunu ya da şeytanın kendisi ile oynadığını gösterir. Şayet anlatılan rüya yalan ise burada Hz. Peygamber adına yalan söylemek gibi bir sahtekârlık söz konusudur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.) yalan rüya anlatılmasını şiddetle kınadığı gibi kendisi adına yalan söyleyeni de Cehennem ile tehdit etmiştir. Eğer bu rüya yalan değilse, bu durumda şeytanın oyuncağı olmuş bir kişilik ile karşı karşıyayız demektir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.) İslam inancına ve dinî hükümlere ters düşen kötü rüyaları “şeytanın uykusunda insanla oynaması” olarak nitelemiş, bunların anlatılmasını kesin bir dille yasaklamış ve yorum taleplerini de geri çevirmiştir. (Müslim, “Ru’ya” 14-16.)”[23]

Şimdi iddialara maddeler halinde cevap vermeye geçiyoruz.

          1. Rüyayı nakletmede hedef

Hocaefendi, rüyalardan ne bu alıntı yapılan yerde, ne de bir başka yerde kendisine bir paye çıkarmaktadır. Hocaefendi’de tevazu ve mahviyetin bir karakter haline geldiği; yazılı ve sözlü eserlerinde gayet kolay görülebilir. O, kendisini -daha önce geçtiği üzere-hep kıtmir, fakir, düz bir insan vs. gibi tevazu ve mahviyet ifade eden kelimeler ile çok tabii bir şekilde ifade etmektedir. Nitekim, alıntı yapılan yerde de Peygamber Efendimiz’i rüyada görmesini şu şekilde değerlendirmektedir: “Demek ki ben bir fakirliğe düşeceğim, bunun manası bu olmalı veya ben bir belaya maruz kalacağım. Çünkü Allaha yakın olan belaya maruz kalır. Diyelim ki Efendimiz iltifat etti. Öyleyse ben bir fakr-u zarurete düşeceğim. Sürüm sürüm olacağım demektir. İnsan başka bir mahmil bulmalıdır. Onları katiyen bir paye gibi görmemeli.” Ayrıca daha önce Hocaefendi’nin bu konuya bakışı ifade edilmişti. İddia edenlerin ısrarla tekrar etmeleri üzerine bir kere daha onun görüşünü nakledelim: “Kur’ân talebesi, gördüğü güzel bir rüyanın dahi, zaaflarından ötürü yolda kalmaması için öne atılan bir şekerleme olabileceği ihtimalini düşünmelidir. O güzel rüyayı, faziletli bir insan olduğuna emare saymaktansa, zaafına, tutarsızlığına ve adanmışlık ruhundaki eksikliğine bir alâmet kabul etmeli; hablü’l-metin”e sağlam tutunamadığından dolayı düşmek üzere olduğu bir anda, arkasından koştuğu hakikatın tadını kendisine hatırlatacak bir şekerleme lütfedildiğine inanmalıdır. Tam adanmış, hakikî sâdık, doğru dürüst bir dava adamı olsaydım, bana böyle bir avans verilmezdi. Mefkûrem hesabına yapıp ettiğim her şey zaten benim vazifem.. onları yapmam lâzım geldiği için yapıyorum. Onlara mukabil avans almam ne kadar çirkin; şekerleme ile koşan biri olmam ne büyük ayıp!.. Allah’ın rızası, imanın tadı, din hakikatı… varken şekerleme de neyin nesi?! Çocuk değilim ki ben!” demeli ve teyakkuza geçmelidir.[24]

         

          2. Dini argümanlarla dini istismar

Dini değerleri, muhataplarını Allah’ın rızası istikametindeki hizmetlere motive etmek için kullanmak suistimal değildir. Bu itibarla Kâbe, Ravza-i Tahira, Müzdelife gibi kutsal mekanların rüyada görülmesinden aşk, şevk, heyecan ve gözyaşlarıyla bahsetmek istismar değil sevdirme gayretidir. Hocaefendi, insanların teveccühünü başta milletimize ve bütün insanlığa faydalı olacak, eğitim faaliyetlerine yönlendirmiştir. Herkes bunu görüp, bilmektedir.

Hocaefendi, bir taraftan rüyanın dinde bir teşri kaynağı olmadığını vurgularken diğer taraftan, rüyalarda Peygamber Efendimiz’in (sas), kutsal mekânların görülmesinin mübeşşirattan olduğunu anlatmaktadır.

Rapor hazırlayanların ısrarla Hocaefendi’yi ve Hizmet Hareketi’ne gönül veren, sempati duyan insanları rüyaları dini bir teşri kaynağı kabul edip ona göre amel eden kimseler olarak itham etmeleri doğru değildir. Hocaefendi’nin defaatle vurguladığı üzere rüyalar dinde bir bilgi ve amel kaynağı değildir. Bununla birlikte hadiste bildirildiği üzere salih rüyalar mübeşşirattandır.

İşin ilginç tarafı, Hocaefendi’nin rüyanın dinde bir bilgi ve amel kaynağı olup olmaması konusundaki yaklaşımı ile raporu hazırlayanların bakış açısı arasında fark olmamasıdır. Zira her iki taraf da bu konuda Ehl-i Sünnet çizgisinin görüşünü esas almaktadır.

Önce Rapor yazarlarının, rüyanın dindeki yeri ile ilgili ifadelere bakalım:

Elinizdeki bu çalışmada defaatle vurgulandığı gibi, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in Sünneti, İslam’da dinî bilginin yegâne kaynağı ve meşruiyet ölçüsüdür. Dolayısıyla peygamber dışında hiç kimsenin yanılmazlık niteliği olmadığı için kişilerin görüş ve yorumlarının geçerliliği, bu iki kaynakla uyumlu olmasına bağlıdır. İlim ölçüleri içerisinde İslam’ın temel bilgi kaynaklarına dayanmadan insanlar üzerinde keramet, rüya, ilham ve benzeri yollarla otorite kurmaya çalışanların, İslam adına verdikleri hükümlerin hiçbir geçerliliği yoktur.” (Rapor, s. 43)

Hocaefendi’nin bu konudaki yaklaşımını ise değişik eserlerinden nakledelim:

Şer-i şerife muvafık ve mülayim olan meselelerde, rüyaların o rüyayı görene özel bir mesaj ifade etmesi –tabiî Kitap ve Sünnetle çatışmaması bir ön şarttır– söz konusu olabilir. Aksi hâldeki rüyaların, hiçbir kıymet-i zatiyeleri yoktur.”

Bir insan, temessülen Efendimizle görüşebilir. Farzımuhal, bu görüşme esnasında Efendimizden ona söylenenler eğer şer’î ölçülere muhalif ise –bunu farz-ı muhal çerçevesinde dahi olsa ürpererek söylüyorum– o insan kesinlikle şer’î ölçülere ters düşen o ifadeleri tatbik edemez ve Efendimizle görüşmesini kendisi için delil ve hüccet sayamaz. Efendimiz misalini bilhassa arz ediyorum ki diğerleri için de bir ölçü olabilsin.”[25]

“Başta peygamberân-ı izâm, sonra bütün evliyâ, asfiyâ hatta bir kısım küçük veliler dahi yerinde bu kabîl vâridâta mazhar olabilirler. Ne var ki enbiyâ-i izâma vârid olan bu tür vâridâtın, ilham olsun, vahy-i gayr-i metlüv olsun, Allah’tan geldiği kat’îdir; nefis ve şeytanın karışması, karıştırması da asla söz konusu değildir; bu itibarla da bağlayıcıdır ve hüccettir. Nebilerin dışındakilere gelince onlar, böyle bir teminatı haiz olmadıklarından ilham, mevhibe ve vâridâtlarının muteber sayılması, Kitap ve Sünnet mizanlarıyla tartılıp test edilmelerine bağlanmıştır. Ayrıca, bu kabîl mevhibe ve vâridlerin ilzam edici ve bağlayıcı bir yanı da yoktur.”[26]

Görüldüğü üzere rüyanın bilgi ve amel değeri konusunda rapor yazarları ile Hocaefendi’nin yaklaşımı arasında bir farklılık yoktur. Üstelik Hocaefendi’nin bu konuda onlardan daha hassas olduğu görülmektedir.

Diğer taraftan Peygamber Efendimiz’in (sas) rüyada görülmesi müminler için bir müjde ve sevinç vesiledir. Zira Peygamber Efendimiz (sas), en sağlam hadis kaynaklarında yer alan hadis-i şeriflerinde sadık rüyaların “mübeşşirat”tan olduğunu bildirmiştir: “Mübeşşirattan başka peygamberlikten geriye bir şey kalmadı.” Sahabenin mübeşşiratın manasını sorması üzerine de Allah Resulü (sas), onun “sâlih rüya” olduğunu bildirmiştir.”[27]

Hadiste geçen “mübeşşirat” muhatabın gönlüne ferah, sürur, sevinç koymak demektir ki buna müjde denmektedir. Bu itibarla halis, samimi müminlerin kalpleri rüya ile ilâhî müjdelere, telkinlere makes olmaktadır.[28]

Allahu Teala Peygamber Efendimiz hakkında “Ey Resulüm, Biz seni bütün insanlar için sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik!.”[29] buyurmaktadır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz’in (sas) rüyada görülmesi hangi sebep ve gerekçe ile mübeşşirattan kabul edilmeyecek![30] Nitekim Diyanet İslam Ansiklopedisi “Rüya” maddesinde de salih ve sadık rüyaların Peygamber Efendimiz tarafından “mübeşşirat” olarak nitelendirildiğine, onun da metafizik âlemden alınan müjdeleyici bilgi ve işaretler manasına geldiğine ve peygamberlikten sonra da devam edeceğine vurgu yapılmaktadır.[31]

Yine aynı konu ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz (sas), Velîler o kimselerdir ki Ona iman edip, emirlerine aykırı hareketlerden sakınırlar. Dünya hayatında da âhirette de müjde vardır onlara”[32] ayetinde bildirilen dünya hayatındaki müjdeyi “salih rüya” olarak tefsir etmiştir.[33]

Hadis ilminin zirve imamlarından İmam Buhârî (ö. 256/869) gördüğü rüya üzerine hadis ilminin ilk sırada gelen eserini telif etmeye başladığını şu şekilde anlatmaktadır: Hz. Peygamber’i (sas) rüyada gördüm. Allah Resulü’nün önünde durmuşum elimdeki yelpaze ile ondan bir şeyleri savıyorum. Gördüğüm bu rüyayı bazı rüya tabircilerine sordum ve şu cevabı aldım: Sen Peygamber’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) nispet edilmek istenilen yalanlara sed çekip savacaksın. İşte beni el-Câmiu’s-Sahîh’i telife sevk eden sebep budur.”[34]

Bu raporu hazırlattıran zihniyet İmam Buhârî döneminde olsalardı, “Rüya ile amel edilmez, sen böyle bir kitap yazamazsın!” diye acaba büyük imama itiraz mı edeceklerdi? Hatta hızlarını alamayıp onu tekfirle mi itham edeceklerdi? Cevapları hayırsa, bugünkü tutum ve davranışlarının altında yatan sebep nedir?

