logo

C. MELEKLERLE GÖRÜŞME İDDİALARI

Bu bölümde Hocaefendi’nin, Peygamberlerin dışında bazı insanların meleklerle görüşebileceğine dair ifadelerinin, İslam Dini’ne  göre doğru olmadığı ile ilgili iddialar var. Şimdi onlara bakalım.

1.     Gülen’in Meleklerle Görüşme İddiası

Rapor yazarları Fethullah Hocaefendi’nin ve bağlılarının sürekli melek ve cinlerle görüştüklerini ve bu görüşmelerinin onlar için rutin bir hadise olduğunu ileri sürdüklerini iddia etmektedir. Bu iddiaya delil olarak da aşağıdaki alıntılara yer vermektedirler:

“…Desem ki size, ben her gün bir tane cinle görüşüyorum desem yalan söylemiş olmam. İçinizde vardır böyle bin tane. Melaike-i kiramla görüşen bir sürü insan vardır, desem yalan söylemiş olmam. Bir mümin cemaati içinde olur bu kadar. Resûl-i Ekrem aleyhi salatu ve’s-selamın ruhaniyeti ile çok defa benim telakim oluyor dese insan, yalan söylemiş olmaz…” (Giriş, Tebliğde gaye ve metot, dk. 04:50)

Bir diğer alıntı da girişine bir iddia konulmuş olarak şu şekildedir: “03.03.1978 tarihinde yaptığı “Melekut Alemi” başlıklı konuşmasında söylemini daha da ileri götürerek meleklerin Hıristiyanların nazarında da temessül edeceğini şu sözleriyle iddia etmektedir: “…İçimizden bir kısmımız kalbinde onlarla sohbet ederler, bazılarımızın nazarında onlar temessül ederler. Bazen ruhaniler görünür bazen de cinler görünür. Bilim yanlışlıkla bunları başka şekilde izah edebilir… Melekler hatta Hıristiyanların nazarında dahi temessül ederler. Çok aziz ve şerif kimseler bunlarla görüşürler. Tevatür derecesine gelmiş bu meseleyi..” (02 Sesli Vaazlar-1/Melekut Alemi/1978-03-03_Melekut Alemi-01.mp3, dk. 30:20)

Bu yapılan alıntılardan, İslam’ın temel bilgi kaynaklarına göre meleklerin Peygamberler ve Kur’an’da zikredilen istisnai durumlar dışında başka insanlar tarafından görülemeyeceği öne sürülmektedir: “Âlemin görünen (şehadet)tarafında değil, görünmeyen (gayb) tarafında yer alan meleklerin, insan suretinde görünmesi olağanüstü bir durum olduğundan, böyle bir olay basit bir hâdise gibi sunulamaz. Dolayısıyla sıra dışı bir durum arz eden meleklerin beşerle görüşmelerinin sıradan bir hâdise olarak aktarılması inanç esaslarına aykırı olmasının yanı sıra istismara da kapı aralamaktadır.” denilerek, meleğin insan suretinde Hz. Meryem’e gönderildiğini bildiren (Meryem, 19/17) ayeti ve Cibril hadisinde Cebrail’in insan şeklinde gelip Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ile görüşmesine (Müslim, Îmân, 1) atıfta bulunularak bu görüşmelerin olağanüstü bir nitelik taşıdığı ifade ediliyor. Devamında da “Kur’an-ı Kerim’de meleklerin Kadir gecesinde yeryüzüne fevc fevc şafak vaktine kadar indikleri anlatılmasına rağmen onların insanlarla görüşmesinden ve konuşmasından söz edilmemesi de bu durumun istisnai oluşunu göstermektedir. (Kadir, 97/4) deniliyor. Ve bu şekilde bir temellendirmeden sonra Hocaefendi ve cemaati hakkında şöyle bir iddiada bulunuluyor: “Melek ve cinlerle görüşme beyanlarının, muhatapların zihinlerini ele geçirip iradelerini teslim almak için kullanıldığı anlaşılmaktadır. En başta Gülen olmak üzere örgütten pek çok kişinin meleklerle görüştüğü şeklinde bir şayianın bilinçli bir şekilde yayılması, örgüt mensuplarının motivasyonunu artırma ve yapıya yeni eleman devşirmenin bir aracı olarak kullanılmaktadır. Ayrıca Gülen’in yukarıdaki ifadelerinde, meleklerle ve cinlerle görüşmenin, kendisi için sıradan bir hâdise olarak sunulduğu anlaşılmaktadır. Böylece müntesipleri, sürekli meleklerle, cinlerle görüşebilen hatta bunun da ötesinde, kendi bağlılarının sözde olağanüstülüklerine, gizli hallerine de muttali olan bir lidere tabi olduklarına inandırılmaktadır.”  

