logo

D. KEŞİF YOLUYLA HADİS ALINDIĞI İDDİASI

Bu başlık altında ileri sürülen iddialar şu şekilde:

len, Prizma 1 adlı kitabında kendi görüşlerini sağlamlaştırmak için, hadis usulüne aykırı ve bu ilmi önemsizmiş gibi gösteren şu değerlendirmelere yer vermektedir:
Bazen hadis kriterleri ölçü olmayabilir. Ehlullah’ın Efendimizden keşfen hadis alması hiç de az vaki olmuş hâdiselerden değildir…Onlar keşfen aldık” dediklerini mutlaka öyle almışlardır ve dedikleri de katiyen doğrudur. Ne var ki bunları belli hadis kriterleri içinde tahlil etmek imkânsızdır. Onun için de hadisçiler bu türlü ifadelere iltifat etmemişlerdir. Ama onların iltifat etmemesi bu ifadelerin doğru olmadığı mânâsına da gelmez.” (Gülen, Prizma 1, Zaman Gazetesi
Yayınları, İstanbul 1997, s. 149-151) Hadis âlimleri, keşif yoluyla hadis alınarak bunun üzerine hüküm kurulamayacağını açıkça belirtmişlerdir. Kaldı ki Peygamber Efendimizin vefatından sonra ondan keşif ve kerametle hadis alınabileceği şeklindeki bir iddia, dinin tamamlandığını ifade eden âyet (Mâide, 5/3) ile çelişmektedir. Prensip olarak tasavvufta keşif, kişiye has bir tecrübe olarak kabul edilmiş ve dinde kaynak olmadığı özellikle vurgulanmıştır. Bu bakımdan keşif sahibi olduğunu düşündükleri bir kişinin, hatalı kanaatlerine uyanların dinen günahkâr sayılacakları, bizzat önde gelen mutasavvıflar tarafından açıkça ifade edilmiştir. (İmam Rabbânî, Mektûbât, I, 31.mektup) Buna göre keşfi dinin bilgi kaynaklarından biri olarak kabul edenler, aslında din içerisinde başka bir din ihdas etmeye kapı aralamaktadırlar. Böylesi bir tehlikeyi önceden görmüş olan Fatih Sultan Mehmed döneminin şeyhülislâmı Molla Gürânî, ilham aldığını iddia eden kişilerin direktiflerinin dinde kaynak kabul edilmesinin büyük bir bidat ortaya atmak ve Hz. Peygamberden sonra din kurmaya yeltenmek anlamına geldiğini vurgulamış, bu tür anlayışlara karşı çıkmanın her Müslümanın vazifesi olduğunu adeta haykırmıştır. (Molla Gürânî, ed-Dürerü’l-levâmî, s. 565.) Bu bakımdan örgüt liderinin Allah ile özel bir irtibatı olduğu düşüncesine sahip olanların, tevbe etmek suretiyle bu anlayışlarını derhal terk etmeleri, Müslüman olmalarının bir gereğidir.”[1]

Rapor yazarlarının naklettiğimiz bu ifadelerindeki iddiaları şu şekilde maddeleştirebiliriz:

  1. Gülen, hadis usulüne aykırı hareket etmekte ve bu ilmi önemsizmiş gibi göstermektedir.
  2. Keşif yoluyla alınan hadisler üzerine hüküm bina edileceğini iddia etmektedir.
  3. Keşif yoluyla elde edilen bilgileri bilgi kaynağı olarak kabul ederek yeni bir din ihdas etmeye teşebbüs etmektedir.
  4. Gülen’in Allah ile özel irtibatı olduğuna inananların tevbe etmeleri gerekir.

Rapor yazarları hep yaptıkları gibi bu iddialarında da sırf Hocaefendi’yi tadlil edebilme adına delil üretebilmek için, alıntıladıkları metni bağlamından koparmış, cümlelere taşıyamayacakları yeni anlamlar yüklemişlerdir. Şimdi bu iddiaları birer birer ele alalım:

  1. Yine çarpıtma

Rapor yazarlarının iddialarına delil olarak aktardığı metnin bağlamına bakıldığında, Hocaefendi’nin Cevşen’in kaynağı ve sıhhat derecesi ile ilgili bir soruya verdiği cevaptan alıntılanmış oluğu görülür. Hocaefendi, Cevşen’in daha çok Şiî kaynaklar tarafından nakledildiğini, Hâkim’in el-Müstedrek’inde birkaç fıkranın yer almasının dışında[2] Sünnî kaynaklarda yer almadığını, bu yüzden ona soğuk bakıldığını belirtiyor; ama muhtevası itibariyle pek çok ismiyle Allah’a yapılan bir dua ve yakarış olması itibariyle reddedilemeyeceğine vurgu yapıyor.