Bu itibarla Allah Resulü’nün (sas) görüldüğü rüya ve yakazaları değersiz, mânâsız görmek, hafife almak, tenkit sebebi yapmak yukarıda zikrettiğimiz hadislere ve İslam âlimlerinin yaklaşımına uygun değildir.

Netice itibariyle; İslam inanç manzumesinden ibadet hayatına, iktisat anlayışından çocuk terbiyesine, siyer felsefesinden tebliğ metodolojisine din ile alâkalı pek çok konuyu detaylı bir şekilde anlatan Hocaefendi’nin, zaman zaman dinin mübeşşirat olarak kabul ettiği salih rüyalardan misal vermesini tenkit ve tadlil sebebi yapmak doğru değildir. Hocaefendi’nin din ve hizmet anlayışını rüyalar üzerine bina ettiğini söylemek, böyle bir imaj oluşturmaya çalışmak insafsızlıktır, hilaf-ı vaki bir beyanda bulunmaktır. En kötüsü de din adına bilirkişi unvanıyla dinin ruhuna uymayan bir tavır sergilemektir.

          3. Rüya ve keşfin yorumlanması

Rüyada veya keşfen görülenlerin yorumlanması gerekir. Bunları uyanık iken görülenler ile bir tutmak ve ona göre değerlendirmek bir çarpıtmadır. Uyanık iken görülenler ile rüyada veya keşfen müşahede edilenler birbirinden farklıdır. Rüyada veya keşfen görülenler çoğu zaman sembol ve motiflerden ibarettir. Bundan dolayı yorumlanmaları gerekir. Nitekim, Kur’an-ı Kerîm’de hadis-i şeriflerde rüyaların tabir edilmesi üzerinde durulmuştur. Kur’an’da Hz. Yusuf’un (as) kendisine anlatılan rüyaları nasıl yorumladığı anlatılmaktadır.[35] Peygamber Efendimiz (as) bizzat kendisi rüyaları yorumlayarak bu konuda nasıl hareket edilmesi gerektiğini ashabına öğretmiştir. Nitekim hadis kitaplarında “Kitabu’r-Rüyâ” ve “Kitabu Ta’biri’r-rüyâ” başlıkları altında Allah Resulü’nün (as) rüyalarına ve yorumladığı rüyalara dair pek çok hadise yer verilmiştir.

Peygamber Efendimiz (as) bazı günler sabah namazından sonra oturur sahabilere, “İçinizde rüya gören var mı?” diye sorar, varsa onu tabir ederdi.[36] Rüyada görülen motiflerin bazıları âyet ve hadislerde açıklanmıştır. Mesela, Hazreti Yusuf’un (as) rüyayı yorumlarken semiz inekleri bolluk, zayıf inekleri kıtlık yılları olarak yorumlaması[37], Peygamber Efendimiz’in (as) sütü “ilim” olarak tabir etmesi gibi.[38] Nitekim, tâbiînin büyük imamlarından Muhammed ibn Sirin, Cafer-i Sadık, Nablûsî gibi İslam âlimleri, Kur’an ve Sünnet’te rüyalardaki motifler ile ilgili verilen bilgileri merkeze koyarak, rüya tabirleri ile ilgili kitaplar yazmışlardır.

Hocaefendi de alıntı yapılan yerde metafizik âlemde görülen Kâbe’nin ne manaya geldiği konusunda kanaatini söylüyor. Onun bu yaklaşımını yakaza âlemindeki görüşüymüş gibi ele alıp onu tecsim ile itham etmek ne derece doğrudur? Oysaki Hocaefendi, daha önce geçtiği üzere Allah Teâlâ’nın başka varlıklara benzemekten, mekândan, hayyizden (bir mekanda yer tutmak) münezzeh ve mukaddes olduğunu eserlerinde pek çok yerde vurgulamıştır. Mesela, “Allah, zamandan, mekândan, hayyizden müberra ve mukaddestir. Ona bir yer takdir edildiğinde tecsim ve teşbihe girilmiş ve O (celle celâluhu), mahlûkata benzetilmiş olur.[39]

Varlık ve eşya katiyen O değildir. Cevher-araz, sıfat hususiyet her şey Ondandır ve Onun kayyûmiyetiyle kâim ve daimdir. Ne var ki ne her şeyin Ondan olmasında ne de Onunla daim ve kâim bulunmasında bir hâlliyet” ve mahalliyet” söz konusu değildir.[40]

Diğer taraftan cumhur-u ulema rüyada Cenab-ı Allah’ın görülmesinin bile caiz olduğunu ifade etmiş ve bu görmenin de Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O, her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.”[41] âyetinde bildirildiği üzere hakiki manada olmadığına, gören insanın inancına göre bir görme olduğuna ve ona göre yorumlanması gerektiğine dikkat çekmişlerdir.[42] Pek çok ilim ve irfan ehlinin, rüyada Allah Teâlâ’yı gördüğü de kaynaklarda yer almaktadır. Bayezid-i Bistamî ve Alûsî’yi misal olarak zikredebiliriz.

Diyanet İslam Ansiklopedisi “Rüya” maddesinde de geçtiği üzere, Bâyezîd-i Bistamî rüyada Allah’ı gördüğünü ve Yüce Mevlâ’ya kendisine nasıl varacağını sorduğunda, “Nefsini bırak da öyle gel.” cevabını aldığını söylemiştir.[43]

Büyük müfessir allâme Âlûsî tefsirinde, rüyada Allah’ı gördüğünü yazmıştır: “Allah’a hamd olsun üç kere Rabbimi rüyada gördüm.”[44]

Rüya tabirleriyle ilgili kitap yazan İslam âlimleri, rüyada Allah’ın görülme keyfiyetine göre farklı yorumlar yapmışlardır. Mesela rüyada Allah’ı gören bir mazlum ise yardıma mazhar olur, zulmedenlere galip gelir. Rüyada Allah Teâlâ başını okşamışsa bu rüyayı gören kimsenin Yüce Mevlâ’nın kurbetine mazhar olacağına fakat ölünceye kadar bela ve musibetlerin başından eksik olmayacağına işarettir. Bir kimse rüyasında Allah’ı bir yer, bir ev, bir yerleşim yeri, bir şehirde görmüşse bu oranın adaletle yönetileceğine ve orada Allah’ın izniyle hayır ve bolluğun çok olacağına işarettir.[45]

Rüyada “Kâbe”yi görmek; halife, vezir, “tezvic” (evlendirme), namaz, Cennet gibi pek çok manada yorumlanmıştır. Kabe’nin içine girmek ise bekar ise evlenme, inanmayan birisi ise Müslüman olup namaza başlayıp salih bir insan olma, anne babasına isyan eden bir şahıs ise onlara itaat edeceği gibi pek çok manaya işaret ettiği şeklinde tabir edilmiştir.[46]

Kâbe’nin görüldüğü rüya şeytanî bir rüya değildir. Zira, rüya tabiri ile ilgili en muteber eserlerde rüyada Kâbe’yi görmek, içine girmek hiçbir şekilde menfi manada yorumlanmamış, bu tür rüyaların şeytanî rüya olduğu ifade edilmemiştir. Rüya tabiri ile ilgili eser yazanlar aynı zamanda hadis, fıkıh, tefsir gibi İslamî ilimlerde söz sahibi olan âlimdirler.

          4. Yalan rüya anlatmak

 Hocaefendi’yi, yalan rüya anlatmakla itham etmek de bir su-i zan ve iftiradır. Böyle bir itham, dünden bugüne Peygamber Efendimiz’i (sas), mukaddes mekânları rüyalarında gören alimleri, maneviyat rehberlerini, salih insanları suizan altında bırakmak ve itham etmek manasına gelir. Dinin en küçük adabını bile ihmal etmeden yaşamaya çalışan, kılı kırk yaran bir helal-haram hassasiyeti olan insanlar neden, böyle bir şeye tenezzül etsinler ki! Zira yalan rüya anlatmak hadiste bildirildiği üzere, Allah’a karşı büyük bir iftira atmaktır: En büyük yalanlardan birisi kişinin görmediği halde yalan yere rüya uydurmasıdır.”[47] Nitekim bir âyette: Yalandan bir söz uydurup onu Allaha mal eden veya Allah’ın âyetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir?”[48] buyurularak Allah hakkında yalan söz söylemenin büyük bir iftira ve günah olduğu bildirilmiştir.

 Hocaefendi, hayatı boyunca sıdk ve doğruluğun Kur’an ve Sünnet’te ne kadar hayati bir öneme sahip olduğuna ve bir Müslümanın hayatında riayet etmesi gereken en önemli kriter olduğuna vurgu yapmış ve o çizgide yaşamaktadır. Diğer taraftan da yalanın insanı mahveden, cehenneme götüren bir nifak alameti olduğuna dair ayet ve hadisleri her vesile ile dile getirerek ondan uzak durulması gerektiğine çok ciddi vurgu yapmaktadır.[49] Onun hayat çizgisi ve eserleri ortadadır. Bırakın rüya uydurmak suretiyle Allah’a iftira atmayı, yalanın en küçüğüne bile tenezzül etmemiş, yalanın insanı mahveden, cehenneme götüren negatif bir özellik olduğunu defaatle dile getirmiştir.