İnceleme

Öncelikle Hocaefendi’nin ve taraftarlarının meleklerle görüştüğü ve bu görüşmenin rutin olduğu iddiası bir çarpıtmadır. İçinde yaşadığımız alemde pek çok varlık ve eşya olmasına rağmen insanın görebildikleri oldukça sınırlıdır. Hocaefendi’ye göre meleklerle görüşmek sıradan bir olay değildir. 

1.           İddialara delil olarak sunulan alıntılar, Hocaefendi’nin konuşmasının bütünlüğünden koparılmış ve çarpıtılarak verilmiştir. Hocaefendi’den yapılan birinci alıntıyı bulamadık. Diğer sesli kaynaklardan yapılan alıntılarda tarih ve yer verildiği halde bahsi geçen bu kısımda tarih ve yer verilmeyip sadece “Giriş, Tebliğde gaye ve metot, dk. 04:50” şeklinde bir kaynak gösterilmiştir. Bütün arştırma ve gayretimize rağmen referans verilen bu kaynağı bulup inceleyemedik. İkinci alıntı ile ilgili ses kaydına ulaştık ve dikkatlice dinleyip değerlendirdiğimizde şu sonuçlar ortaya çıktı. Hocaefendi, bu vaazında iman esaslarından biri olan ‘meleklere iman’ı anlatıyor. Her şeyi maddeden ibaret gören, maddenin ötesinde bir varlık kabul etmeyen materyalist anlayışın asrımızda çok yaygın olduğundan hatta namaz kılan camiye gelen insanlardan bile bu anlayışın tesirinde kalanlar olduğundan bahsediyor.  Dolayısıyla da böyle bir devirde meleklere inanmanın çok daha ayrı bir önem kazandığına vurgu yapıyor. Maddi alemin ötesinde melekut alemlerinin, fizikötesi dünyaların varlığına inanmanın önemine dikkat çekiyor. Meleklerin, ruhanilerin ve cinlerin varlığından söz ediyor.

Meleklerin varlığına inanmanın bir iman esası olduğuna vurgu yapan Hocaefendi, Kur’an-ı Kerîm’den meleklere iman etme ile ilgili Bakara suresi 2/285 ayetini okuyor. Ve konu ile ilgili bir diğer ayetin “Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, resullerini ve âhiret gününü inkâr ederse hakikatten iyice uzaklaşmış, sapıklığın en koyusuna dalmış olur.”  meleklerin varlığına inanmayanın kâfir olacağını bildirdiğine dikkatleri çekiyor. Meleklerin varlığına ayrı bir delil olarak da bazı insanların melekleri görmesini zikrediyor. Ne yazık ki rapor yazarları Hocaefendi’nin ifadelerini bütünlüğünden koparıp, farklı mecralara çekerek ondan bir dalalet çıkarmaya çalışıyorlar.

2.           Cemaat ve meleklerle rutin görüşme Hocaefendi’nin ve taraftarlarının meleklerle görüştüğü ve bu görüşmenin rutin olduğu iddiası bir çarpıtmadan ibaret olduğu görülüyor. Hocaefendi bu konuşmasında pek çok yerde geçtiği üzere melekler ve “bizler” diyerek “Biz” ile insanları kast ettiğini ifade ediyor. Mesela, “Melâike-i kirâm, Cenab-ı Hakk’ın Zât-ı uluhiyetini idrak etme mevzuunda bizden ileri; fakat Zât-ı ulûhiyete ayna olma mevzuunda Allah (c.c.) bizi onlardan daha liyakatlı yaratmıştır.” (18.09-18.22) ve devamında melekler arasındaki derece farklarından bahsediyor. İnsanların havassı olan Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) meleklerin havassından daha faziletli olduğunu anlatıyor. Allah’ın mükerrem ibadı olan melekler ile insanlar arası mukayese üzerinde duruyor ve “Bu mükerrem ibad, Cenab-ı Hakk’ın bilinmesi, ihata edilmesi, esmasıyla, sıfatıyla bu mükerrem ibâd bizden ilerdedir. Bize gelince hem maddeye hem manaya; hem ruha hem ruhun verasına mazhar olmamız itibarıyla Cenab-ı Hakk’a belki daha güzel ayinedarlık yapıyoruz.”  (20.03-20-28)