Hocaefendi, her şeyden önce “Cevşen”in halisane yapılmış bir dua olduğuna vurgu yaparak şunları söylüyor: “Cevşenin asgarî vasfı onun bir dua olmasıdır. Başka hiçbir özelliği bulunmasa, sadece onun bu özelliği bile, Cevşene bir değer ve kıymet atfetmek için yeterli bir sebeptir. Hâlbuki onun daha nice özellikleri vardır ki diğer maddelerde bazılarına işaret edilecektir. Öyleyse, sadece senedine ait şaibeden dolayı Cevşeni tenkit pek haklı bir davranış olmasa gerek.”[3]

Ardından Hocaefendi, “Efendimize ait sözlerin bütün beşer sözlerine bir rüçhaniyet ve üstünlüğü vardır.” diyerek tekrar Peygamber Efendimiz’den isnad yoluyla gelen rivayetlerin önemine vurgu yapıyor. Bunun yanında Cevşen’in muhteva itibariyle makbul olduğuna da dikkat çekiyor: “O’na (sallallahu aleyhi ve sellem) ait beyan ve sözleri seçip tanımada maharet kazanmışlara gizli kalmayacak bir gerçektir ki Cevşen baştan sona peygamberane ifadelerle bezeli bir edaya sahiptir. Bu sebeple de duada O’na ait malzemeleri kullanmak hem önemli hem de kabule daha yakındır. Fakat yine de bu bir tercih meselesidir.”[4]

Hocaefendi’nin “Peygamberane ifadelerle bezeli bir edaya sahip” dediği Cevşen’den bazı örnekler vermek istiyoruz:

Cevşen’de her bölümün başında, Cehennem ateşinden korunma yakarışını ifade eden dua cümlesi -ateşten korunmayı ifade eden değişik kelimelerle- şu şekilde geçmektedir;

سبحانك يا لا اله الا انت الامان الامان أجرنا/نجنا/ خلصنا من النار

“Sübhânsın yâ Rab! Sen’den başka yoktur ilâh! Emân diliyoruz Sen’den, Koru bizi Cehennem’den!”

Peygamber Efendimiz (sas) değişik hadislerinde de sabah ve akşam namazlarından sonra اللَّهُمَّ أَجِرْنِي مِنَ النَّارِ Allahım beni Cehennem ateşinden muhafaza buyur.” şeklinde dua edenlerin, istediklerine icabet edileceğini bildirmiştir.[5] Yine konu ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerîm’de Ya Rabbi bizi Cehennem ateşinden koru!” diye müminlere öğretilen dua âyetleri vardır.[6]

Cevşen’de, یَا مَنْ سَبَقَتْ رَحْمَتُهُ علي غَضَبِه “Ey rahmeti gazâbını geçmiş olan (Allah’ım)”[7] ifadesi mevcuttur. Bir Kutsî hadis-i şerifte ise şöyle buyrulmuştur: رَحْمَتِي سَبَقَتْ غَضَبِي “Şüphesiz ki rahmetim gazabımı geçmiştir.”[8]

Ayrıca Cevşen’de geçen pek çok dua cümlesi, muhteva olarak Yüce Mesaj’da vardır. Mesela, Cevşen’de يا مُجيبَ دَعْوَةِ الْمُضْطَرِّينَ“Ey çaresiz kalmışların duasına icabet eden (Rabbim)”[9] ياَ كَشافَ الكرُوبِ “Ey sıkıntıları gideren (Rabbim)”[10] geçmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de: أَمَّنْ يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ

“Çaresiz kalıp Kendisine yalvaran insanın duasını kabul edip sıkıntısını gideren Allahtan başka kimdir?”[11] buyrulmaktadır.

Asıl yeri burası olmadığından ve iddialara verilen cevabı çok uzatacağından birkaç misal ile iktifa ettik. Görüldüğü üzere Cevşen’de yer alan dualar Kur’an ve Sünnet muhtevalıdır. Hocaefendi de Cevşen’in içeriğinin dinin ruhuna uygun olduğunu ifade etmekte fakat yine de onun okunmasını tercihe bırakmakta ve bağlayıcı olmadığını söylemektedir. Dolayısıyla onun bu sözlerinden bir tenkit ve dalalet çıkarmaya yeltenmek iyi niyetli bir yaklaşım olmasa gerektir.

