logo

B. “HAYATTA YOLUNU DEĞİŞTİRİRSE FETHİ ÖLÜR”

Raportörler, bu başlık altında Hocaefendi’nin yazılı ve sözlü eserlerinden yaptıkları alıntılarla bir takım iddia ve ithamlarda bulunulmaktadır. Önce iddialarına delil olarak gösterdikleri alıntıları nakledelim:

“18.03.1990 tarihinde Süleymaniye Camii’nde yaptığı bir konuşmada şöyle bir
beyanda bulunmaktadır: “Bir gün biri geldi; dedi ki ‘Fahri Kâinat Efendimizi rüyamda
gördüm; bana ‘Hayatta yolunu değiştirirse Fethi ölür.’ dedi. ‘Aman Ya Resûlallah’ dedim. O deliği ‘aman’ ile kapattım. Dünyalık hiçbir sevdam olmadı… ” (Süleymaniye-03 (Fütüvvet Ruhu) 18.03.1990.divx; dk. 2:01:00 vd.)

Bir iltifatına ruhlar feda olsun. Ben öyle kimselere şahid oldum ki rüyasında Efendimizi (sas) görmüş, Efendimiz eliyle sürmüş onu, sıvazlamış, koşa koşa bana gelmiş, varlık adına nem varsa hepsini vermeye amadeyim deli gibi…” demektedir. (Sevgi Sultanı, dk. 42.40)

1978 yılıydı. Çamaşırlarım iyice birikmişti. Akşam yıkarken bayağı canıma tak etti. Bir ara içimden, ‘Acaba evlense miydim?’ diye geçti. Katiyyen düşünme şeklinde değil, şimşek süratinde gelip geçen bir fikir. Ertesi gün erken vakitlerde bir arkadaş geldi ve bana şunu nakletti: Akşam rüyamda Efendimizi gördüm. Size selam söyledi ve ‘Evlendiği gün ölür ve cenazesine de gelmem’ buyurdu. Bu bir rüyaydı. Rüya ile amel edilmeyeceğini de biliyordum, ama şahsım adına bu işarete saygılı olmaya çalıştım. (Küçük Dünyam, s. 63)

Şimdi, rapor yazarlarının bu alıntılara dayandırdıkları iddiaları, maddeler halinde sıralayalım;

  1. Gülen, kendisine ve müntesiplerine rüya üzerinden talimat gönderildiğini iddia etmektedir.
  2. Rüyada görülen sûretin Hz. Peygamber’e (sas) ait olduğunun kesin olarak bilinmesi, ya gerçek hayatta onu görmüş olan sahabe ya da onun şemailini tam anlamıyla bilen müminler için geçerlidir. Yoksa Şeytanî bir kandırmaca olabilir. Bu itibarla onun naklettiği rüyalara itibar edilmez.
  3. İslam İnancı’na göre Hz. Peygamber, Cebrail veya Azrail dahi olsa, bir kişinin ölümü
    hakkında bilgi ve hüküm verme yetkisi hiç kimseye verilmiş değildir. Anlatılan bu rüyaların yalan olma ihtimali son derece yüksektir. Oysaki bile bile Peygambere yalan isnat etmenin cehenneme götüreceği (Buhârî, ilim 38) ve yalan rüya anlatımının yalanların en büyüğü olduğu (Buhârî, Menâkıb, 6) ile ilgili hadisler vardır. Bu durumda böyle bir rüya anlatan kişi, hem gerçek dışı bir beyanda bulunmak hem de Hz. Peygamber’e bu yalanı isnat etmek suretiyle çifte sahtekârlığa imza atmış olmaktadır.
  4. İslam dini, Müslümanların evlenip yuva kurmalarına büyük önem verir. Bu itibarla evlilik çağına gelmiş bir kimsenin evlenmesi, âyet (Rum, 30/21) ve hadislerde (Buhârî, Nikah, 3; Abdurrezzak, Musannef, VI, 173) tavsiye edilmiştir. Dolayısıyla âyet ve hadis metinleri bu kadar açıkken Hz. Peygamber’in rüyada bunun aksini emretmesi düşünülemez. Buna rağmen evlenmemesine dinî bir gerekçe uydurmak için temel bilgi kaynaklarından olmayan rüyaya sığınmaktadır. Rüya ile amel edilmeyeceğini bilen Gülen, her nedense evlenmeyi teşvik eden bu kadar açık âyet ve hadise rağmen yine de rüyaya itibar ederek evlenmediğini söylemektedir.

Şimdi iddialara sırasıyla cevap vermek istiyoruz:

       1. Dinin kriterlerine göre yaşamak

Daha önce geçtiği üzere Hocaefendi, rüyanın dinde bir teşri kaynağı olmadığını, rüyada görülenlerin dinin muhkemâtından vize aldığı taktirde bile ancak gören şahıs için subjektif bir bilgi kaynağı olabileceğini eserlerinde mükerreren ifade etmiştir. Hocaefendi, hangi konuyu ele alırsa alsın onu, edille-i asliye ve tâliye ile temellendirerek anlatmaktadır. Onun din ve hizmet anlayışında birinci derecede kaynak; Kitap, Sünnet, icma ve kıyas olmak üzere edille-i asliye; sonra da örf, âdet, maslahat, istihsan gibi delillerden oluşan edille-i şer’iye-i fer’iye gelmektedir.[1] O, hangi konu olursa olsun mutlaka onu dinin usul ve furuu ile temellendirmekte ve her türlü bilginin bu kaynakların kriterleri ile gözden geçirilmesini, filtre edilmesini temel bir disiplin olarak ifade etmektedir. Dinin muhkemâtına uygun ilham, keşif, varidat gibi şeylerin de ancak ilgili şahıs için sübjektif bir bilgi olabileceğine vurgu yapmaktadır.[2]

Hocaefendi’nin rüyaların bilgi değeri ve bağlayıcılığı ile yaklaşımı da aynı çizgidedir: “Rüyalar, Kur’ân ve Sünnet gibi üzerine hüküm bina edilecek bir esas olmadıkları için, onların ahkâmda esas kabul edilmeleri de doğru değildir. Sadece şahıslar, rüyadan aldıkları hakikatlerin meşruluğu derecesinde, onları kendi hayatlarında uygulayabilirler. Bunda da bir günah ve sorumluluk yoktur. Fakat insan, bunlarla başkalarını ilzam etmeye kalkışmamalıdır.”[3] Nitekim Ehl-i Sünnet çizgisinin yaklaşımı da bu şekildedir. Durum böyle iken rapor yazarları ısrarla Hocaefendi’nin rüya merkezli bir İslamî anlayışa sahip olduğu yönünde imaj oluşturmaya çalışmaktadırlar. Bunun için delil olarak da Hocaefendi’nin seksen kitabından ve yüzlerce sesli eserinden bulabildikleri birkaç rüyayı öne sürmektedirler.