Hocaefendi’nin bu konuşmasında “Biz” ile “insanlar” ı kastettiğine dair bir diğer delil de şu ifadesidir: “Melâike-i kirâmı biz âsârıyla biliriz. Hem de çok defa çok müminlerin nazarında hatta Hristiyanların nazarında temessül eder bunlar. Ruhaniler temessül eder, cinler temessül eder. Çok azîz ve şerîf kimseler bunlarla görüşürler. Tevatür derecesine gelen bu mevzudaki pek çok hükmü biz sağlam ve muhkem bir usul olarak kabul eder ve deriz ki: “Pek çoklarımız melâike-i kirâmı adeta gözleriyle görüyor, müşahede ediyor, mevcudiyetlerini hissediyor.” (30.18-30.52) Görüldüğü üzere Hocaefendi, konuşmasında “Biz” ile “insanlar” ı kastettiğini ifade etmektedir. Diğer taraftan Hocaefendi, bu vaazı 03-03-1978 tarihinde Diyanet’e bağlı ve toplumun her kesiminden insanın katıldığı cami cemaatine yapmıştır. Ayrıca Hocaefendi, yazılı eserlerinde de melekleri anlatırken “biz” kelimesini kullanmakta ve bununla da insanları kastetmektedir.  Rapor yazarları Hocaefendi’nin ifade ve ibareleri bu kadar sade, anlaşılır ve açık olduğu halde bu ibarelerin altını üstüne getirircesine çarpıtmaktadırlar! Bir müminin en sade ifade ve ibarelerini akidevî olarak sorunsallaştırabilmek için bu şekilde bir çarpıtma açık bir bühtan ve iftiradan başka bir şey değildir.

3.           İnsanın görme sınırları. İçinde yaşadığımız alemde pek çok varlık ve eşya olmasına rağmen insanın görebildikleri oldukça sınırlıdır. Görme meselesi ışık dalga boyuyla alakalıdır. Varlık aleminde sayılamayacak kadar çok ışık dalga boyu vardır. Normal olarak bir insanın gözleri 400 nanometre dalga boyundaki mor ışıkla, 700 nanometre dalga boyundaki kırmızı ışık arasındaki renkleri algılayabilmekte ve   ultraviyole (mor ötesi ışınlar) dalga boylarını görememektedir. Nitekim ayette “Yok, yok! gördüğünüz ve göremediğiniz âlemlere yemin olsun ki!”  buyrularak bu hakikate vurgu yapılmıştır. Bunun yanında kimi böcekler, kuşlar, kaplumbağalar, kertenkeleler ve pek çok balıklar ise mor ötesi dalga boylarındaki ışıkları ve bu dalga boylarında görülebilen varlıkları görebilmektedirler.  Arılar, ultraviyole (mor ötesi ışınlar) spektrumunu çok iyi görebilmelerine rağmen, kırmızı tonlarını çok iyi görememektedirler. Memelilerin çoğu insanlarda olduğu gibi morötesi ışık dalga boylarını görememektedir. Ancak bazı kemirgenler, geyikler ve ren geyikleri memeli olmalarına rağmen ultraviyole dalga boylarını görebilmektedirler. Bu katman katman varlık dünyasında elbette her şey bizim görme duyularımızın sınırlarıyla görülüp anlaşılabilir değildir. İnsanın görme hassası çok kayıtlarla bağlıdır, yaşadığı maddi hayat şartları ve ontolojik varlık mertebesiyle sınırlıdır. O yüzden aynı ontolojik varlık mertebesinde olmamıza rağmen pek çok şeyi dahi algılayamıyor ve göremiyoruz. Ancak elbette Cenab-ı Hak dilerse ve murad ederse insanın gözünden bu kayıtları ve sınırları kaldırabilir. Tarihte ve her zaman birtakım insanların gözlerini farklı hayat mertebelerindeki müşahede ve görülere açtığı bilinmektedir. Bugün bazı bilimsel araştırmalar da ister maddi gözlerle isterse de manevi his ve algılarla pek çok insanın bu tür duyu ve görülere açıldığını göstermiştir. Ayrıca bizim dini temellerimizde de bazı insanların böylesi görü ve müşahedelere açılabileceğiyle ilgili genel bir kanaat ve yaklaşım vardır. İslam literatüründe ruhânilerin temessülleriyle ilgili yaşanmış bir çok örnek nakledilmektedir. Dolayısıyla -daha öncede geçtiği üzere-Cenab-ı Allah’ın bazı insanlara melekleri göstermesi mümkün ve caizdir. Ancak elbette bu müşahede olayı herkesin fiili istidat ve kudretinde olan bir şey değildir.