Diğer taraftan Hocaefendi’nin bir yalanı yakalansaydı birileri bunu bütün dünyaya servis ederlerdi. Tabii sabah-akşam bütün dünyanın gözü önünde yalan söyleyen, kendisi gibi düşünmeyen insanlara her türlü iftira atmayı İslamî bir mücadele yolu olarak görenleri destekleyenlerin, başkalarını çok rahat yalan ile itham etmelerine şaşırmamak gerekir.

Hocaefendi faraza “Rüyamda Allah Resulü’nü (sas) gördüm.” dese örgütü üzerinde otorite kurmak amacıyla rüya uyduruyor diye iftira atıyorlar. Görmedim dese “sahte tevazu tavrı’’ göstermekle itham ediliyor. Nitekim raporda “Bizim gibiler hakikatte öyle şeyler görmezler” diyen Gülen, hem kendisini yalanlamakta hem de sahte bir tevazu tavrı sergilemektedir’’ denilerek bu çelişkili durumu kendileri açıkça ifade etmektedirler. Rapordaki bu çelişkili anlatım, niyetin, belirli bir inanç ve görüşten hareketle hakikati tespit etmek değil; Hocaefendi’yi karalamak için her türlü her yolu meşru sayıp akla hayale gelmedik itham ve iftiralarda bulunmak olduğunu gösteriyor.

       6. Hz. Peygamber İzmir’de

Peygamber Efendimiz’in (sas) ruhen ve manen hayatta olduğunu kabul etmeyen Rapor yazarları, O’nun rüyada veya yakazada değişik şahıslar tarafından farklı yerlerde görülmesinin dinin ruhuna uygun olmadığından hareketle, Hocaefendi’nin 09.07.1979 tarihli İzmir Hisar Camii vaazından bir tadlil çıkarmaya çalışmaktadır.

“…Gün be gün mefhar-i mevcudat Efendimiz mescitlerimize teşrif buyuruyor, gelecekten ne haber, diyor… ben bu mevzuda meseleyi objektiften alıp, indi ve enfüsi hüviyete büründürmek suretiyle size arz etmek istemiyorum. Ama belki 100 kere var ki kalbi aydın ve içi duru kimselerin âlem-i menâmında belki de bazılarının yakazasında Ben İzmire gidiyorum, bir oradaki havaya bakacağım.dediğini duydular kâinatın fahrının. Anadoluda bana ihtiyaç var, geziye çıktım.dediğini duydular fahri kâinat Efendimizin. Sizin camilerinize geliyor, seccadelere yüzlerini koyan gençlerinize bakıyor, yaşlılarınızın aşk heyecanını yokluyor, cemaatinin kıvama gelip gelmediğine bakıyor… Mefhar-mevcudat Efendimiz vaziyetinize bakıyor, ben o bezmde o âlemde hüküm verme selahiyetine haiz değilim, onun bir kıtmiri olabilirsem kendimi talihli sayacağım… Fahri kâinat Efendimiz bizi bu hava ve ubudiyet içinde yokluyor inanın buna. Ehli keşif ve ehli müşahedenin müşahedesiyle yokluyor…” (1979-07-09_Gonul Dunyamizdan-02 – Muhabbet fedailerinin ozellikleri – Beraat Gecesi (Izmir-Hisar Camii), dk. 11.25)

Hocaefendi’nin bu ifadelerinden şu iddialar çıkarılmaktadır:

“Yukarıdaki iddiaya göre Resûl-i Ekrem birçok kimsenin rüyasına girmekte veya uyanıkken onlara görünmekte, Gülen cemaatinin bulunduğu yerleri sık sık ziyaret etmekte, yeni ordusunun(!) olgunlaşıp olgunlaşmadığını kontrol etmektedir. Özellikle bu hareketin kuruluş merkezi olan İzmir’i ve Anadolu’nun bazı bölgelerini bu amaçla teftiş etmektedir.

Böylelikle yapı mensuplarının her hareketinin bizzat Hz. Peygamber tarafından kontrol edildiği imajı verilerek hem aykırı söylemlerin önüne geçilmekte hem de örgüt içerisinde mutlak itaat kültürü oluşturulmaktadır.İslam’ın temel metinlerinin asla onaylamayacağı bu iddialar, aynı zamanda akl-ı selime de aykırıdır. İslam âlimlerinin beyanına göre, vefatından sonra Hz. Peygamber de dâhil herhangi bir kimsenin tasarrufunun devam ettiğini ve dünyada dolaştığını iddia etmek kişinin imanını zedeler (İbn Nüceym, el-Bahru’r-râik, V, 134; Şeyhîzâde Damad, Mecmau’l-enhur, I: 691)[50]

Şimdi bu iddialara cevaplara geçiyoruz:

1.     Peygamber Efendimiz’in (sas) görüldüğü rüyalardan bahsetmek

 Hocaefendi, cami kürsüsünden uzun yıllar cemaate Peygamber sevgisini, onun çizgisinde dine hizmet etmeyi anlatmıştır. Anadolu insanının kalbinde, ruhunda Peygamber ve sahabe sevgisi tutuşturmuş ve bir eğitim seferberliği başlatmıştır. Birkaç ihtiyarın dışında camilerin genellikle boş olduğu, dini hayat adına kuraklığın yaşandığı, anarşinin, terörün sokaklarda kol gezdiği bir dönemde Hocaefendi, kendine aktarılan, Allah Resul’ünün rüya ve yakazalarda görüldüğü hadiseleri anlatmış, bu şekilde insanlara o kaotik ortamda ümit aşılamıştır.

Peygamber Efendimiz’in (sas) çizgisinde bir neslin yetişmesi için her türlü fedakarlığa katlanarak talebeye sahip çıkan kimselerin, Peygamber Efendimiz’in rüyalarına teşrif ederek kendilerini takdir ettiğini Hocaefendi’ye anlatmaları, onun da bu rüyaları Peygamber kürsüsünden bir müjde ve teşvik olarak cami cemaatine anlatması yadırganacak bir davranış mıdır? Cenab-ı Allah, kullarından istediğine rüyada veya yakazada Peygamber Efendimiz’i (sas) gösterebilir. Bu hususta Diyanet’ten onay alınacağına dair bir ayet veya bir hadis var mıdır? Tam tersi hadiste bildirildiği üzere salih rüyalar bir müjdedir. Peygamber Efendimiz’in (sas) rüyada görülmesi de hayırlı bir rüyadır, Allah’ın bir lütfudur. Buradan bir örgüt çıkarmanın dinle, insafla bağdaşan bir tarafı yoktur.

          2. Ehl-i Sünnet çizgisinden sapma

Rapor yazarlarının Allah Resulü’nün (sas) mânen, ruhen hayatta olduğunu inkar etmesi dünden bugüne Ehl-i Sünnet çizgisini korumuş olan Diyanet adına bir talihsizliktir. Daha önce peygamberlerin hayatta olduğunu ve manen ruhen pek çok yerde bulunduğunu geniş bir şekilde ele almıştık. Burada bu iddiaya cevap olarak kısaca temas etmek istiyoruz:

 Kur’an, şehitlerin hayatta olduğunu bildiriyor. (Bakara, 2, 154; Âl-i imrân, 3, 169) Şehitlerin peygamberlerden daha üst bir seviyede olduğunu iddia etmek ise bir mümini iman dairesinin dışına çıkarır. Üstelik bir insanın şehid olması, Peygamber Efendimiz’e (sas) inanmasına bağlıdır. Şehitin farklı bir boyutta hayatta olduğunu kabul edip Peygamber Efendimiz’in (sas) ruhen, manen hayatta olduğunu kabul etmemek bir çelişkidir. Kur’an’ın bir kısmını kabul edip diğerini kabul etmemek manasına gelir.

 

          3. Âlimlerin görüşleri

 Peygamber Efendimiz’in farklı bir boyutta hayatta olup, gerek rüyada gerekse yakazada görülebileceği pek çok âlim tarafından ifade edilmiş ve bu konuda kitaplar yazılmıştır. Mesela, İmam Beyhaki, Peygamberlerin şehitler gibi hayatta olduklarını ve değişik zamanlarda farklı yerlerde bulunmalarının inkar edilemeyeceğini gayet açık olarak ifade etmektedir.[51]

İslamî ilimlerin hemen her sahasında eseri olan İmam Suyutî, Peygamber Efendimiz’in (sas) vefatından sonra manevi tasarrufta bulunduğunu şu şekilde ifade etmektedir: Peygamberlere ruhları iade edilir ve kabirlerinden çıkmalarına, ulvî ve süflî melekûtta tasarrufta bulunmalarına izin verilir.”[52]

          4. Referans tahrifi ve çarpıtma

            İddialara delil olarak konu ile alakası olmayan referansların verilmesi bir çarpıtmadır. Rapor yazarları, Peygamber Efendimiz’in (sas) ruhen, manen hayatta olmadığına, herhangi bir yerde ve zamanda görülemeyeceğine, tasarrufta bulunamayacağına dair el-Bahrur-râik Şeyhîzâde Damad ve Mecmaul-enhur gibi bazı fıkıh kitaplarını referans göstermektedirler. Delil olarak gösterilen yerlere baktığımızda “Peygamber, kabirde mümin mi yoksa kâfir mi? bilemiyorum!“ diyen kimsenin bu ifadesinin kendisini dinden çıkaracağından söz edilmektedir. Fıkıh kitaplarındaki bir Müslümanı dinden çıkaran sözler olarak nakledilen bu ifadelerin, konu ile bir alâkası yoktur. Bu itibarla delil olamaz.