Oysaki Hocaefendi’nin naklettiği rüyalar da Peygamber Efendimiz’in, müjde olarak nitelendirdiği ve insanlara moral ve motivasyon için anlatılmasını tavsiye ettiği türdendir. O bu rüyalara şahsî ve manevî motivasyondan fazla bir şey de yüklememiştir.

          2. Peygamberimizi rüyada görmek

İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre Peygamberimiz rüyada şemâil-i şerife uygun olmayan bir surette de görülebilir.Rapor yazarları, “Rüyada görülen sûretin Hz. Peygamber’e (sas) ait olduğunun kesin olarak bilinmesi, ya gerçek hayatta onu görmüş olan sahabe ya da onun şemailini tam anlamıyla bilen müminler için geçerlidir. Yoksa Şeytanî bir kandırmaca olabilir. Bu itibarla onun naklettiği rüyalara itibar edilmez.” diyerek Hocaefendi’nin, Peygamber Efendimiz ile ilgili naklettiği rüyaların bir şeytan aldatmacası olduğunu iddia etmektedirler. Bu, Peygamber Efendimiz’in rüyada görülmesi ile ilgili İslam âlimlerinin kabul ettiği genel görüşü görmezlikten gelen, dar alanlı bir yaklaşımdır. İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre, Peygamber Efendimiz’in rüyada görülen suretinin onun hayatta iken sahip olduğu fizikî özelliklere (şemâiline) uygun olması şart değildir. Ne şekilde görünürse görünsün rüyada görülen Peygamber Efendimiz’dir.[4] Allah Resulü hayattaykenki suretinden farklı bir şekilde görülse de bu rüya hak bir rüyadır. Zira hadis-i şerifte bildirildiği üzere şeytan peygamberimizin şekline girerek gözükmekten menedilmiştir.[5] İslam ilim geleneğinin bu yaklaşımının delillerini şu şekilde özetleyebiliriz:

  1. Peygamber Efendimiz, “Beni rüyada gören gerçekten görmüştür. Zira şeytan benim şeklimde temessül edemez.”[6] buyurmaktadır. Bu hadis, on sekiz ayrı sahabiden rivayet edilen mütevatir bir rivayettir.[7] Bu hadiste Peygamber Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) rüyada görmenin gerçekten görme manasına geldiği bildirilmektedir. Bunun için hadisin orijinal metninin ifade ettiği mananın iyi analiz edilmesi gerekir. Hadisin metni şu şekildedir:

مَنْ رَآني في المَنامِ فَقدْ رَآني؛ فَإنَّ الشَّيْطَانَ لا يَتَمَثَّلُ بِي

Arap dilinde şart ve ceza ikisi bir olduğunda, bu ifadenin kemaline ve hedefine ulaştığına delalet eder. Bu açıdan hadise baktığımızda مَنْ رَآني في المَنامِ فَقدْ رَآني -altı çizili olarak gösterildiği üzere- şart ve ceza ikisi de aynı رَآني fiilidir. Bu itibarla hadisin manası rüyada beni gören şüphesiz ki gerçekten görmüştür bundan ötesi söz konusu değildir, demektir. Hadisin ifade ettiği bu mana Arap dilinin karakteristik ifade özelliklerini bildiren maâni ve beyan ilimlerini ve bu dilde sözün nasıl telif, tasnif ve tanzim edildiğini bilenlere göre gayet açıktır.[8]

Şeytan hayatta iken Peygamber Efendimiz’in (sas) suretine girip temessül edemediği gibi vefatından sonra da rüyada O’nun şeklinde görünemez. Çünkü, Peygamber Efendimiz (sas), hayatta olduğu gibi ruhunun ufkuna yürüdükten sonra da şeytanın temessülünden korunmuştur. Allah, Peygamberimiz’i (sas) hayatta iken şeytanın şerrinden, vesvesesinden muhafaza buyurduğu gibi dâr-ı teklif olan bu dünyadan ayrıldıktan sonra da korumuştur. Şeytan hiçbir surette ve tahayyülde Peygamber Efendimiz’in suretine girerek gözükemez. Bir kimsenin rüyada Peygamber Efendimiz’i (sas) görmesi yakazada görmesi gibidir. Bu itibarla Allah resulü rüyada ne şekilde görülürse görülse bu rüya Peygamber Efendimiz’in görüldüğü hak bir rüyadır.[9]