4.Gülen ve meleklerle görüşme. Hocaefendi’ye göre meleklerle görüşmek sıradan bir olay değildir.  Hocaefendi’nin meleklerle görüşen insanlardan bahsetmesini beşerin meleklerle görüşülmesini sıradanlaştırdığı ve bunun da inanç esaslarına aykırı olduğu ve istismara kapı araladığı iddiası tutarsızdır. Zira Hocaefendi’nin, bu konuyu anlattığı yerdeki şu ifadesi, öne sürülen iddianın tutarsızlığını göstermektedir: “Melâike-i kirâmı biz âsârıyla biliriz. Hem de çok defa çok müminlerin nazarında hatta Hristiyanların nazarında temessül eder bunlar. Ruhaniler temessül eder, cinler temessül eder. Çok azîz ve şerîf kimseler bunlarla görüşürler.” (30.18-30.52) Hocaefendinin bu ifadeleri, raporu hazırlayanların iddiasını çürüteceğinden bilinçli ve kasıtlı olarak görmezlikten gelinmiştir!  Onlara göre “Kur’an-ı Kerim’de meleklerin Kadir gecesinde yeryüzüne fevc fevc şafak vaktine kadar indikleri anlatılmasına rağmen insanlarla görüşmelerinden ve konuşmalarından söz edilmemesi de bu durumun istisnai oluşunu göstermektedir. (Kadir, 97/4) Oysa ki, sahabenin meleklerle görüşmesi sadece Cebrail’in insan suretinde gelip Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ile görüşmesini bildiren hadisten ibaret değildir. Cebrail’in dışında da pek çok melek vardır. Peygamber Efendimiz döneminde meleklerle görüşen pek çok insan vardır. Nitekim İmam Suyutî, Peygamber Efendimiz’in ve meleklerin yakazada görülmesini inkar edenlere “Tenvîrü’l-halek fi imkân-i rüyeti’n-nebiyyi  ve’l-melek” ismini verdiği eserinde, bu konudaki rivayetleri bir araya getirerek cevap vermiştir. Suyutî bu eserinde sahabeden İmran b. Husayn, Üseyd b. Hudayr, Hz. Ebu Bekir, Hz. Aişe, Hz. Ömer, Hz. Huzeyfe b. Yeman, Abdurrahman b. Avf, Ebu Burde b. Niyar, Ebu’l-Yeser Ka’b b. Ömer, Hz. Hamza, Abdullah b. Ömer, İrbad b. Sâriye, Abdullah b. Zeyd gibi pek çok sahabinin melekleri gördüğünü nakletmektedir.  Bunlar arasından birkaçını örnek   olarak zikretmek istiyoruz. Mesela, Üseyd b. Hudayr (r.a.) melekleri görmüş ve gördüklerini de şu şekilde anlatmıştır: “Vakit geceydi. Kur’ân okuyordum. Atım kişnemeye başladı. Öyle ki, yakınında uyumakta olan oğlum Yahya’ya zarar verecek diye korktum ve sustum. Ben susunca atın kişnemesi durdu. Ben tekrar Kur’ân okumaya başladım, at da kişnemeye başladı. Ben susunca da durdu ve bu durum birkaç kere tekrar etti. Kur’ân okumayı bıraktım, zira at Yahya’ya zarar verecekti. Tam bu esnada başım yukarıya doğru çevrildi; bulutsu bir ışık kümesinin yukarıya doğru çıktığını gördüm! Çıktı çıktı ve gözden kayboldu. Sabah gelip gördüklerimi ve başımdan geçen hâdiseyi Allah Resûlü’ne anlattım. Allah Resûlü (s.a.s.) de, “Kur’ân okumaya devam etseydin, onlar da orada bekler ve seni dinlerlerdi. Sabah olunca da insanlar onlara bakardı onlar da insanlardan gizlenmezlerdi.” buyurdular.  Bu hadis, salih insanların melekleri görebileceğine delalet etmektedir. Müminler rahmet meleklerini, inanmayanlar da azap meleklerini görebilirler.  Bir diğer örnek olarak da İmran b. Husayn, bâsur hastalığına yakalanmıştı. Hastalığın sebebiyet verdiği yaralara sabretmesinden ötürü meleklerle selamlaşıyordu. 

Bu konu ile ilgili bir diğer hadis de şu şekildedir: “Bir topluluk Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın kitabını okur ve aralarında müzakere ederlerse, üzerlerine sekîne iner, onları rahmet kaplar ve melekler etraflarını kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında anar.”   Bu hadisin açıklamasında Aliyyü’l-Kâri meleklerin insanlarla görüştüğünü anlatmaktadır: “Rahmet ve bereket melekleri onları çepeçevre kuşatır. Onların okudukları Kur’an’ı ve dersi dinler, onları afetlerden korur, onları ziyaret eder ve onlarla musafaha yaparlar ve dualarına “amin” derler.”  Nitekim Hüccetü’l-İslam İmam Gazali, İslam’ın kalp ve ruh hayatını yaşamaya başlayan insanların mükaşefe ve müşahedelerle dereceler katettiklerini hatta yakazada melekleri ve Peygamberlerin ruhlarını müşahede edecek; seslerini işitecek, ve onlardan faydalı şeyler alacak bir ufka ulaştıklarını ifade  etmektedir. 