Diğer taraftan Hocaefendi’nin, alıntının devamında yaptığı açıklamalar da görmezden gelinmiştir. Yapılan alıntıya bütünlüğü içinde bakalım: “Bazen hadis kriterleri ölçü olmayabilir. Ehlullah’ın Efendimiz’den keşfen hadis alması hiç de az vâki olmuş hâdiselerden değildir. İmam Rabbanî mealen der ki: Ben, İbn Mesudun, Muavvizeteynin Kur’ândan olmadığına dair rivayetini görünce, bu sûreleri farz namazlarımda da okumamaya başladım. Ne zaman ki Efendimizden onların Kur’ândan olduğuna dair ihtar aldım, ancak o zaman bu sûreleri farz namazlarımda da okumaya başladım. Bazılarının bizim Kunut duâsı olarak okuduklarımızı, Kur’ân’dan kabul etmesi de yukarıda işaret etmek istediğimiz husûsa ayrı bir delil kabul edilebilir. Ve yine İmam Rabbanî’den bir misal.. diyor ki: “Ben bazı hususlarda İmam Şafiî’yi taklid ediyordum. Ancak bana İmam Ebu Hanife’nin peygamberlik mesleğini temsil ettiği ihsas edildi. Ben de Ebu Hanife’ye iktida ettim…”

Bu durum da elbet belli kriter ve ölçü gerektirir. Yoksa önüne gelen herkes keşfen bir şeyler aldığını söyler ve ortalık bir sürü uydurma keşiflerle dolar. Ama bazı büyük zatları bu kategoriye dahil etmek çok büyük yanılgı olur. Onlar “keşfen aldık” dediklerini mutlaka öyle almışlardır ve dedikleri de kat’iyen doğrudur. Ne var ki bunları belli hadis kriterleri içinde tahlil etmek imkânsızdır. Onun için de hadisçiler bu türlü ifadelere iltifat etmemişlerdir. Ama onların iltifat etmemesi bu ifadelerin doğru olmadığı mânâsına da gelmez.[12]

Hocaefendi, devamında yine İmam Rabbanî’nin, Hanefî mezhebinin Peygamber Efendimiz’in nübüvvet yönünü, Şafiî mezhebinin ise velayet yönünü temsil ettiğini söylediğine[13] işaret etmektedir. Verilen bu misaller İmam Rabbanî’nin keşfe ne kadar önem verdiğini gösterdiği halde rapor yazarları onun keşif ile ilgili bu yaklaşımlarını görmezden gelmiş, konu ile doğrudan alâkası olmayan başka bir yeri delil olarak öne sürmüşlerdir.

Netice itibariyle, Cevşen, Allah’ın isimleriyle yapılan bir duadır. Bu duanın temel yörüngesi belâ, musibet ve afetlerden; Cehennem azabından korunmaktır. Cevşen’in bu muhtevası Kur’an’a uygundur. Zira Kur’an, Allah’ın isimleriyle dua etmeyi teşvik etmektedir: En güzel isimler Allah’ındır, o halde bu isimlerle Ona dua edin.”[14] buyrulmaktadır. Bu itibarla insanın Rabbisine, O’nun güzellerden güzel isimleriyle dua etmesi gerekir.[15] Allah’ın isimleri zikir ve duada kullanılmaları halinde kabule vesile olur ve sevap kazandırır.[16] Nitekim Diyanet tarafından hazırlanıp neşredilen Kur’an Yolu Tefsiri’nde, Allah’ın isimleriyle tevessülde bulunmanın önemine vurgu yapılmıştır: “Meşrû kabul edilen tevessül türleri şunlardır: 1. Yüce Allah’ın isim ve sıfatlarıyla tevessül. 2. Peygamber ve velîlerin hayatta iken yaptıkları dualarla tevessül. 3. İyi ameller hürmetine tevessül. Bunlardan özellikle Allah’ın isimleriyle yapılan tevessül Kuran ve hadiste yer almış, yüce Allah tarafından açıkça emredilmiştir: En güzel isimler (el-esmâü’lhüsnâ) Allah’ındır; bu güzel isimlerle Ona dua edin” (Araf 7/180).[17]

          2. Dua tavsiyesi

Meşhur pek çok alim ve maneviyat rehberinin hatta Diyanet’in okunmasını tavsiye ettiği bir dua kitabını tavsiye etmek, nasıl oluyor da yeni bir din ihdas etmek manasına geliyor?