  • Konuyla ilgili bu hadisin bir diğer rivayetinde, “Rüyada beni gören şüphesiz ki hakkı görmüştür.” buyrulmuştur.[10] Hadiste geçen “hakkı görme” ifadesi, ‘gördüğü rüya doğrudur, yalan değildir rüyasında gerçekten beni görmüştür.’ manasına gelmektedir.[11] Ayrıca hadiste görme ifadesi mutlak bırakılmıştır. Bunun manası şudur ki; beni ne şekilde görürse görsün, gören kimse sevinsin ve bilsin ki bu rüya Allah’tan olan hak bir rüyadır ve mübeşşirattandır. Bu rüya, gören şahsa bildirilmesi istenen hak bir mesajdır. Rüyanın verdiği mesaj açık olabildiği gibi tevil yoluyla da olur. Bu itibarla her halükarda Allah Resulü’nün görüldüğü rüya ihmal edilmemelidir. Zira o, şeytandan olan bâtıl bir rüya değildir. Çünkü şeytan, rüyada Peygamber Efendimiz (sas) olarak temessül edemez. Her ne kadar Buhârî’nin bazı nüshalarında İbn-i Sîrîn’den اِذَا رَآهُ في صُورته “Resûlullah’ı bilinen özellikleri çerçevesinde görürse bu rüya hak rüyadır.” şeklinde bir kayıt yer alsa da İslam âlimleri şeytanın Peygamber Efendimiz’in (sas) suretinde görünemeyeceğinde ittifak etmişlerdir. Şeytan Resûlullah’ın (sas) suretine giremez. Cenâb-ı Hakk şeytana bu imkânı tanımamıştır. Aksi takdirde, Allah Resulü’nün getirdiği dine yalan karışma ihtimali söz konusu olur, dine itimad kalmazdı. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk, şeytanı, yakaza halinde iken Resûlullah’ın (sas) suretine girmekten men ettiği gibi, uyku halinde de o suretle gözükmekten men etmiştir.Resûlullah’ı (sas) rüyada gören kişi bilinen fizikî özellikleriyle de görse, farklı bir surette de görse, gerçekten Resûlullah’ı görmüştür. Bu rüya bâtıl, yalan olamaz. Esas itibariyle haktır. Görülen suret şeytandan değil Allah’tandır.[12] Ayrıca Peygamber Efendimiz’in, “Müminin rüyası peygamberliğin kırk altı cüzünden birisidir.”[13] hadisi de bu yaklaşımı desteklemektedir. Zira, peygamberlikten olan bir şey yalan söylemez.[14]
  • Peygamber Efendimiz’in rüyada farklı şekillerde görülebileceğine bir diğer delil de Cebrail Aleyhisselam’ın değişik suretlerde Allah Resulü’ne gelmesidir. Mesela, Benî Kureyza üzerine yürüneceği zaman Cebrail aleyhisselâm tozu toprağı üstünde bir muharip şeklinde gelmiş ve “Yâ Resûlallah, siz zırhlarınızı çıkardınız, fakat biz melekler taifesi çıkarmadık.” demişti.[15] Yine aynı melek, bazen bir Arabî bazan da Dıhye (r.a.) suretinde gelmiştir.[16] Hazreti Cebrail’in dini öğretmek maksadıyla, üzerinde hiç yolculuk emaresi taşımayan bir misafir kıyafetinde gelip, “İman, islâm, ihsan nedir?” şeklinde sorular sorması, verilen cevapları “Doğru” diye tasdik etmesi meşhurdur.[17] Bu itibarla onun farklı suretinde temessül ederek gelmesi gibi Peygamber Efendimiz (sas) de rüyada değişik şekillerde görülebilir.[18]
  • Peygamber Efendimiz’in (sas) görüldüğü rüya mübeşşirattandır. Zira, Allah Resulü’nün (sas) görüldüğü rüya ya bir hayır müjdesi veya göreni sakındırıp vazgeçirmek için bir uyarı mesajıdır. Gören şahsı dini veya dünyası ile alakalı bir konuda ya hayırla müjdelemek veya uyarmak içindir. Her iki durumda da o şahsın hayrına olduğundan müjde niteliğindedir.[19]
  • Peygamber Efendimiz (sas), nuranî bir ayna gibidir. Gören şahsın ruh haleti, güzellikleri veya eksiklikleri o aynaya akseder. Bu itibarla farklı şekillerde görme söz konusu olabilir. Herbir ferdin Peygamber Efendimiz’i rüyada görmesi kendi seviyesine göredir. Bu, tıpkı farklı aynalardaki yansımalar gibidir. Ayna, küçük, büyük, düz, eğri olabilir. Her bir ayna kendi kabiliyetine göre gösterir. Peygamber Efendimiz’in (sas) rüyada değişik şekillerde görülmesi de böyledir.[20]

Özetlersek, İslam âlimleri, Peygamber Efendimiz’in (sas) yakaza veya rüyada görülebileceğinde ittifak etmişlerdir. Âlimlerin çoğunluğuna göre rüyada görülen Allah Resulü’nün zat-ı şerifidir. İmam Gazzalî, Karafî ve Râfiî’ye göre ise misalidir.[21] Bu itibarla hangi suret ve şekilde görülürse görülsün rüyada görülen Peygamber Efendimiz’dir. Rüyada şeytan Allah Resulü’nün suretine girip insanları aldatamaz. Peygamber Efendimiz’in (sas) görüldüğü rüyalar mübeşşirattandır. Müjdeleme veya uyarı özelliğine sahiptir. Uyarı ve ikaz da neticesi itibariyle bir müjde kabul edilmiştir.

Netice itibariyle, Rapor yazarlarının Hocaefendi’nin Peygamber Efendimiz’in (sas) görüldüğü rüyaları nakletmesini, şemaile uymadığından ötürü yalancılık ile itham etmeleri bir çarpıtma ve iftiradır. Rapor yazarlarının yaklaşımı, Peygamber Efendimiz’in (sas) rüyada şemailinin dışında görülebileceği görüşünde olan İslam âlimlerinin çoğunluğuna ve ilim geleneğine muhaliftir. Aynı zamanda sahabeden günümüze kadar Allah Resulü’nü (sas) farklı suretlerde rüyada gören âlimleri, irfan sahiplerini ve samimi müminleri yalan ile itham etmek demektir. Acaba Diyanet raportörleri Hocaefendi ve çevresinden birtakım insanların samimâne duygu ve düşünceler ile Efendimizle (sas) ilgili gördükleri rüyaları nakletmelerini neden istiğrab ediyor ve dinin ruhuna aykırı görüyorlar? Bu masum insanlara iftira atacak kadar cüretkâr bir niyet okumasına girişerek, onların rüya uydurduklarını nereden biliyorlar? Bir insanın bir rüyayı görüp görmediği, nasıl bilinebilir? Nakledilen rüyaların uydurma olduğu, acaba rapor yazıcılarına rüyalarında mı bildiriliyor!?