Diğer taraftan büyük müfessir Âlûsî  de tefsirinde sahabeden meleklerle görüşen pek çok insan olduğuna ve melekler ile görüşmenin peygamberlik iddiası manasına gelmediğine vurgu yapmaktadır.  Tefsir ilminin duayeni Fahreddin er-Râzi, Kadir suresinde meleklerin yeryüzüne indiğini bildiren ayetin tefsirinde  Cibril’in insanlarla musafaha yaptığını ve bunun alametinin de insanların derilerinin ürpermesi, kalplerinin  rikkate gelip gözyaşlarını ceyhun etmesi olduğunu söylemektedir. 

Sufîlere göre, insan nefsini temizlemeye, kalbine tezkiye etmeye ve makam, mal gibi dünyaya bağlayan sebeplerden alakasını kesmeye muvaffak olur ve tamamen daimi bir ilim ve sürekli bir amel ile Allah’a yönelirse, kalp gözleri açılır ve melekleri görür, onların sesini işitir, peygamberlerin ve meleklerin ervahına muttali olur.  

Netice itibariyle Hocaefendi’nin meleklerin görülmesi ile ilgili anlattıkları ne kendine has şâz bir görüş ve iddiadır ne de dinin ruhuna muhalif bir mülahazadır. Dolayısıyla rapor yazarlarının melek ve ruhanilerin görülemeyeceğine dair iddiaları; konu hakkındaki hadisleri,  İslam alimlerinin yaklaşımlarını, başta sahabe olmak üzere de İslam’ın kalp ve ruh hayatını yaşayan maneviyat büyüklerinin pek çok müşahedesini bir manada inkar manasına gelmektedir. Bu yüzden Diyanet raportörlerinin Hocaefendi’nin meleklerle ilgili konuşmalarını bütünlüğünden kopararak ve  çarpıtarak yorumlamalarını ilim, insaf ve Diyanet’in konumu ile telif etmekte zorlandığımızı ifade edelim.

2.Cemaatiyle İlgili Meleklere Talimat

Bu kısımda Hocaefendi’nin ifadelerinden çarpıtılarak ortaya atılan iddialara, yeni ilaveler yapılıyor:  “Meleklerle doğrudan görüşme iddialarının da ötesine geçen Gülen, meleklere talimat verdiğini söyleyecek kadar cüretkâr davranmaktadır.” Öne sürülen bu iddiaya delil olarak da Hocaefendi’nin bir vaazından şu ifadeler nakledilmiştir:  “Sizin hakkınızda hep hüsn-ü zan besledim, sizi kaydederken, sizin hesabınıza bakarken, sizin durumunuzu değerlendirirken sol gözümü kapadım. Defterin sol tarafına elimi koydum, sol meleğe dilini tut dedim ve hep sağı işletmeye çalıştım. Sağla baktım, sağla gördüm, sağca görmeye çalıştım ve her şeyi defterin sağ tarafında aradım…” (Ümit ve Korku 1, dk. 08:39-09:07)

Alıntı yapılan bu kısımdan şu iddia ve ithamlar çıkarılıyor:

1. Bağlılarının amel defterlerini görüyor, hatta kaydediyor ve değerlendiriyor.

2. Günahları yazmakla görevli meleğe talimat veriyor.

3. Bütün bunları yapabilen kişi olarak cemaat açısından kendisini çok

yüce(!) bir konuma yerleştirdiği anlaşılmaktadır.