            Diyanet raportörleri, sıradan bir okurun Arapça kaynakları test etme, nakillerini doğrulama ya da sorgulama imkânlarının olmadığını bildikleri için tipik bir şark kurnazlığı sergileyerek, orijinal metinlerden diledikleri tahrifi yapma cür’etinde bulunmuşlardır. Üstelik Peygamber Efendimiz’in (sas) vefatından sonra ruhen ve manen yaşadığı ile ilgili pek çok hadisi, yazılan kitapları ve selef-i salihînin bu husustaki açık ve net mülahaza ve yorumlarını da görmezden gelerek kasten insanları yanıltmaya teşebbüs etmişlerdir.

       7. Hz. Peygamber’in Gülen Cemaatinin Müfettişi Gibi Sunulması

Önce raporu hazırlayanların bu başlık altında Hocaefendi’den yaptıkları alıntıları ve bu alıntılar üzerinden öne sürülen iddiaları verip sonra cevaplara geçmek istiyoruz.

Hocaefendi’nin vaazlarından yapılan alıntılar:

“04.10.1977 tarihinde İzmir Menemen’de yaptığı kır sohbetinde, sanki kesin bir dinî hakikatmiş gibi şu bilgiyi verir: İslam hesabına gelişen bütün muvaffakiyetler bütün zaferler, doğrudan doğruya cenab-ı risalet meâb Efendimizin teftişi altındadır, buna katiyyen inanabilirsiniz…” (17-Sesli Sohbetler-4 /Bamteli_31-40 (Kendi degerlerimiz) / 1977-04-10_Mesuliyet Duygusu – Kir sohbeti (Menemen-İzmir); dk 42.33 vd.)

Hocaefendi’nin 06.04.1979 tarihli vaazından da şu kısımlar alınmış:

“…her gün saflarını teftiş ettiğini anlatıyor, sağdan hizaya gel komutunu verdiğini anlatıyor, mescidinde seninle beraber, musallanda seninle beraber, ilim irfan yuvanda seninle beraber, âlî ve adi halkla beraber, teba ve raiyyetle beraber, doğacak günlerle beraber, hakkın geleceği günlerle beraber, batılın hâk ile yeksan olacağı günlerle beraber. Muhterem Müslümanlar, Allah’ın büyük inayeti, ihsanına mazhar olduk. Sonradan geldik, talihsiz gibi göründük ama talihliler tahtına oturduk. Arada geçenlerin önünde onlardan başka olarak başı okşananlar arasına girdik. (Sesli Vaazlar 7, 1979 04 06, İktisadi Mülahazalar-7, dk. 1:32:00)

Raporu hazırlayanlar Hocaefendi’nin yetmişli yıllarda cami cemaatine yaptığı vaazlardan yaptıkları alıntılara ekledikleri yorumlarla, onun darbeye hazırlık yaptığını ima etmektedirler: “Gülen, konunun önemine(!) binaen olacak ki yaklaşık üç ay sonra (09.07.1979) aynı iddia İzmir Hisar Camii’ndeki konuşmasında çok daha somut bir hal alır: …Mescidimize girdi ya Rabbi, Bizi teftiş etti ya Rabbi, sen biliyorsun. Sağdan hizaya gel dedi ya Rabbi…” (1979-07-09_Gonul Dunyamizdan-02 – Muhabbet fedailerinin ozellikleri – Beraat Gecesi (Izmir-Hisar Camii)-, dk. 1:13:20)

Bir diğer alıntı da şu şekildedir:

Bundan bir yıl sonra (29.06.1980) Yozgatta yaptığı konuşmada, senaryo daha da zenginleştirilir: “… Ve sonra aradan bir ay gibi kısa bir zaman mı, iki ay gibi bir zaman geçmişti, bir kardeşimiz görüyor: “Bir hayır müessesesini, mübarek teftiş etmeye gelmişler. Bütün halk yığın yığın etrafında akıyor oranın, oraya akıyor, bir müessese yapılıyor, ervahı hoşnut edecek bir müessese yapılıyor, temiz eller onun temeline harç atarken unutmasınlar, aleyhissalatü vesselam elini o harç atan elin üzerine koyuyor, o müesseselerin bütününü alkışlıyor.” Bu ikinci müşahede diyor ki: Vallahi gördüm, Resûl-i Ekrem aleyhissalatü vesselam cihan hükümdarı gibi –cihanın hükümdarlığı da ne oluyor-, cihan hükümdarı gibi oraya kadar gittiler, teşrif buyurdular ve sonra bir cami gibi yer oldu, minberin önüne geldi oturdular, orada vazife yapacak insan da vardı, teklif ettiler vazu nasihat edin diye. Ya Resûlallah! Teeddüb ederim siz varken burada nasihat edelim, orada bir tanesi başını kaldırdı “Essalatü vesselamü aleyke ya Resûlallah!” derken, tebessüm buyuruyor, beşaşetle beşaret arz ediyor, izhar buyuruyorlardı. Bundan anladık ki: Yeryüzünde Cenab-ı Hak yeniden gençliğimize bir hız verdi, bize bir emân bahşeyledi, aleyhissalatü vesselam da bu yeni ve ahir zamanda zuhur edecek temiz ve nezih ordusunu teftiş etmek üzere manen saflarımızın arasında bulunuyor. Kalplerimizi istikamet içinde tutalım, gönlümüzü o sultanı zîşana müteveccih tutalım, onun her halimize nigehbân olduğunu bilelim… Aleyhissalatü vesselam mübarek ruhuyla perisprisiyle, dublesiyle hayydır, aramızdadır ve halimize nigehbândır… Hz. Muhammed (s.a.s.) yeniden bir Allah cemaatini teftiş ediyor. Bütün bunlar, bizim yeniden bir var olma ve dirilme yoluna girdiğimizin emaresidir. Bütün bunlar, geleceğin çok farklı olmasının emaresidir. Bütün bunlar, yeryüzünde ictimai coğrafyanın ileride değişmesinin emaresidir. Ama bütün bunların olması, kendi içinde bir kısım şartlara bağlıdır… Hakkın taraftarları, kendilerine düşen vazifeyi yapmalıdırlar.” (1980-06-29_Gönül Dünyamızdan-06 – iman ve amel, dk.37: 30 vd.)

Peygamber Efendimiz’in (sas) ruhen ve manen hayattar bulunduğunu kabul etmeyen rapor yazarlarının bir diğer alıntısı da şu şekildedir:

“31 Mart 1991 tarihinde Pendik Çarşı Camii’nde yaptığı konuşmada iddia bir kere daha pekiştirilir: “Hz. Muhammed Mustafa’nın ruhaniyetinin çok ehl-i keşfin müşahedesiyle her yerde bu türlü cemaatin arasında dolaştığı söyleniyor. Öyle işler yapmaya muvaffak eyle ki teftişe gelip, bihakkın, tam tekmil, her şey yerinde, mükemmel olarak görsün ve asırlık ağlamaları, iniltileri dinmiş olsun..” (Pendik-5 (Kutsilerin Ufku), dk. 01:58:29 vd.)

Hocaefendi’nin 30-40 yıl önceki vaazlarından yapılan alıntılardan aşağıdaki iddialar çıkarılmaktadır:

  1. “Açık bir hezeyan ürünü olan böyle bir anlatım, kendi süflî amaçları için Hz. Peygamber’i açıkça istismar anlamı taşımaktadır. Bu tür iddialar batınî/ezoterik bir söylemin yansımaları olup kabul edilmesi de mümkün değildir. Bunlar çoğu zaman halüsinasyon yani gerçekte var olmayan şeyleri görmek, işitmek gibi dayanaksız algılamalardır. Dinin hakikatleri ile bağdaşmayan ve dinin temel bilgi kaynaklarına dayanmayan böyle bir iddia, İslam’a göre bir değer ifade etmez.”
  2. “Diğer taraftan Hz. Peygamber’i örgütünün müfettişi gibi göstermek, ona “sağdan hizaya gel” komutunu verdirmek, okul inşaatlarına harç koydurmak onu sıradanlaştırma sayılır. Fakat örgütünü kendi süflî amaçları doğrultusunda motive etmek ve milleti maddeten sömürmenin etkin aracı haline getirdiği “himmet”i çoğaltmak adına Gülen, bu tür sıradanlaştırmalardan da kaçınmamıştır.”
  3. “Burada altı çizilmesi gereken önemli bir başka husus da karanlık emelleri uğruna Gülen’in, başka dinlerin inanç esaslarını bile içselleştirebildiği ve onları fark ettirmeden Müslüman zihinlerde yerleştirmeye çalıştığı gerçeğidir. Zira yukarıdaki uzun pasajda Hz. Peygamber’in, “dublesiyle” diri olup, aramızda yaşadığı ve halimizi yakından gördüğü belirtilmektedir. Ruhun dublesiyle dünyada var olduğu inancı Zerdüştlükten devşirilmiş bir bilgidir. Hâlbuki İslam dininde böyle bir düşünce hiçbir zaman kabul görmemiştir.”

 Şimdi iddialara cevap vermeye geçiyoruz:

1.     Komplo teorilerine rahmet okutacak çıkarımlar

Hocaefendi’nin 1977, 1979, 1980 ve 1991 gibi çok farklı zamanlarda, Diyanet’in bir vâizi olarak dine, imana, ahlakî değerlere bağlı bir nesil yetiştirilmesinin hayatî önemini anlattığı vaazlarından komplo teorilerine rahmet okutacak çıkarımlarda bulunulmaktadır. Sanki Hocaefendi, önceden cami cemaatini Allah Resulü’nün (sas) görüldüğü rüyalarla darbeye hazırlıyor gibi bir imaj oluşturmaya çalışılmaktadır. Oysaki Hocaefendi, dine yapılan hizmetlerle Peygamber Efendimiz’in ruhen ve mânen çok yakından alâkalı olduğuna, rüyalarda müjde ve inzarlarda bulunduğuna dikkat çekerek, iman ve Kur’an hizmetine teşvik etmektedir. Bunu da konu ile ilgili pek çok âyet ve hadisi anlatıp analiz ederek, sahabe hayatından çok canlı misaller arz ederek sunmakta ve bu arada Allah Resulü’nün (sas) görüldüğü rüyalardan da misal vermektedir.