3. Çifte çarpıtma

Hocaefendi’nin naklettiği rüyada Peygamber Efendimiz’in (sas) söylediklerini hayatta iken söylemiş gibi kabul ederek onu hadis uydurmakla itham etmek, sonra da Allah Resulü’nün, bile bile hakkında yalan isnat etmenin Cehenneme götüreceğini bildiren hadisini delil olarak getirmek tam manasıyla çarpıtma ve bir iftiradır. Zira Peygamberimiz’in, rüyalarda söylediği sözler hadis olarak kabul edilmez. Dolayısıyla rüyada Allah Resulü’nün (sas) söylediklerini nakledenleri hadis uydurmakla itham etmek doğru değildir, bir çarpıtmadır. Delil olarak getirilen hadis, Peygamber Efendimiz (sas), hayatta iken söylemediği bir sözü ona isnat etmekle alakalıdır. Zira mükellefiyet sahası gerçek hayattır, rüya alemi değildir. Peygamber Efendimiz’i (sas) rüya ve yakazada görüp, konuşan pek çok ilim, irfan sahibi insan vardır. Bu kimseler rüyada Allah Resulü’nün söylediklerini naklettiklerinden ötürü de yalan hadis uydurmakla itham edilmemişlerdir. Nitekim, Peygamberimiz’i (sas) rüyada gören, onunla konuşan ve onun söylediklerini nakleden pek çok eser vardır. Yusuf Nebhânî bunların bir kısmını Saadetü’d-Dareyn isimli kitabında 9. babda “Peygamber Efendimiz’i yakaza ve uykuda görmek” başlığı altında (409-495 sayfaları arasında) ele alarak değerlendirmiş, Allah Resulü’nü (sas) rüya ve yakazada gören pek çok ilim ve irfan ehlinin söylediklerini nakletmiş ve bu konuda yazılan eserlerden de örnekler zikretmiştir. Mesela, Muhammed el-Hanefî el-Mısrî, Ahmed el-Benna, Mahmud el-Kürdî, Mansur el-Halebî, Ahmed ibn Sâbit el-Mağribî, İmam Şaranî, İmam Suyûtî, Ebu’l-Abbas el-Mürsî gibi pek çok Allah dostu Peygamber Efendimiz’i (sas) rüya ve yakazada görüp Onunla konuşmuştur.[22] Dahası bu konuda yazılmış eserler vardır.

Muhyiddin İbn-i Arabî’nin Risaletü’l-Mübeşşirat’ı; Ruzbehan’ın Mükâşefat’ı; Ebu’l-Mevâhib eş-Şazilî’nin Peygamber Efendimiz’i gördüğü rüyaları anlattığı büyük bir kitabı vardır. Muhammed Mahfûz el-Mağribî’nin de Peygamber Efendimiz’i gördüğü rüyaları anlattığı, içinde elli tane rüya olan bir risalesi vardır. Nitekim Yusuf Nebhânî, Allah Resulü’nü rüyasında görenlerin yazdıkları eserleri zikrettikten sonra kendisinin gördüğü rüyaları anlatmıştır.[23]

İbn-i Arabî, bahsi geçen eserinde Peygamber Efendimiz’i (sas) gördüğü rüyaları tek tek “mübeşşirat” başlığı altında anlatmaktadır. Bu rüyalardan birinde, Peygamber Efendimizin; “Siz kabirlerinizde Deccal’ın fitnesi ile imtihan olduğunuz gibi imtihan olacaksınız.” dediğini, sonra kıbleye dönüp kollarını elbisesinden çıkardığını, bir seccade serip iki rekât namaz kıldığını, kendisinin Efendimiz’in sağında durup ikinci rekâta yetiştiğini aktarmaktadır.”[24]

Sadreddin Konevî, Bağdat’ın Moğollar tarafından işgal edildiği gecenin sabahında rüyasında Peygamberimiz’in (sas) kefenlenmiş bir şekilde naaşını gördüğünü nakleder: “İnsanlar, Allah Resulü’nün naaşının başına toplanıyordu. Peygamberimizin başı açık, saçları neredeyse yere değecek gibiydi. İnsanlara, Ne yapıyorsunuz?” diye sorduğumda peygamberimizin öldüğünü ve götürüp defnetmek istediklerini söylediler. Kalbime Allah Resulü’nün ölmediği düşüncesi geldi. Onlara, Onun yüzünün canlı olduğunu, ölmüş bir insan yüzü olmadığını söyleyerek, Sabredin! Ben işin gerçeğini tahkik edeyim, dedim. Mübarek ağzına yaklaştım ve zayıf bir şekilde nefes aldığını gördüm. Etrafımdakilere bağırdım ve onların yapmak istediklerine mani oldum. Ve derken üzüntü ve korku içinde uyandım. Sonra Moğolların Bağdat’ı kuşattığı haberi ulaştı. Olayın bizzat şahitlerinin bildirmesi üzerine Bağdat’ın işgal edildiği gün benim bu rüyayı gördüğüm ortaya çıktı. Rüya aynen benim tabir ettiğim gibi çıktı.”[25] Pek çok Allah dostu Peygamber Efendimiz’le (sas) görüşmüş, yaşadıkları dönemdeki insanlar buna şahitlik etmişlerdir.[26] Hatta Hasan Şâzelî ve talebesi Ebu’l-Abbas el-Mürsî’nin, Resulullah’ı (sas) müşahedemiz bir an perdelense biz kendimizi Müslüman kabul etmeyiz.[27] dediği nakledilmektedir.

Muhammed elGamrî, Mısır’da camisini imar etmek isteyince Allah Resulü’nden izin istemiş, O da “İmar et ve Allah’a tevekkül et!” diye cevap vermiştir.[28]

İslam âlimlerinden, maneviyat rehberlerinden rüyada Cenab-ı Hak ile konuştuğunu söyleyen ler de vardır. Ahmed ibn Hanbel, Bayezid-i Bistamî örnek olarak verilebilir. Beyazid-i Bistamî; “Rüyada Rabbime “Sana hangi yolla yaklaşılır?” diye sordum. “Nefsinin heva ve isteklerini bir kenara bırakarak Benim emrettiklerimle amel edersen Beni bulur, bana yaklaşmış olursun.”[29]dedi.” demektedir. Rapor yazarlarının yaklaşımı ile değerlendirilecek olursa rüyada Allah ile konuştuğunu söyleyenler vahiy aldıklarını, dolayısıyla da peygamber olduklarını mı iddia etmiş olmaktadırlar?