Devamında da bu tür iddiaların İslam itikat esaslarından biri olan meleklere imanı istismar manasına geldiği, Hocaefendi’nin kiramen ve katibin meleklerine talimat verdiği, oysaki böyle bir şeyin  Kur’an’ın şu ayetlerine açıkça aykırı olduğu öne sürülüyor: “Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır; onlar, yapmakta olduklarınızı bilir” (İnfitâr, 82/10-11) ve “Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. ‘Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!’ Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf, 18, 49)  Kur’an-ı Kerim’den meleklerin Allah’ın emriyle bir insanın bütün yaptıklarını kaydettiğini ve ahirette ona göre hesaba çekileceğini bildiren ayetler (İnfitâr, 82/10-11; Kehf, 18/49; Tahrim, 66/3) referans gösterilerek, sarf edilen sözlerin  dine aykırılık taşıdığı  ifade ediliyor. Ve devamla “Ayrıca Hz. İbrahim, Lut kavmini helak etmek üzere Allah tarafından gönderilen meleklerle, bu emirle alakalı tartışmış, ancak melekler ona bu tartışmanın yersiz olduğunu, zira kendilerine verilen emri yerine getirmekten başka bir seçeneklerinin olmadığını dile getirmişlerdir. (Hud, 11/ 74-76) Dolayısıyla peygamberlerin dahi Allah’ın emrini yerine getirmekten alıkoyamadığı melekleri bu vazifelerinden el çektirmek, hiçbir insanın gücü dâhilinde değildir. Böyle bir iddia asılsız bir isnattan ibarettir.”   denilerek Hocaefendi’nin kendisine peygamberlerden öte bir konum verdiği iddia ediliyor.

İnceleme

Hocaefendi, kiramen kâtibin meleklerinin Allah’ın emriyle her şeyi kaydettiğini, kendilerine verilen emirleri yerine getirdiklerini ve asla isyan etmediklerini vurguladıktan sonra, soldaki meleğin yazıp-yazmaması ile de neyi kastettiğini konu içinde açıkça ifade etmektedir.

1.           Bütünlüğünden kopararak alıntılama: Hocaefendi, Ümit ve Korku, konulu (22 Temmuz 1990 İzmir) vaazında muvaffakiyetlerin, güzelliklerin belli ölçüde sıkıntı ve meşakkatlerin bağrında geliştiğini anlatıyor. Burada dökülen terlerin, İslam adına çekilen ızdırapların, gelecek adına bir kanaviçe gibi işlendiğinden bahsediyor. Devamında ise şöyle diyor: “Ben kendi hakkımda ne düşünürsem düşüneyim. O benim, bana ait hesabımdır.  Ben bana ait hesabımda sizin de sevmediğiniz vadilerde dolaşabilirim. Siz yadırgayabilirsiniz, böyle demeseydi, diyebilirsiniz. Ama beni mazur görün. Fakat sizin hakkınızda hep hüsn-ü zan besledim. Sizi kaydederken sizin hesabınıza bakarken sizin durumunuzu değerlendirirken sol gözümü kapadım, defterin sol tarafına elimi koydum, sol meleğe “dilini tut!” dedim. Ve hep sağı işletmeye çalıştım. Sağla baktım sağla gördüm. Sağca görmeye çalıştım. Ve her şeyi defterin sağ tarafında aradım. Sizin durumunuzu Azrail’in değil-ona da ruhum feda olsun-Cibril’in emanet gamzeden kanatları altında değerlendirmeyi düşündüm. Sanmayın ki şuradaki teriniz de boşa gidiyor. Attığınız adımlar bana sormayın “değeri nedir bunun?” Vakaları, raporları orada değerlendirecek Zat’a sorun gittiğiniz zaman. Ben bilemem. Ben de bilemem onu melek de bilemez. Onlar vakayı rapor ederler.” (05:28-07:52 Ümit ve Korku İzmir 22 Temmuz 1990)

Hocaefendi alıntı yapılan vaazında endişe ve ümit arası dengeli bir kulluğun yaşanmasını ayet, hadis, sahabe ve selef-i salihinin yaklaşımıyla anlatıyor. Kalbini Allah sevgisi ve korkusuyla doldurmuş bir insanın yasak şeylere giremeyeceğine, iyiliklere yöneleceğine dikkat çekiyor ve hitap ettiği cemaate olan hüsnü zannının gerekçelerini de misallerle anlatıyor: “Ben yanlışlıkla birinin kalemini iki hafta kullandığından dolayı endişelerine takılıp kalan ve bana gelip bu meseleyi soran insanlar gördüm. “Birinin kalemiyle iki harf yazdım. Bu meselenin hesabı ne ola ki?” diye hesabını soran insanlar tanıdım sizin içinizde. Arkadaşlarınız arasında. Ve gözü bir kere harama takıldığından dolayı sadakasını hemen verip eve hemen kapanıp göz yaşlarıyla günahını yıkadıktan sonra “Acaba bu derdin dermanı ne ola ki? diye birine gidip istifta eden dırahşan çehreler tanıdım sizin içinizde.” (1.03.04-1.03.47) Hocaefendi, Allah’ın engin rahmetine inanmakla birlikte her şeyin hesabının sorulacağı endişesiyle kalbi tir tir titreyen insanların, fert ve toplum hayatında nizam ve intizamın gerçekleşmesinde çok hayatî bir yeri olduğunu anlatıyor.