Diğer taraftan 12 Eylül 1980 darbesinde en çok mağdur edilen, zarar gören Diyanet görevlilerinden biri Fethullah Gülen Hocaefendi’dir. Hocaefendi, altı sene çok zor şartlarda yaşamış ve sonunda masum ve suçsuz olduğu tescil edilerek takipten vazgeçilmiştir. Eğer Hocaefendi, darbeye hazırlık yapan bir insan olsaydı herhalde darbeciler tarafından mükafatlandırılması gerekirdi. 12 Eylül 1980 Askerî darbe komisyonu, Hocaefendi’nin vaazlarından herhangi bir darbe iması dahi çıkarmamışken Rapor yazarlarının bu konuşmalardan kırk yıl sonra darbe senaryoları çıkarmaya kalkması akla ziyan bir çıkarımdır!

Hocaefendi, o gün sıradan halk kitlelerinden, esnaftan, tüccar ve talebe sınıflarından oluşan ve bir camiyi dahi doldurmayan bir dinleyici kitlesi ile mi darbe hazırlığı yaptı?! Rapor yazarları madem bu kadar eşsiz bir zekaya, öngörü ve önsezisiye sahipti de neden kırk yıl önceki bir tehlikeyi ancak sezebildi? Acaba oldukça geç gelen bu kehanetiyle Diyanet kurumunun bizzat kendisi bu millete ve vatana ihanet etmiş olmuyor mu? Öyle ya, sözde bir vatan hainini kırk yıl boyunca kendi resmî kürsülerinden konuşturarak önünü açacak, kalabalık halk kitlerinin bu vaazları dinleyebilmeleri için her türlü imkana bizzat önayak olacaksın… Sonra da sanki Hocaefendi camilerinizi zorla işgal etmiş gibi ona dışarıdan bir hain damgası vuracaksın! Gerisini okuyucunun anlayışına bırakıyoruz!…

          2. Peygamberimiz’i rüyada görmek halüsinasyon değildir

Dinin temel kaynaklarına göre Peygamberimiz’i (sas) rüyada görmek bir hezeyan veya ve halüsinasyon değil, mübeşşirattandır.Zira en sağlam hadis kaynaklarında geçtiği üzere Peygamber Efendimiz (sas) kendisini rüyada görmenin hak olduğunu ve şeytanın Allah Resulü suretinde insanların rüyalarına giremeyeceğini bildirmektedir. Bu konudaki hadisler başta Buhârî ve Müslim olmak üzere hemen hemen bütün hadis kitaplarında yer almaktadır. İmam Buhârî Sahih’indeRüya Tabirleri” kitabında “Rüyada Peygamber’i (sas) görenler” adı altında müstakil bir bap ayırarak bu husus ile ilgili hadislerden beş tanesine yer vermiştir. Bunlardan iki tanesi şu şekildedir:

“Beni rüyada gören gerçekten görmüştür.Şeytan benim şeklime girip temessül edemez.” Bir diğer hadiste de Peygamber Efendimiz: “Beni rüyada gören sahih bir rüya görmüştür.”[53]

Dolayısıyla Peygamber Efendimiz (sas) rüyada ne şekilde görülürse görülsün bu rüya haktır. Böyle bir rüyada şeytanın müdahalesi söz konusu değildir.[54] Sahih hadislerde, Allah Resulü’nün (sas) görüldüğü rüyaların hak ve gerçek bir rüya olduğu bildirildiği, âlimler tarafından da bu böyle kabul edildiği halde Rapor yazarları, böyle bir rüyaya “hezeyan”, “senaryo”, “halüsinasyon” ve “ezoterik bir söylem” demektedir. Üstelik bir de İslam’ın temel kaynaklarında olmadığını iddia etmektedir.

Görüldüğü gibi Rapor yazarları kendi dinî ve inanç referanslarıyla çelişecek iddialarda bulunmaktadır. Buhârî hadisinde geçen bir hakikate bile ‘ezoterik’ diyecek kadar ileri gidebilmektedir! Bu hadisin zahirî ve lafzî manasından, Hz. Peygamber’in (sas) rüya ve manevî müşahedelerde görülebileceği hakikatini bir lise talebesi dahi çıkarabilir. Ama nedense Rapor yazarları kendi referanslarını bile hiçe sayarcasına buna ‘ezoterik’ bir anlam yükleyebilmektedir

         

          3. Sıradanlaştırma iddiası

Peygamber Efendimiz’in (sas) rüyada görülmesi ve bunun dine, imana, Kur’an’a hizmet edenlere bir mübeşşirat olarak anlatılmasını Hz. Peygamberi (sas) sıradanlaştırma olarak yorumlamak ya da süflî amaçlar için suistimal etmek olarak anlamak, aykırı bir tutumdur. Hiçbir şekilde bu nev’î rüyalardan böyle bir sonuç çıkarılamaz. Aksine bu tür rüyalar bağlayıcı olmasa da asırlardır mümin topluluklarına manevî motivasyon ve moral desteği sağlamıştır. Zira insanları hayırlı işlere teşvik amacıyla, şerî bir hükme veya dinî bir kaideye muhalif olmayan rüyalar anlatılabilir.[55] Peygamber Efendimiz’in (sas) rüyada, eğitim kurumlarının açılmasını takdir ve teşvik etmesi dinin bir hükmüne veya kaidesine muhalif değildir.

Hz. Peygamberle (sas) ilgili görülen rüyalar şahıslarla ilgili olabileceği gibi geniş mümin topluluklarıyla da alâkalı olabilir. Tarih boyunca rüyalar şer’i mahmiller çerçevesinde hem bireysel hem de toplumsal olarak tabir edilip yorumlanmıştır. Elbette bu yorumların şer’î bağlayıcılığı olmadığı herkes tarafından bilinir. Rüyalar bireysel ve subjektif manevî bir tecrübe alanına aittirler. Dolayısıyla ancak manen ve moral desteği kapsamında yorumlanırlar. Selef-i salihîn öteden beri bu kayıtla rüya yorumunu meşru görmüştür. Belli kayıtlarla da olsa rüyalardan mânen işaret ve dersler çıkarmada hiçbir mahzur olmadığı hususunda genel kabul vardır. Bu yüzden herhangi bir müminin rüyasından -şer’î bağlayıcılığını iddia etmemek kaydıyla- kişisel ya da toplumsal anlamlar çıkarılmasına hiçbir şekilde ‘dinî argümanları istismar etme ya da süflilik‘ şeklinde bir anlam yüklenemez.

Hocaefendi, Anadolu insanının maddî manevî hayırhahlık duygularını; dine, imana, ilme ve eğitim faaliyetlerine yöneltmiş bir kanaat önderidir. Onun teşvik ve tavsiyeleri ile yurt içinde ve yurt dışında yüzlerce eğitim müessesi açılmıştır. Hocaefendi’nin kitaplarının bir kısmından gelen telif ücreti dışında herhangi bir geliri ve dünyalık adına da herhangi bir malı mülkü yoktur. Eğer olsaydı bu raporu yazma talimatı verenler bunu bütün dünyaya haykırır ve duyururdu! Dolayısıyla Hocaefendi’nin rüya vb. yolları kullanarak kitlelerin dini duygularını istismar ettiği ve kendi şahsına maddî ve sosyal bir çıkar sağladığı iddiası kuru bir iftiradan öte bir şey değildir.

          4. Peygamberimiz’in ruhaniyatını inkar

Hocaefendi’nin, “Aleyhissalatü vesselam mübarek ruhuyla perisprisiyle, dublesiyle hayydır, aramızdadır ve halimize nigehbândır.” şeklindeki yaklaşımı İslam âlimlerinin yorumuna muhalif bir yorum değildir. Peygamber Efendimiz’in (sas) yakazada görülmesi bizzat bedeniyle görülmesi manasına değildir. Görülen Peygamber Efendimiz’in (sas) misalî ve manevî bir suretidir. Peygamber Efendimiz’in (sas) zatı ise görülen misalden farklıdır. Yakazada görülen Peygamber sureti, O’nun ruhu ve şahsı değildir. Yine ona ait misali bir suretten ibarettir.”[56]

Peygamberlerin kabirlerinde hayatta oldukları hadiste bildirildiği gibi[57] aynı zamanda Peygamber Efendimizin (sas) vefatından sonra yakazada görülebileceği de haber verilmiştir.[58]

Nitekim büyük müfessir Allâme Âlusî, Ahzap suresi 33/40. âyetin tefsirinde, Peygamber Efendimiz’in pek çok kimse tarafından uyanık iken görülmesini şu şekilde açıklamaktadır: Peygamber Efendimizin yakazada görülmesi, Onun mukaddes ruhuna bağlı misalî bir bedenin görülmesi şeklindedir. Allah Resulü’nün ruhuna bağlı sayılamayacak kadar misali bedenin olmasına da bir mani yoktur. Zira, Peygamber Efendimizin ruhuna bağlı pek çok misali bedenin olması, insanın ruhunun cesedindeki bütün parçaları ile ilişkisi gibidir. Ruhun, misalî bedenleriyle, irtibatında, ilişkisinde, duyup hissetmesinde âletlere de ihtiyacı yoktur.[59]

Görüldüğü üzere âlimler tarafından Peygamber Efendimiz’in (sas) yakazada pek çok yerde görülmesi O’nun mukaddes ruhuna bağlı misalî bedenler ile açıklanmaktadır. Nitekim Hocaefendi bu konuyu bir başka eserinde, parapsikoloji, spiritualizm gibi disiplinler ile mukayese ederek şu şekilde izah etmektedir:

Ruhun kendisine has bir kılıfı vardır. Biz, ona misalî beden diyorsak da daha başka birçok isimle de anılmaktadır o. Gılâf-ı nurânî’, latîfe-i seyyale, esîrî beden, enerji beden,’ ‘ikinci beden, perispiri, duble, fantom, astral vücud… vs. Her şey çift yaratıldığına göre[60] fizikî bedenimizin de bir ikizi olması gerekir ki işte bu, misalî bedendir. Latîf ve akıcı olan bu beden, aynı zamanda ruha kılıflık ve elbiselik vazifesi görür; vefattan sonra da ruhu çıplak bırakmaz ve bedeni terk etmekle beraber, ruhla arkadaşlığını devam ettirir. Ruh maddî kılıfı atar ama, misalî bedeni çıkarıp atmaz. İslâmî kaynaklarda bahsedildiği ve medyumlar tarafından da tasdik olunduğu üzere, bazı uzuvları kesilmiş insanlarda kesilen uzvun ruhun misalî bedenine ait varlığı hissedilmektedir.”[61]

Yine bu konu ile ilgili olarak Hocaefendi, dublenin (dedupleman) zaman ve mekâna bağlı olmayıp nuranî bir varlık olduğuna dikkat çekerek İslam tasavvufunda buna verilen isimleri ve onların günümüzdeki karşılıklarını ifade etmektedir:

 “Bizim literatürümüzde ona Vücud-u mevhibe-i Hakkânî veya Rabbanî ” denilmektedir. Astral beden” de aynı mânâya kullanılır. Spirtualizmada, yaşayan insanların fantom” larına bu isim verilmektedir.”[62]

Dolayısıyla Hocaefendi, Peygamber Efendimiz’in (sas) yakazada değişik yerlerde temessül etmesini İslam âlimlerinin yaklaşımlarını merkeze koyarak ele alıp işlemektedir. Ve konuyu anlatırken günümüzde insanın misalî bedeni ile ilgili olarak spiritüalizm, parapsikoloji, kirliyan fotoğrafçılığı gibi değişik alanlarda kullanılan kavramları da kullanmakta, onların yaklaşımlarından da bahsetmektedir. Onun bu şekilde bir meseleyi hem İslamî literatür hem de modern dünyanın kullandığı bir dil ile anlatması bir zenginliktir. Bir konuyu, İslam’ın temel kaynaklarına ve âlimlerin yaklaşımlarına uygun olmak şartıyla, farklı kültürden insanlara da hitap eden bir terminoloji ile anlatmanın tenkit edilecek bir yanı yoktur. Üstelik günümüz insanına anladığı dilden hitap etmek açısından tebliğ ve irşadın da bir gereğidir.

Tasavvufta kalp ve ruh ufkunda yaşayan bazı insanların ruhlarının değişik yerlerde görülmesi, “misalî vücud”, Vücud-u mevhibe-i Hakkânî veya Rabbanî” gibi tabirlerle ifade edilmiştir.[63] Nitekim, İslam tasavvufunda, Allah dostlarından olan “Ebdâl ” denilen kimselerden bahsedilir. Bunlar bir anda değişik yerlerde görülme özelliği olan insanlardır.

Bu konuda pek çok misal nakledilmektedir. Ayrıca çağımızda yaşamış insanlardan Bediüzzaman’ın, Eskişehir ve Denizli’de hapishanede iken camide namaz kılarken görülmesi[64], Sultan Abdülhamit’in hacca gitmediği halde defaatle hacda müşahede edilmesi meşhurdur. Ayrıca spiritüalizm, parapsikoloji ve metapsişik konularda yazılan kitaplarda, ruhun perisprisinin veya dublesinin değişik yerlerde görülmesi ile ilgili pek çok örnekler verilmektedir.[65]

Rapor yazarlarının Peygamber Efendimiz’in (sas) perisprisi veya dublesiyle görüşmenin Zerdüştlük’ten alınarak uyarlandığı iddiası da son derece tutarsızdır. Zira, İmam Gazzalî, İmam Suyutî, Âlusî gibi alimler Peygamber Efendimiz’in (sas) yakazada pek çok yerde görülmesini, “misalî beden” ile açıklamışlardır. Ve bu şekildeki yaklaşımlarından ötürü de kendilerine Zerdüştlük’ten alıp, uyarlama yaptıkları yönünde bir tenkit olmamıştır.

Netice itibariyle, Rapor yazarları, Peygamber Efendimiz’in (sas) ümmetiyle manen yakından ilgilenmesini kabul etmiyorlar. Allah Resulü’nün (sas) dine, imana hizmet edenleri, binbir fedakârlıkla hayır kurumları, eğitim müesseseleri açanları rüyada teftiş, takdir, mânen tebrik ve inzarda bulunmasını inkar ediyorlar. Peygamber Efendimiz’i (sas) rüyada, yakazada gördüğünü söyleyenleri, dalalet ve hezeyanla itham ediyorlar. Din ve diyaneti temsil konumunda olanların bu yaklaşımı İslam’ın temel kaynakları ve geleneği ile telif edilemez. Diyanet’in Allah Resulü’nün görüldüğü rüya veya yakazaların naklini dalalet ve hezeyan gibi göstermesinin, dinin maneviyat ve ruhaniyatını kabul etmemesinin, bu konudaki hadisleri, ilim ve irfan sahiplerinin yaklaşımını görmezlikten gelmesinin ve materyalist bir bakış açısı ile İslam’ı yorumlamasının kabul edilebilir bir yanı yoktur.

          5. Peygamber tasavvuru

Müslüman topluluklar İslam tarihi boyunca Hz. Peygamber’in (sas) maddî ve manevî slüetini merak ve ilgi ile araştırmışlardır. O’nun (sas) maddî ve cismanî bedenini detaylı bir şekilde tasvir eden rivayetler üzerinden, harika hilye-i şerifler oluşturulmuştur. Acaba Türk islam hat sanatının en güzide tabloları şeklinde büyük bir bedii zevkle inşa ve ibda’ edilen o muhteşem hilyeler Zerdüşizmin tesirinde mi meydana getirilmiş, yoksa peygamber muhabbetinin manevî ve irfanî bir zevki olarak mı ortaya çıkmışlardır?

Hiç kuşkusuz o muhteşem tablolar, Türk İslam irfanının bedii bir zevki ve Peygamber (sas) muhabbetinin sanatsal bir formu olarak inşa ve ibda’ edilmişlerdir. Osmanlı döneminde o tablolardan herhangi birisinin duvarlarını süslemediği tek bir Müslüman evi yok gibiydi. Çünkü Müslümanlar, tarihin belli bir döneminde Arap çöllerinde ve bedevî bir kavim içinde zuhur edip belli bir ömür sürmüş ve sonra da tarih sahnesinden çekilmiş ölü bir peygamber tasavvuruna hiç bir zaman sahip olmamışlardır. Onlar her zaman peygamberin manevî hakikatiyle yaşamış, rüya ve yakazalarında O’nun misalî ve manevî suretlerini görebilme heyecan ve umuduyla ona yüzbinler salavatlar okuyarak; O’nu şiire, hilye ve hat sanatının ölümsüz eserlerine işleyerek, canlı ve her an bir arada bulundukları bir peygamber tasavvuru ile yaşamışlardır.

İslam tasavvuf tecrübesi asırlarca, Peygamberi (sas) rüya ve yakazalarda görebilmenin manevî ve rûhânî imkanını araştırmış, irfanî ve zevkî bir peygamber muhabbeti inşa etmişlerdir. İşte gerek hat ve hilye sanatı ve gerekse peygamber muhabbetinin sanatsal ve irfanî bir formu ve ifadesi olan salavat metinleri, kasideler ve medhiyeler ile Müslümanlar, asırlardır Hazreti Peygamber’in muhabbetini gönüllerde canlı tutmaya çalışmışlardır. Peygamber tasavvurunun bu kadar canlı, derin manevî ve irfanî etkiye sahip bulunduğu bir toplumda, O’nun Müslümanların rüya ve yakazalarında misalî ve manevî suretler olarak görülmesinde yadırganacak ne vardır?

Acaba Rapor yazarları, bin beş yüz yıldır Müslüman toplulukların büyük bir irfanî zevkle, derin muhabbet ve şevkle ilmik ilmik işlediği bir peygamber tasavvur ve muhabbetinden rahatsızlık mı duymaktadır ki onun rüya ve yakazalarda görülmesini Zerdüştlük tesirine hamlederek bin küsur yıllık geleneği inkara yeltenmektedir? Rapor yazarlarının bu tavrı gerçekten anlaşılır gibi değildir.

       8. Hz. Peygamber’e Söylemediklerini Söyletme

Hocaefendi’nin 17.10.1974 tarihli Manisa’da yaptığı konuşmadan şu kısım alıntı yapılmış: “İmanı, derecede had safhaya geldiği zaman, üzerine yüklenen mesuliyetten ötürü, insan değil de keşke ağaç olsaydım diyordu Allah Resûlu, insan değil de keşke hayvanların yediği ot olsaydım, insan değil de şu ağacın başındaki kuş olsaydım, sonra insanlar beni yeseydi, insanların vücudunda yerimi alsaydım ve sonra da beni dışarıya çıkarsalardı…” (17-10-1974, Manisa, Sesli Vaazlar-12, ışığa doğru, 02, dk. 42:57- 43:20 arası).

Bir diğer alıntı da şu şekildedir: “Hak yolunda olunduğunun manen teyidi sayılabilecek bir emare olarak ifade etmek isterim ki; bu istikamette yürürken, şimdiye kadar yüzlerce, belki binlerce bazen rüyada bazen de yakazaten Efendimiz (aleyhis-salatü ves-selam) müşahede edilmiş ve onun müjdesine mazhar olunmuştur…Birçok vesile ile bu kimseler için Efendimiz: Korkmayın biz sizin arkanızdayız, ben bu hizmette sizin arkanızdayım” demiştir.” (Gülen, (2014), Mefkûre Yolculuğu, Nil Yayınları, İstanbul s. 170.)