Görüldüğü üzere pek çok insan Peygamberimiz (sas) ile rüyada, yakazada görüşmüş, konuşmuştur. Ve bunlar kitaplara girenlerdir. Kitaplara girmeyen pek çok rüya ve yakaza da vardır. Rapor yazarları Peygamber Efendimiz’in (sas) görüldüğü rüyaları yalan sayarak ve Allah Resulü’nün rüyada söylediklerini hayatta iken söylemiş gibi göstererek Hocaefendi hakkında bir nevi çifte çarpıtma yapmaktadırlar.

4. Hayatını dine hizmete vakfedenler

Fethullah Gülen Hocaefendi gibi, evlenmeyip hayatını dine hizmete adayan pek çok İslam âlimi vardır. Ve bunlar dinin ahkâmını çok iyi bilen kimselerdir. Hocaefendi de bunlardan biridir.

Kur’an-ı Kerîm’de erkeklerin helâl olarak, arzu ettikleri kadınlarla evlenmeleri emredildiği gibi, (Nisa, 4, 3) ailelerin de evlenmeye müsait olan evlatlarını evlendirmeleri istenmiştir. (Nur, 24, 32) Bununla birlikte yine Kur’an’da Hz. Yahya’nın evlenmeyip kendisini ibadete ve Allah yoluna adaması övülerek anlatılmıştır. Allah, Hz. Yahya’nın iffetiyle, zühd ve takvasıyla, evlenmeyerek, Allah’ın gönderdiği mesajı tebliğ ve temsil eden bir peygamber olacağını babası Hz. Zekeriya’ya müjdelemiştir: Zekeriyya mihrapta namaz kılmakta iken melekler kendisine seslenip: Allah sana, Allahtan bir kelimeyi tasdik edecek, hem seyyid, hem hem hasûr, hem peygamber olacak olan Yahyayı müjdeler” dediler.” (Âl-i İmran, 3, 39)

Âyette Hz. Yahya, “seyyid”, “hasûr” ve “nebi” vasıflarıyla övülmektedir. Bu özellikler içinde konumuz ile alakalı olan “hasûr” vasfıdır. Hasûr; muktedir olduğu halde, dünya nimetlerine karşı nefsini zabturapt altına alarak, iffet, zühd ve takva dairesinde yaşayarak evlenmeyen kimse demektir.[30]

Bu konuda diğer bir misal de hiç evlenmeyip kendisini ibadete, Allah yoluna adayan Hz. Meryem’dir. Peygamber Efendimiz (sas) onu, el-Azraul-betûl” olarak nitelendirmiştir ki bunun manası; evlenmeyerek kendisini ibadete ve Allah yoluna adayan kimse demektir.[31]

Peygamber Efendimiz (sas) değişik hadislerinde ümmetinin evlenip çoğalmasını istemiş,[32] evlenme imkânı olmayanların da oruç tutarak iffetli yaşamalarını hedef göstermiştir.[33] Evlilik ile ilgili âyet ve hadisler İslam âlimleri tarafından bütünlük içinde ele alınıp değerlendirilmiş ve biraz da şahısların durumlarına, konumlarına göre evlenme hükümleri farz, vacip, sünnet, haram, mekruh ve mübah olmak üzere değişik kategorilere ayrılmıştır. Normal şartlarda bir insanın evlenmesi sünnet kabul edilmiştir.[34] Nitekim Hocaefendi de evlenmeyi, yuva kurmayı tavsiye etmekle birlikte, şahısların durumuna göre evliliğin aldığı hükümleri zikretmiştir.[35] Dolayısıyla herkesi aynı kategoride değerlendirmek doğru değildir. Hocaefendi’nin evlenmemesi ve rüyada kendisine verilen mesajı da bu istikamette değerlendirmesi dinin ruhuna aykırı değildir. Nitekim Abdülkadîr Geylanî, “Allah Resulü bana “evlen!” deyinceye kadar evlenmedim.” demiştir.[36]

Diğer taraftan Diyanet İslam Ansiklopedisi “Nikah” maddesinde de evliliğin hükmü ile ilgili yaklaşımlar şu şekildedir: “Nikahın dini hükmü konusunda başlıca iki tavır ortaya konmuştur. imam Şafii gibi fakihlere göre normal şartlarda evlenmenin hükmü mubah, diğerlerine göre vacip (farz) veya menduptur. İkinci grupta yer alanlardan Zahiriler bunu namaz ve oruç gibi farz-ı ayın sayarken fakihlerin büyük çoğunluğu mendup/sünnet-i müekkede olarak nitelemektedir. Bazı fakihler, evlemenin cenaze namazı gibi farz-ı kifaye veya selamı alma gibi kifa-i vacip olduğu, toplumda bir kesimin evlenmesiyle diğerlerinden uhrevî sorumluluğun düşeceği, hiç kimsenin bu görevi yapmaması halinde toplumun uhrevî bakımdan toptan sorumlu tutulacağı kanaatindedir. Normalin dışındaki şartlarda ise evlenecek kişinin durumuna göre farz vacip, mendup, sünnet, mekruh veya haram olabileceği belirtilmiştir.”[37]