Hocaefendi’nin konuşmasından iddia ve ithamlara delil olarak alıntı yapılan yer konuşmanın bütünlüğü içinde ele alındığında, orada, hitap ettiği insanlara hüsnü zan ile baktığı ve hüsnü zannını mecazi anlatımlarla seslendirdiği görülür. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi literatürümüzde ilm-i hitabet ayrı bir sanat olarak da tanımlanmıştır. İster tebliğ ve davet işlerinde isterse de herhangi bir fikri, düşünceyi, konuyu ve olayı aktarır ya da anlatırken hemen herkes bu sanatın edebi enstrümanlarına ve ifade vasıtalarına müracaat eder. Konuşmayı ve hitabı daha beliğ, daha etkin veya daha anlaşılır kılmak için bazen şiire, bazen veciz sözlere bazen de mecazi ifade ve ibarelere başvurur. Hocaefendi de vaaz ve sohbetlerinde tüm bu edebi zevki ve zenginliğini sık sık kullanır. Özellikle irticalen yaptığı konuşma ve hitabelerde bazen sözün ve sohbetin akışı içerisinde kendi ifadeleri ile birilerinden yaptığı nakiller iç içe geçer. Bu durum konuşma ve hitabet geleneğinin tabii tezahürlerindendir. Hemen hepimiz günlük hayatta bu tür anlatılar sergileriz. Sohbet şeklinde yürütülen hitabelerde, ilmi ve akademik üslup ve istif aranmaz, aranmamalı. Gerek başkasından yapılan nakiller ve gerekse mecaz, teşbih, telmih gibi edebi enstrümanlar hatibin konuşmasında iç içe geçmiş olsa da, dinleyici kitle bu üsluba alışkın olduğunda, zihninde herhangi bir karışıklığa sebep olmaz. Bu üslup bazı müelliflerin eserlerine dahi yansımıştır. Mesela Mevlana’nın Mesnevisi‘ne bakılırsa hazretin herhangi bir konuyu aktarırken kullandığı edebi enstrümanların, teşbih, mecaz ve başkasından yaptığı nakillerin sık sık birbirine karıştığı görülür. Bazen okurun zihni, anlatılan konuşmanın unsurlarını istif etmede zorlanır. Zaman, yer ve hitab sürekli değişir. Kısaca ifade etmek gerekirse, Hocaefendi konuşma ve vaazlarındaki heyecan, duygu, samimiyet ve gözyaşı ile tanınmıştır. Konuşmaları oldukça seri ve adeta nefessiz sürse de, disipliner konuşmakta, kişi ve olayları anlatmada herhangi bir istif sorunu yaşamamaktadır. Zaten vaaz ve hitabelerinin yıllardır bu kadar geniş bir kitle tarafından heyecanla ve iştiyakla takip edilip dinlenmesinin nedenlerinden birisi de budur. Diyanet, raporunun iddiasına mesned yaptığı konuşmalarda, aslında muhataplar da konuşmasındaki mecazların anlamları da gayet açıktır. Rapor heyeti bilinçli bir şekilde Hocaefendi’nin konuşmasını bölerek, bütünlüğünden kopararak, mecazi ifade ve ibarelerin zeminini, muhatabını kaydırarak iddia ve iftiralarına taşımıştır.    

Nitekim biraz sonra üzerinde durulacağı üzere, bu mecazi anlatımın da dayandığı bir hadis vardır.  Diğer taraftan gözden kaçmaması gereken bir nokta da şudur. Raporu hazırlayanların yaptığı alıntının hemen devamında Hocaefendi, meleklerin vakayı rapor ettiğini söylemektedir.

2.           Kiramen Kâtibîn ve kayıt: Hocaefendi, kiramen kâtibin meleklerinin Allah’ın emriyle her şeyi kaydettiğini, soldaki meleğin yazıp-yazmaması ile de ne kastettiğini açıkça ifade etmektedir. O, bu konu ile ilgili ilk önce ayetleri zikretmektedir;“İnfitar sûresinde “Kiramen Kâtibîn” adıyla sözü edilen melekler bunlardır: “Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar (Kiramen Kâtibîn) vardır, onlar, yapmakta olduklarınızı bilirler.” 