Rapor yazarları Hocaefendi’nin vaaz ve kitabından yukarıdaki alıntıları yaptıktan sonra şu iddiaları öne sürüyorlar:

  1. Gülen, hadis uydurmaktadır: Bu iddialarını da şu şekilde temellendiriyorlar: “İnsanlar beni yeseydi; insanların vücudunda yerimi alsaydım ve sonra da beni dışarıya çıkarsalardı” şeklindeki çirkin ifadeleri Hz. Peygamber’e isnat edebilme cüretinde bulunmuş olması, onun Hz. Peygamber’e olan hürmet ve sevgisinin ne denli sahte olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.”
  2. Cemaati motive etmek için rüya uydurmaktadır:Gülen’in konuşmalarında bağlılarını motive etmek için Hz. Peygamber’in ağzından “Korkmayın biz sizin arkanızdayız, ben bu hizmette sizin arkanızdayım, demiştir” şeklinde ifadeler nakletmesi, geçmişte kendi fırkalarını desteklemek için hadis uyduranların yaptığından farksızdır.”[66]

İddialara Cevaplar:

 

          1. İddiaların tutarsızlığı

Rapor yazarlarının Hocaefendi’yi, “Keşke kesilip biçilen bir ağaç olsaydım…” rivayetinden ötürü hadis uydurmakla itham etmelerinin isabetli olup-olmadığını anlamak için hadis kaynaklarında bu sözün kime ait olduğuna ve Hocaefendi’nin de değişik eserlerinde onunla ilgili ne dediğine bakmak gerekir. Bu ifade şu hadisin son kısmında geçmektedir: “Ben sizin görmediğinizi görüyor, duymadığınızı duyuyorum; âh bir bilseniz, gök bir gıcırdayışla gıcırdayıp inledi ki!. Zaten öyle olması gerekirdi; zira göklerde meleklerin secdegâhı olmayan dört parmak kadar bile boş yer yoktur. Allah’a yemin ederim ki eğer azamet-i ilâhî adına benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız, hatta zevcelerinizle bir arada bulunmaktan kaçınır, dağ ve sahralarda çığlık çığlık Allah’a yalvarırdınız. Keşke, kökünden sökülen ve kesilip-biçilen bir ağaç olsaydım.”[67] Hadisin son kısmında altı çizili olarak nakledilen kısmın kime ait olduğu ile ilgili olarak iki ayrı yaklaşım vardır:

1. Bu rivayet, Tirmizi, İbn-i Mace ve Hakim’in kitaplarında rivayet ettiklerine göre Peygamber Efendimiz’e (sas) aittir.[68] Tirmizi’de “Keşke kesilip biçilen bir ağaç olsaydım…” ifadesi Peygamber Efendimiz’in (sas) sözü olarak rivayet edildikten sonra devamında başka bir rivayette Hz. Ebu Zer’e ait olduğu da kaydedilmektedir.

  1. Sözü edilen rivayet, Ahmed ibn Hanbel, Ebu Davut ve Beyhaki’nin eserlerine bakıldığında Peygamber Efendimiz’e değil, hadisi nakleden sahabeden Ebu Zer’e ait görülmektedir.[69]

Hocaefendi, alıntı yapılan vaazda bu sözün Peygamber Efendimiz’e (sas) ait olduğunu söylerken pek çok yazılı eserinde de bunu tekrarlamaktadır. Şimdi Hocaefendi’nin eserlerinden ilgili yerleri nakledelim:

Akrabü’l-Mukarrabîn ve Seyyidü’l-Hâşiyîn de: “Ben sizin görmediğinizi görüyor, duymadığınızı duyuyorum; âh bir bilseniz, gök bir gıcırdayışla gıcırdayıp inledi ki!. zaten öyle olması gerekirdi; zira göklerde meleklerin secdegâhı olmayan dört parmak kadar bile boş yer yoktur. Allah’a yemin ederim ki eğer azamet-i ilâhî adına benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız, hatta zevcelerinizle bir arada bulunmaktan kaçınır, dağ ve sahralarda çığlık çığlık Allah’a yalvarırdınız.” buyurur.[70] Bu hadiste hem Peygamber’in iltica buudlu haşyeti –ki, kendi, bilinebilecek her şeyi bildiği hâlde firarı değil O’na sığınmayı seçmiştir– hem de diğer insanların firar buudlu heybetlerini anlatmıştır… Ebû Zerr (radıyallâhu anh) hadise: “Keşke, kökünden sökülen ve kesilip-biçilen bir ağaç olsaydım.”[71] ilavesiyle kendi hesabına bu düşünceye beliğ bir tercüman olmuştur.”[72]

Nakledilen yerde altı çizilen ifadelerde görüldüğü üzere Hocaefendi, bahsi geçen ifadenin Hz. Ebu Zer’e ait olduğunu gayet net söylemektedir.

Hocaefendi, “Havf ve Haşyet” makalesinde zikredilen bu hadisi naklederek, son tarafındaki ifadenin Peygamber Efendimiz’e değil Ebu Zer’e ait olduğunu: “Hazreti Ebû Zerr bu hadîsi dinleyince, “Keşke, kökünden sökülen ve kesilip-biçilen bir ağaç olsaydım” demekten kendisini alamamıştır.”[73] ifadeleriyle belirtmiştir.

Hocaefendi, bir başka yerde “iltica buudlu haşyet”in ne manaya geldiğini açıklarken yine bu sözün Hz. Ebu Zer’e ait olduğunu açıkça ifade etmektedir: “Ebû Zerr Hazretlerinin “Keşke, kökünden sökülen ve kesilip biçilen bir ağaç olsaydım!” ifadesi de kendi hesabına “firar buudlu heybet” e güzel bir misaldir.” [74]

Yine başka bir yerde hadisin sonundaki bu sözün kime ait olduğu ile ilgili olarak: “Hazreti Ebû Zerr bu hadisi dinleyince, Keşke, kökünden sökülen ve kesilip biçilen bir ağaç olsaydım.”[75] demekten kendisini alamamıştır.”[76]

 Görüldüğü üzere Hocaefendi’nin vaazında zikrettiği rivayet bazı hadis alimlerine göre Peygamber Efendimiz’e (sas), bazılarına göre ise Hz. Ebu Zer’e aittir. Hocaefendi de bu sözün alıntı yapılan vaazda Allah Resulü’ne (sas), diğer eserlerinde ise Ebu Zer’e ait olduğunu söylemektedir. Bu durumda şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır: Hocaefendi’nin bütün eserlerini inceleyerek bu raporu hazırladıklarını iddia edenlerin ya gerçekten onun bütün eserlerini analiz etmedikleri veya etseler bile öne sürdükleri iddiaları çürütecek yerleri görmezden gelerek onu itham etmek için 1974 tarihli bir sesli kaynağı referans gösterdikleri anlaşılmaktadır. Bu tür bir yaklaşımının ne kadar ilim, hakperestlik ve insaf ölçülerine uyduğunu okuyucuya bırakmak istiyoruz.

          2. Rüya uydurma iftirası

Hocaefendi’nin cemaati motive etmek için rüya uydurduğu iddiasına gelince o kendisinin değil başkalarının gördüğü rüyaları anlatmaktadır.Hocaefendi’nin Peygamber Efendimiz (sas) adına -hâşâ- rüya uydurmadığına delil olarak alıntı yapılan yere, öncesi ve sonrasıyla bakmak gerekir. Şimdi alıntı yapılan kısmı öncesiyle birlikte verelim:

Nâm-ı Celîl-i İlâhî’yi dünyanın dört bir tarafına duyurma gayesiyle evini-barkını, yurdunu-yuvasını terk edip yollara dökülen insanlar da esasında i’lâ-i kelimetullah vesilesiyle ayrı bir çizgide Hak rızasını elde etme yolunda bulunmaktadır. Hak yolunda olunduğunun mânen teyidi sayılabilecek bir emare olarak ifade etmek isterim ki; bu istikamette yürürken, şimdiye kadar yüzlerce, belki binlerce, bazen rüyada bazen de yakazaten Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) müşâhede edilmiş ve O’nun müjdesine mazhar olunmuştur. Mesela birisi diyor ki mübarek bir gecede oturduk, sabaha kadar birkaç bin tane salât u selâm okuduk. Daha sonra Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (aleyhi ekmelüttehâyâ ve ekmelütteslîmât) temessül etti ve “Ben bu hizmette sizin arkanızdayım.” dedi.”

Hocaefendi, bu ifadelerinin devamında da şunları söylüyor: “Aslında sübjektif olan bu türlü şeyleri anlatmaktan hicap duyuyor ve sıkılıyorum. Fakat meselenin benimle alâkası olmadığından, kimi zaman bu türlü müşâhedeleri ifadede de fayda mülâhaza ediyorum.” (Mefkure Yolculuğu, Nil yay., İstanbul, 2014, s. 170)

Görüldüğü üzere Hocaefendi, kendisine aktarılan bir rüyadan bahsediyor. Aynı yerde bu tür şeyleri neden anlattığının gerekçesini de şu şekilde açıklıyor: “Ayrıca bu tür hâdiseleri, çocuklara verilen şekerleme nevinden, ümit ve şevki kamçılama adına bir tür şekerleme olarak kabul etmek gerekir. Yoksa sadık bir hakikat eri, bunların hiçbirine talip olmamalıdır. En mücriminiz olan ben bile şöyle diyorum: “Allah’ım! Dünyada bazı şeyler vermek suretiyle ahirette lütfedeceğin nimetleri burada kullandırma! Bizleri, “Bütün zevklerinizi dünya hayatınızda kullanıp tükettiniz.’ âyetinin tokadıyla tokatlama!” Fakat her şeye rağmen bazı insanlar, çetin ve sıkıntılı dönemlerde, bu türlü hâdiseleri, kuvve-i mâneviyeyi takviye adına önemli görüyor ve bir Peygamber referansı şeklinde değerlendiriyorlarsa anlatılmasında mahzur olmasa gerek.”[77] Nitekim İslam âlimleri de insanları hayırlı işlere teşvik amacıyla, şer’î bir hükme veya dinî bir kaideye muhalif olmayan rüyalar anlatılabilir, demektedirler.[78] Netice itibariyle Rapor yazarlarının ortaya attığı iddialar İslam dininin kaynaklarına göre geçersizdir. Üstelik, Hocaefendi’nin bir konudaki yaklaşımını bütünlüğünden kopararak, aradan bir ifadesini cımbızlayıp alarak onu yalan rüya uydurmakla itham gibi bir iftiraya tenezzül etmişlerdir. Onların bu şekildeki tavrıyla hareket edildiğinde dünyada başta raporu hazırlayanlar olmak üzere tadlil ve tekfir edilmeyen insan kalmaz. Bu açık iftira ve cüretkâr tavır karşısında yalnızca; “Hayâsız olduktan sonra istediğini yap!”[79] hadisini hatırlatarak, ahlakî dindarlığın en temel ilkeleri olan doğruluk ve dürüstlük karşısında Rapor yazarlarının sergilediği bu tavır hakkındaki değerlendirmeyi kıymetli okurlarımıza bırakıyoruz.