Tefsir, hadis, fıkıh alimlerinden ve ruh mimarı Rabbanilerden evlenmeyip kendisini dine hizmete adayan pek çok insan vardır. Nitekim Abdülfettah Ebu Gudde, ilmi evliliğe tercih eden âlimlerin en önemlilerinden bir grubuEl-Ülemaul-Uzzab ellezine âserul-ilme alezzevac” adlı eserinde ele almıştır. Örnek olarak; tefsir ilminin otoritelerinden İmam İbn-i Cerîr et-Taberî’yi (ö. 310/923) ve Zemahşerî’yi, (ö. 538/1144), Hadis ve fıkıh ilminin en önde gelen âlimlerinden ve Şafii mezhebinde “umdetü’l-müctehidin” kabul edilen İmam Nevevî’yi (ö. 676/1277) ve yine Şafii mezhebinin en önemli fakihlerinden Ebu İshak Şirazî’yi (ö. 476/1083), ilk devir sûfi ve maneviyat rehberlerinden Bişr-i Hâfî’yi (ö. 227/841), Kuzey Afrika ve Mısır’ın en büyük velisi kabul edilen Şeyh Ahmed el-Bedevî’yi (ö. 675/1276), bazıları tarafından Şeyhülislam kabul edilen İbn-i Teymiye’yi (ö. 728/1328) verebiliriz. Tabii bunlara çağımızın en önemli İslamî fikir ve aksiyon insanlarından Bediüzzaman Saîd Nursî’yi (1878-1960) de ilave etmek gerekir.

Ebu Gudde, birkaçını saydığımız hiç evlenmemiş bu âlimleri tanıttıktan sonra, sözü şu şekilde noktalamaktadır: “Biyografilerini verdiğimiz, evlenmeyip bekar kalan bu kimseler İslamî ilimlerin büyük imamlarıdır. Onlar, Şeriat ilimlerinin direkleri, dinin, takvanın ve salahın rükünleridirler. Bu kimseler, İslam Dininde evliliğin bekarlıktan daha faziletli olduğunu bilmeyen kimseler değildir. Tam tersine bunların içinden fakih olanlar, eserlerinde nikahın faziletlerini ve bu konudaki terğib ve teşvikleri yazan kimselerdir. Bu kimseler evliliğin faziletini, salahını bildikleri ve kendilerinin de evlenmeye mani hiçbir engeli olmadıkları halde bütün vakitlerini, dine ve ilme hizmet etmek, bütün performanslarını, güç ve enerjilerini İslam Dininin beyanına, tedvinine ve insanlara takdim edilmesine sarfetmek için evlilik yerine bekarlığı tercih etmişlerdir. Şüphesiz ki îsar İslam dininde meşrudur, isar ruhuyla hareket eden övülmüştür. Âlimlerin ve insanların onlara çok büyük minnet borcu vardır.[38]

Muhterem Hocaefendi de hayatını dine, ilme, insanlığa hizmete adayarak evlenmemiş; ama evliliği teşvik etmiş, pek çok insanın evlenmesine vesile olmuş, yuvanın ve salih evlat yetiştirmenin önemine vurgu yapmıştır.[39] Peygamber Efendimiz’in (sas) rüya yoluyla verdiği mesajını da bu tercihini destekleyen bir işaret olarak kabul etmiştir. Bunun dine zıt bir yanı yoktur. Hocaefendi’nin evlenmeyip hayatını dine, ilme, evrensel insanî değerlerin yaşatılmasına adamasını bir dalalet gibi göstermeye çalışmak hayatlarını dine, ilme hizmete vakfedip evlenmeyen İmam Taberî, İmam Nevevî, Şeyh Ahmed-i Bedevî, Bediüzzaman Hazretleri gibi pek çok ilim ve maneviyat rehberini aynı şekilde itham etmek demektir.

          5. Suizan

Bir Müslüman hakkında suizan etmek ve onu yalanla itham etmek haramdır. Rapor yazarları, İslam inancına göre, Hz. Peygamber, Cebrail veya Azrail de dahil olmak üzere, kimsenin, birinin ölümü hakkında bilgisi olamayacağını ve bu konuda hüküm veremeyeceğini iddia ederek, Hocaefendi’yi yalan söylemekle itham etmektedirler.

Hocaefendi ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz’in (sas), “Evlendiği gün ölür ve cenazesine de gelmem.” ifadesi rüyada söylenmiştir. Rüyada söylenenler ise tabir edilir. Rüyada söylenileni gerçek hayatta söylenmiş gibi kabul etmek doğru değildir. Diğer taraftan, rüyada bir kimseye öleceği bildirilebilir, işaret edilebilir. Mutlak gaybı Allah’tan başka kimse bilmez, fakat Allah’ın bildirdiği ölçüde bazı insanlar da bazı gaybî hadiseleri bilebilirler. Nitekim, Hz. Ömer, Cuma günü minberde Allah’a hamd ve sena ettikten sonra, Peygamber Efendimiz’i, (sas) sonra da Hz. Ebu Bekir’i (ra) zikretmiş peşinden de şöyle demişti: “Ben bir rüya gördüm. Bu rüyanın benim ecelimin geldiğini bildirdiği kanaatindeyim. Rüyada bir horoz beni iki defa gagaladı. Rüyamı Hz. Ebu Bekir’in eşi Esma ibn Umeys’e (ra) anlattım. O da “Seni acemden biri katledecek!” şeklinde tabir etti. İnsanlar benim, kendimden sonra yerime geçecek halifeyi tayin etmemi istiyorlar. Şüphesiz ki Allah, dinini zayi etmez. Bana bir şey olursa, Allah Resulünün (sas) işaret buyurduğu altı kişi halifeyi seçmekle yetkilidir.” Hz. Ömer, bu kişilerin isimlerini tek tek saymış ve onların seçtiği halifeye itaat edilmesi gerektiğine vurgu yapmıştı.

Halife Ömer, dört gün sonra çarşamba günü, rüyada işaret edildiği şekilde şehit edilmiştir.[40] Acaba Diyanet raportörleri Hz. Ömer’in (ra) zikredip yüzlerce sahabe huzurunda yorumladığı bu rüya hakkında ne diyecektir? Hocaefendi’yi yalanlamak için rüya ya da ilham yoluyla bildirilen tüm haberleri inkar mı edeceklerdir?