Kâf sûresinde ise şu şekilde anlatılırlar: “İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”    Hocaefendi, devamında konu ile ilgili hadisleri şu şekilde değerlendirmektedir:  “Hadislerden de anlaşıldığı üzere, insanın sağında ve solunda bulunan meleklerden sağda bulunan, Cenâb-ı Hakk’ın rahmâniyet ve rahîmiyetinin temsilcisi melek, solda bulunan ve Cenâb-ı Hakk’ın izzet ve azametini korumakla vazifeli meleğe durmadan iltimasta bulunur. Kul günah işlediğinde, soldaki melek bunu derhal kaydetmek ister. Sağdaki melek vaziyete müdahale ederek ona, biraz daha beklemesini, belki tevbe edip pişman olacağını, belki bir hasene işleyip günahını örteceğini söyler. Nitekim böyle olabileceğini anlatan hadisler de vardır. Bir yerde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Nerede olursan ol, Allah’tan kork! Kötülüğe daima iyilik ekle ki onu silsin. Ve insanlar arasında iyi ahlâkla yaşa[1].” Evet, günah kirinden temizlenmenin yolu iyilik suyu ile yıkanmaktır. “Seyyie” ancak “hasene” ile bertaraf edilir. Evet, o şerefli melekler, yapılan her şeyi yazıp çizip, tespit etmektedirler. Yazılmadık, tespit edilmedik hiçbir şey yoktur.”  Nitekim insanın sağındaki meleğin solundakine kulun işlediği kötülüğü hemen yazmaması ile ilgili talimat vermesi, hadislerde şu şekilde geçmektedir: “İnsanın sağındaki melek, solundaki meleğin emiri, yöneticisidir. Kul bir hasene işlediğinde sağdaki melek onu on kat sevabıyla misliyle yazar. Kul bir kötülük yaptığında ise soldaki melek hemen yazmak ister sağdaki melek ona “yazma”der, o da yazmaz. Kul istiğfar ederse soldaki melek yazmaz. İstiğfar etmezse bir kötülük işlemiş olarak kaydeder.[2]”   İşte  Hocaefendi, hadislerde ifade edilen bu durumu mecazi ifadelerle dile getiriyor. Rapor yazarları, onun bu mecazi ifadelerini çarpıtarak çok farklı mecralara çekiyor ve bunları, öne sürdükleri iddia ve ithamlara mesnet yapmaya çalışılıyor.

3.           Melekler ve ilahi emre  itaat: Hocaefendi, meleklerin Allah’ın emirlerini yerine getirdiğini ve asla isyan etmediğini vurgulamaktadır. Onun bu konudaki ifadelerini aynen naklediyoruz: “Kur’ân, insanların yaptığı her işi yazan ve kaydedenlerin “Kerim ve değerli yazıcılar”  olduğunu söyler. Ardından “Yapmakta olduklarınızı bilirler.”  diyerek, o meleklerin başka bir vasfına dikkatlerimizi çeker. İster genel mânâda melekler, isterse özel anlamda “Kirâmen Kâtibîn” Allah’ın emri istikametinde iş yapan, mahiyetleri her zaman kötülük ve isyana kapalı olan varlıklardır.”  

Hocaefendi, meleklerin Allah’ın emri ile yazmasının hikmetini de şu şekilde anlatmaktadır: “İnsanın iş ve hareketlerinin kayda geçmesi, kulun ahirette, Allah önünde herhangi bir hüccet veya mazeretinin kalmaması hikmetine binaendir. Yoksa Cenâb-ı Hak, kader plânında tespit buyurduğu şeylerin olacağını/olduğunu elbette bilmektedir. Fakat “Levh-i Mahfuz ” ile “Levh-i Mahv u İsbat ” mutabakatının sağlanması bu kitabet işine bağlıdır. Kulun mükâfat veya mücazata istihkakı da, ancak bu suretle tescil ve tespit edilmektedir. Bu açıdan Allah, “Allâmu’l-Guyûb” olmasına rağmen, yine de “Kirâmen Kâtibîn”e vazife gördürmektedir. Zira ortada bir şehadet veya işhad meselesi, yani hiç kimsenin itirazına medar olmayacak biçimde bir tespit söz konusudur.”  Görüldüğü üzere burada da, iddia sahiplerinin bir çarpıtması, ifadeyi bütününden kopararak değerlendirmesi söz konusudur. Oysa Hocaefendi, yazıcı meleklerin vazife ve misyonu ile ilgili olarak, onların referans verdiği ayetlerle paralel ifadeler kullanmaktadır. Buna rağmen rapor yazarları yöntem gereği, işlerine gelen ifadeleri görmezden gelmekte, gerekirse cümlelerde tahrifte bulunmakta; özetle, önceden hedefledikleri neticeye ulaşmak için her yolu meşru kabul etmekte, bunda da dinen, ahlaken,  hiçbir mahzur görmemektedirler.


[1] Tirmizi, Birr, 55.

[2] Taberi, Tefsir, c.16, s. 370. (Ra’d suresi 11. Ayetin tefsiri)

Yazar :

Tarih :

Etiketler :

Paylas :