[1] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 39.

[2] Buhârî, tabir 10; Müslim, rü’ya 11.

[3] https://www.dar-alifta.org/ar/ViewFatwa.aspx?ID=14710&LangID=1; https://www.draligomaa.com/index.php)

[4] Şa’rânî, el-Mizânü’l-Kübrâ, 1: 182; İbn İlîş Ebû Abdillâh Muhammed ibn Ahmed ibn Muhammed İlîş el-Mısrî, Fethu’l-aliyyi’l-Mâlik fi’l-fetvâ alâ mezhebi’l-İmami’l-Mâlik, Beyrut: Dâru’l-fikr, 1299/1881, 1: 92-93.

[5] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 41.

[6] Buhârî, iman, “Bab-ı havfı’l-mü’min min en yahbata ameluhu ve hüve lâ yeş’ur”; Beğavî, Hüseyin ibn Mes’ud, Şerhu’s-Sünne, Beyrut: Mektebetü’l-İslâmî, 1983, 1: 40.

[7] Ebu Nuaym, Hilyetü’l-evliya ve tabakatu’l-asfiya, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-arabî, 1988, 2: 307.

[8] Heysemî, Mecmaü’z-zevâid, 3: 42.

[9] İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikin, Tahk., Abdülaziz ibn Nâsır, Dâr-ı Taybe, 1991, 1: 339.

[10] Tirmizî, iman 38; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 8: 152.

[11] Aynî, Umdetü’l-kâri, 1: 276.

[12] Gülen, Kulûbu’d-Dâria, s. 142.

[13] Nebhanî, Câmiu kerâmâti’l-evliya, 1: 494; Safûrî, Nüzhetü’l-mecâlis ve müntehabu’l- nefâis, Mısır: Matbaa Kastalya, 1: 90; Abdulkadîr el-Ânî, Beyanü’l-meânî, Şam: Matbaatu’t-Terakki, 1965, 4: 80-81.

[14] Gülen, Ölümsüzlük İksiri, s. 104.

[15] Nursî, Sözler, s. 531.

[16] https://sorularlarisale.com/taniyanlarin-dilinden/hulusi-yahyagil-albay-haci-ibrahim-hulusi

[17] Okumuş, Prof. Dr. Ömer, Klasik Türk Şiirinde Hz. İsa Kavramı, İstanbul: Sütun Yayınları, 2014, s. 11; Saadet Arzı, “On Altıncı Yüzyıl Divan Şiirinde Ulü’l-Azm Peygamberler”, Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2018, s. 125.

[18] Mevlânâ, Mesnevî,çev., Veled İzbudak, İstanbul: MEGSB Yayınları, 1988, 2: 142.

[19] Mine Mengi, Mesîhî Dîvânı, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 1995, s: 173.

[20] Ali Emre Özyıldırım, Hamdullah Hamdî ve Dîvânı, Ankara: Kültür Bakanlıgı Yayınları, 1999, s. 154.

[21] Gülen, “Muhabbet Fedailerinin Özellikleri” 8 Temmuz 1979 Hisar Camii, (12:54-13-23); Gülen, Fasıldan Fasıla, 3: 232.

[22] Gülen, Enginliğiyle Bizim Dünyamız, s. 101; Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler, 3, 85.

[23] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 43.

[24] Gülen, Ölümsüzlük İksiri, s. 104.

[25] Gülen, Prizma, 1: 128.

[26] Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, 3: 293.

[27] Buhârî, tabir 6; Müslim, salât 479.

[28] el-Askalanî, İbn Hacer, (), Fethu’l-Bâri şerhu sahihi’l-Buhârî, Beyrut: Dâru’l-ma’rife, 1960, 12: 375.

[29] Enbiya, 21: 107.

[30] Aliyyü’l-kârî, Mirkâtü’l-mefâtih, 7: 2916.

[31] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Rüya” maddesi.

[32] Yunus, 10: 62-64.

[33] Tirmizî, tefsir sure 10, 2; İbn Mâce, rüya 1.

[34] Leknevî Muhammed Abdü’l-Hayy, Zaferu’l-emânî, thk., Abdulfettah Ebu Gudde, Beyrut: Mektebetü matbuati’l-İslamiyye, 2006, s. 117.

[35] Yusuf, 12: 36, 41-49.

[36] Buhârî, tabir 47; Ebu Davud, iman 10.

[37] Yusuf, 12: 46-48.

[38] Buhârî, ilim 22; tabir 15, 16, 34, 37; Müslim, fezâilü’s-sahabe 16.

[39] Gülen, Kendi Ruhumuzu Ararken, s. 262.

[40] Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, 4: 119.

[41] Şûra, 42: 11.

[42] Kadı Iyaz, Musa ibn İyaz, İkmalü’l-Mü’lim bifevaid-i Müslim, Daru’l-vefa, 1998, 7: 220; İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, 9: 469/478; Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtu’l-Mefâtih, 3: 206.

[43] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Süleyman Uludağ, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2008, “Rüya” maddesi.

[44] Âlûsî, Ruhu’l-meânî, 6: 348; 9: 52.

[45] Nablusî, Abdulganî, Tatîrul-enam fi tabiril-menam, Beyrut: Dâru’l-fikir, ts., s. 9.

[46] Muhammed ibn Sirin, Abdulgani en-Nablusî, Mucemu tefsiril-ahlâm, Haz., Bâsıl el-Berîdî, Abu Dabi: Mektebü’s-safâ, 2008, s. 950.

[47] Buhârî, ta’bîr, 45; Ahmed b.Hanbel, el-Müsned, 2: 96.

[48] Hud, 10: 17.

[49] Gülen, Sonsuz Nur, 1: 123.

[50] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s.45

[51] Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 2: 389.

[52] Suyûtî, Tenvîru’l-halek, s. 17.

[53] Buhârî, tabir 10; Müslim, rü’ya 11.

[54] Nevevî, el-Minhâc, 15: 24; İbn Hacer, Fethul-Bâri, 12: 383: Aynî, Umdetü’l-kârî, 2: 154.

[55] Şâtıbî, el-Muvâfakât, 2: 457.

[56] Suyûtî, Tenvîrü’l-halek, s. 14.

[57] Bezzar, el-Müsned, 13: 62 (6391)

[58] Buhârî, tabir 10; Müslim, rü’ya 11.

[59] Âlûsî, Ruhu’l-meânî, 16: 146.

[60] Zâriyat, 51: 49.

[61] Gülen, İnancın Gölgesinde, 1: 97.

[62] Gülen, Varlığın Metafizik Boyutu, s. 40.

[63] Bkz. İmam Rabbânî, Mektubat, 1: 544 (287. Mektup); Ahmed Nakşebendî el-Hâlidî, Câmiu’l-usul fi’l-Evliya, Beyrut: Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, s. 230.

[64] Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, İstanbul: Envar Neşriyat, ts., s. 215.

[65] Bkz. Sheila Ostrander, Lynn Schroeder, Rusya’da Tanrı’ya Dönüş; Dr. Bedri Ruhselman, Tecrübî neo-ispirtüalizma: Ruh ve madde)

[66] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 49.

[67] Tirmizî, zühd 9; Ahmed ibn Hanbel, el-Müsned, 5, 173.

[68] İbn Mace, zühd, 19; Hâkim, el-Müstedrek, 2: 554 (3883); Tirmizî, zühd 9.

[69] Ahmed ibn Hanbel, el-Müsned, 5: 173, (21516); Ebu Davud, (1993) ez- Zühd, dâru’l-mişkât, s. 186; Beyhakî, es-Sünenü’l- Kübrâ 7: 83; el-Mübarekfûrî, Tuhfetü’l-ahvezî bişerh-i câmiit-Tirmizî, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, ts., 6: 496. Bkz. Ebü’l-Hasen Nûruddîn Muhammed ibn Abdilhâdî es-Sindî et-Tettevî, Haşiyetü’s-Sindî ala Sünen-i İbn Mâce, Beyrut, Daru’l-cîl, 2: 548; İbn Melek, Muhammed ibn İzzeddin, Şerhul-mesâbîh lil-İmam el-Begavî, İdaretü’s-sekâfeti’l-İslamî, 2012, 5: 455.

[70] Tirmizî, zühd 9; Ahmed ibn Hanbel, el-Müsned, 5: 173.

[71] Tirmizî, zühd 9; Ahmed ibn Hanbel, el-Müsned 5: 173.

[72] Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, 1: 98.

[73] Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, 1: 98.

[74] Gülen, Kırık Testi, s. 216.

[75] Tirmizî, zühd 9; İbn Mâce, zühd 19.

[76] Gülen, Diriliş Çağrısı, s.33.

[77] Gülen, Mefkûre Yolculuğu, s. 171.

[78] Şâtibî, el-Muvâfakât, 2: 457.

[79] Buhârî, enbiyâ 54, edeb 78; Ebû Dâvûd, edeb 6.

Yazar :

Tarih :

Etiketler :

Paylas :