Bir kimse hakkında, kesin bilgiye sahip olmadan iyi kanaat beslemeye hüsnüzan; aksine ise suizan denilmiştir. Kur’an’da, Ey iman edenler! Zannın birçok çeşidinden sakının! Çünkü zanların bir kısmı günahtır.”[41] buyrularak suizan beslemekten veya onunla amel etmekten uzak durulması emredilmektedir. Âyette uzak durulması gerektiği bildirilen zan, töhmet, meşru bir sebebe dayanmayan suizandır.[42] Aynı zamanda zannın bazısının ağır günah olduğuna vurgu yapılmaktadır. Zira ayette, إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ buyrularak zannın bazısının “ism” olduğu bildirilmektedir. İsm, netice itibariyle üzerine ceza terettüp eden günahtır. Zira zan, ihtimal üzerine bir hüküm olduğundan bir kısmı hakka isabet etmez. Doğruya isabet etmediğinden ötürü de bir başkasının hakkı ile alâkalı bir hususta suizan, zannedenin aleyhine bir hüküm olarak döner. Özellikle zannın kaynağı sırf nefis endeksli olduğunda vebal daha da büyük olur. Zannın bir kısmı ceza gerektiren ağır bir günah olduğundan, bu itibarla böyle bir vebal ve zarara düşmemek için ihtiyatlı hareket etmek gerekir. Gerçi zannın hepsi vebal ve günah değildir, fakat Allah’a ve mü’minlere hüsnüzan vâciptir.[43] Nitekim bir başka âyette müminin mümin kardeşi hakkında öncelikle hüsnüzanda bulunması gerektiği buyrulmuştur.[44] Peygamber Efendimiz (sas) de Zandan kaçınınız! Zira zan, en yalan sözdür.”[45] buyurarak, herhangi bir asla, bir delile dayanmadan suizanda bulunmayı yasaklamıştır.[46] Nitekim Diyanet’in “Hadislerle İslam” kitabında hüsnüzan ve suizan ile ilgili hadisler müstakil bir bölüm halinde ele alınmış, suizannın yalanın ta kendisi olduğuna dikkat çekilmiş ve şu şekilde bir değerlendirme yapılmıştır: “Rahmet Elçisi, inananların kalplerini, zihin ve düşüncelerini yalan yanlış bilgi kırıntılarından, zanlardan arındırmalarını istemiş, gerçeğin peşinde, güvenli ve sağlam bilgiye dayanan örnek bir toplum inşa etmek istemiştir. Bunun için onlara: Ey Allah’ın kulları, kardeş olun!”[47] demiştir. Bu kardeşliğin ilk adımı da kardeşine iyi zan beslemekle atılır. Kötü zan ise kardeşliğe zarar veren bir tavırdır. Mü’min Allaha ve insanlara hüsn-i zan besleyen, ne yaptığının bilincinde olan insandır.[48]

Müslümanlar hakkında su-i zanda bulunmak şeytanın tuzaklarından biridir. Başkası hakkında delilsiz zan ile hükmeden kimseyi şeytan, gıybetle saldırmaya, o kimsenin hukukuna tecavüze, hor ve hakir görmeye sevk eder. Bütün bunlar kişiyi helaka götüren sebeplerdendir. Bu itibarla İslam dini, müminleri zanna dayalı ithamlardan men etmiştir.[49] Bediüzzaman, suizannın tedavi edilmesi gereken manevî bir hastalık olduğuna dikkatleri çekerek reçeteler sunmuş ve insanın hüsnüzanna memur olduğuna vurgu yapmıştır.[50] Aynı zamanda o, suizannın fert ve toplum hayatını tahrip etmesi, yıkıma sebebiyet vermesi gibi hayatî zararlarına karşı insanları uyarmıştır.[51]

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayını olan Kur’an Yolu Tefsiri’nde, Hucurat sûresinnin 12. Âyeti tefsir edilirken şunlar söylenmektedir: “Gerçeklik ihtimali yüzde ellinin üzerinde bulunmakla beraber, kesin olmayan bilgi ve hükme zan denir. Başkalarını suçlamak, aleyhlerinde olacak bir karar almak ve davranışta bulunmak söz konusu olduğunda zanna dayanılamaz, zan şeklindeki bilgi dayanak ve delil kılınamaz. Çünkü insanlar hakkında sahip olunan zan ve tahminlerin birçoğu isabetsiz olmakta, beklendiğinin, sanıldığının aksi gerçekleşmektedir.”[52]

Bütün bunlar göz önüne alındığında rapor yazarlarının iddiaları ilmî temeli olmayan bir suizan ve bühtandan öte bir anlam taşımamaktadır.

          6. “Sahtekârlık” örnekleri

Aslında Hocaefendi’ye karşı asılsız ithamlarda bulunanların hazırladıkları bu raporda, bir değil, birçok çarpıtma örneği mevcuttur;

  1. Hocaefendi’nin eserlerinden, onun Ehl-i Sünnet çizgisindeki bir görüşünü cımbızlayarak dinin ruhuna zıt bir şekle sokmak ve daha sonra da üretilen bu marjinal düşüncenin yanlışlığı ile ilgili, dinin temel kaynaklarından deliller getirmek, rapor yazarlarının ifadesiyle söyleyecek olursak “sahtekarlık”tır.
  2. Hocaefendi’nin bütün yazılı ve sözlü eserleri incelenerek raporun hazırlandığı ifade edildiği halde, onun eserlerindeki, öne sürülen iddialara cevap mahiyetindeki yaklaşımları görmezden gelmek ve yok saymak bir “sahtekarlık”tır.
  3. Öne sürülen iddialara delil olarak İslamî ilimlerin değişik alanlarında yazılmış eserleri kaynak gösterirken -aslında referans gösterilen yerler bütünlüğü içinde ele alındığında Hocaefendi’nin düşüncesi ile aynı çizgide olduğu halde- cımbızlama mühendisliği yaparak onları karşı argüman gibi sunmak da bir “sahtekarlık”tır.
  4.  İslam âlimlerinin çoğunluğu Peygamberimiz’in (sas) rüyada şemail-i şerifden farklı bir şekilde görülebileceği görüşündedir. Bazı ferdi görüşler Allah Resulü’nün rüyada şemailine uygun görülmesi gerektiği düşüncesindedir. Durum böyle iken âlimlerin çoğunluğunun görüşünü görmezden gelerek, dar alanlı bir yaklaşımı genel kabulmüş gibi göstermek bir “sahtekarlık”tır.
  5. Peygamberimiz’in (sas) rüyada görüleceğini bildiren mütevatir hadisi görmezden gelerek ve çarpıtarak Hocaefendi’yi tadlile yeltenmek bir “sahtekarlık”tır.
  6. Peygamber Efendimiz’in (sas) rüyada söylediklerini nakleden kimseyi hadis uydurmakla itham etmek ve onu, bile bile hadis uyduranların cehenneme hazırlanmaları gerektiğini bildiren rivayet kapsamına almak apaçık bir “sahtekarlık”tır.
  7. Peygamber Efendimiz’in (sas) görüldüğü rüyalar hadisin ifadesiyle “mübeşşirat”tan kabul edildiği halde, Hocaefendi’nin naklettiği, hayırlı işler yapmaya teşvik eden rüyaları dalalet sebebi göstermek bir sahtekarlıktır.

Kıymetli okurun, ifade nezaheti açısından pek başvurmadığımız bu nahoş üslubu kullanmaya mecbur kalışımızdan dolayı üzgün olduğumuzu bilmesini isteriz. Ancak dini ve dindarlığı temsil makamında olan resmî bir kurumun, dini kılı kırk yararcasına yaşayan bir İslam âlimine karşı itibar cellatlığına soyunması karşısında, dil de kelimeler de üslup ve beyan da şaşıyor doğrusu!


[1] Gülen, Yenilenme Cehdi, s. 247; Cemre Beklentisi, s. 204.

[2] Fethullah Gülen, Vuslat Muştusu, İstanbul: Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, 2008, s. 283.

[3] Gülen, Fasıldan Fasıla, 4: 128.

[4] Nevevî, el-Minhâc, 15: 24; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 12: 385; Aliyyü’l-kârî, Mirkâtü’l-mefâtih, 7: 2916; el-Mevsûatü’l-fıkhiyyetü’l-Kuveytiyye, 22: 10.

[5] Nevevî, el-Minhâc, 15: 24.

[6] Buhârî, tabir 10; Müslim, rü’ya, 11.

[7] el-Kettânî, Muhammed b Ca’fer, Nazmü’l-mütenâsir, Mısır: Dâru’l-kütübi’s-selefiyye, s.218, (h.n.: 275)

[8] Aliyyü’l-Kâri, Mirkâtü’l-mefâtih, 7: 2916.

[9] Aliyyü’l-Kârî, Cem’u’l-vesâil fi şerhi’ş-şemâil, s. 418.

[10] Buhârî, ta’bir 10; Müslim, rüya 11.

[11] Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-mefâtih, 7: 2916.

[12] Nevevî, el-Minhâc, 15: 24; İbn Hacer, Fethul-Bâri, 12: 383: Aynî, Umdetü’l-kârî, 2: 154.

[13] Buhârî, ta’bir 5; İbn Mâce, ta’bir 1; Tirmizi, rüya 2-3.

[14] Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-mefâtih, 7: 2916.

[15] Buhârî, meğâzî 30.

[16] Aynî, Umdetü’l-kârî, 15: 143.

[17] Müslim, iman 1; Nesâî, iman 6; Ebû Dâvûd, sünne 17.

[18] Nebhânî, Yusuf ibn İsmail, Saadetü’d-dareyn fi’s-salati alâ seyyidi’l-kevneyn, Dâru’l-fikir,  s. 469.

[19] İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, 12: 385.

[20] Nebhânî, Saadetü’d-dareyn, s. 443.

[21] Nebhânî, Saadetü’d-dareyn, s. 465.

[22] Nebhânî, Saadetü’d-dareyn, s. 462-463.

[23] Nebhânî, Saadetü’d-dareyn, s. 478.

[24] Nebhânî, Saadetü’d-dareyn, s. 477.

[25] Nebhânî, Saadetü’d-dareyn, 427.

[26] Nebhanî, Saadetü’d-dareyn, s. 437.

[27] Şa’rânî, Abdülvehhab, el-Mizanü’l-kübrâ, 1: 183-184.

[28] Nebhânî, Saadetü’d-dareyn, s. 435.

[29] el-Ensarî, Zekeriya ibn Muhammed, Netâicu’l-efkâr, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1971, 2: 352.

[30] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 3: 197.

[31] Nevevî, el-Mecmû şerhu’l-mühezzeb, 17: 281.

[32] Ebu Davud, nikâh, 3; Nesaî, nikâh 11.

[33] Buhârî, savm 1; Müslim, nikâh 1.

[34] Kâsânî, Bedâʾiʿu’s-sanâʾiʿ  tertîbi’ş-şerâʾiʿ, 2: 228.

[35] Bkz., Gülen, Çekirdekten Çınara (2012), s. 40-52.

[36] Nebhânî, Saadetü’d-dareyn, s. 435.

[37] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Fahreddin Atar, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2008, “Nikâh” maddesi.

[38] Abdülfettah Ebu Gudde, el-Ülemâu’l-Uzzâb ellezîne âseru’l-ilme alez’zevâc, Beyrut: Mektebetü’l-matbuatu’l-İslamiyye, 1982, s. 128.

[39] Gülen, Çekirdekten Çınara, s. 40-52; Gülen, Ölçü veya Yoldaki Işıklar, s. 154; Gülen, Vuslat Muştusu, s. 286.

[40] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1990, 3: 255.

[41] Hucurât, 49: 12.

[42] Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’an, 16: 331.

[43] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 6: 4472.

[44] Nûr, 24: 12.

[45] Buhârî, ferâiz 1.

[46] Aynî, Umdetü’l-Kârî, 23: 232.

[47] Buhârî, edeb 57; Müslim, birr 28.

[48] Komisyon, Hadislerle İslam, 3: 478.

[49] Münâvî, Feyzü’l-kâdîr, 3: 122.

[50] Nursî, Mesnevi-i Nûriye, s. 58.

[51] Nursî, Sözler, s.775

[52] Komisyon, Kur’an Yolu, 5: 97.

Yazar :

Tarih :

Etiketler :

Paylas :