Cevşen, Sünnî İslam dünyasının önde gelen bazı alim ve maneviyat rehberlerinin ilgi odağı olan, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî Hazretleri’nin Mecmuatü’l-Ahzab’ına aldığı,[18] Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin okunmasını ve neşredilmesini çok ciddi teşvik ettiği,[19] bu sebeple takipçilerinin ellerinden düşürmedikleri dua kitaplarından biridir. Nitekim, Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde de Cevşen’in rivayet itibariyle Şii kaynaklardan geldiği belirtilmekle birlikte, onun Allah’a ait iki yüz elli isim, yedi yüz elli sıfat ile, dünya âfetlerinden ve âhiret azabından kurtuluş için yapılan bir dua, bir niyaz olduğuna vurgu yapılmış ve okunması takdirle karşılanmıştır: “Cevşen-i Kebîr, bir kısmı naslarda yer alan, mana ve muhteva bakımından Allah’a nisbetinde hiçbir sakınca bulunmayan kelime ve cümlelerle münacat ve niyazlardan ibaret bir metin olup bu tür metinlerle duada bulunmak, dini hayat bakımından tavsiyeye şayan bir davranış olarak görülür.”[20] Diyanet Vakfı, yayımladığı İslam Ansiklopedisi’nde Cevşen’in okunmasını takdir ve tavsiye etmekle yeni bir din mi kurmuş olmaktadır?

          3. Referanslarda tahrif

Rapor yazarları, İmam Rabbanî’den iddialarına delil olarak, şu şekilde bir ifade nakletmektedirler: “Prensip olarak tasavvufta keşif, kişiye has bir tecrübe olarak kabul edilmiş ve dinde kaynak olmadığı özellikle vurgulanmıştır. Keşif sahibi olduğunu düşündükleri bir kişinin hatalı kanaatlerine uyanların dinen günahkâr sayılacakları, bizzat önde gelen mutasavvıflar tarafından açıkça ifade edilmiştir.” (İmam Rabbânî, Mektûbât, I, 31. mektup)

İlgili yere baktığımızda ise şunları görmekteyiz: “Keşif yoluyla yapılan hata, içtihat hatası hükmündedir. Dolayısıyla keşif sahibi kınanamaz, ayıplanamaz. Keşif sahibi için de keşfindeki isabet, doğruluk derecesine göre bir sevap söz konusudur. Ne var ki içtihad ile keşif arasında şöyle bir fark vardır; müctehidlere uyanlar, müctehid gibi, içtihadın hatalı olması durumunda da sevap alırlar. Fakat evliyânın yanlış keşflerine uyanlara ise sevâb verilmez. Yanlış keşif sahibini taklit edenler mazur değildir. Onlar keşifte hata olması durumunda sevaptan mahrum olurlar. Çünki ilhâm ve keşf, ancak sâhibi için delildir. Başkalarına delil olamaz. Keşfinde hata ihtimalı olanı taklit etmek, arkasından gitmek caiz değildir. Zira ilham ve keşif başkaları için delil değildir. Müctehidin sözü ise başkası için de delildir. O hâlde, Evliyânın yanlış ilhâmlarına, keşflerine uymak câiz değildir. Müctehidlerin rahmetullahi aleyhim ecma’în” hatâ ihtimâli olan sözlerine de uymak ise câizdir hattâ gereklidir.”[21]

Görüldüğü üzere rapor yazarları İmam Rabbanî’nin yaklaşımını da cımbızlayarak almışlardır. Zira, İmam Rabbanî keşif yoluyla alınanları müçtehidlerin ictihadına benzetmekte, dinin ruhuna uygun olan keşiflerin sevap kazandıracağını, hatalı olanlara uymanın ise sevap kazandırmayacağını ve hatalı keşif sahiplerinin taklit edilmesinin caiz olmadığını ifade etmektedir. Bu açıdan meseleye baktığımızda Cevşen’in Kur’an ve Sünnet’e uygun olduğu görülmektedir. Diğer taraftan Hocaefendi ilgili yerde Cevşen’in okunması ile ilgili olarak, “Fakat yine de bu bir tercih meselesidir.” diyerek dinen insanlar için bir bağlayıcılık ifade etmediğini söylemektedir.

 Rapor yazarlarının iddialarının bir diğer dayanağı, Molla Gürânî’nin “ed-Dürerü’l-Levâmifi şerhil-cemil-cevâmi” adlı eserinden yapılan alıntıdır. Maalesef burada da alıntıya sadık kalınmadığını görüyoruz. Önce rapor yazarlarının ifadesini aynen verelim sonra ilgili kaynaktaki yerle mukayese edelim:

Buna göre keşfi dinin bilgi kaynaklarından biri olarak kabul edenler, aslında din içerisinde başka bir din ihdas etmeye kapı aralamaktadırlar. Böylesi bir tehlikeyi önceden görmüş olan Fatih Sultan Mehmed döneminin şeyhülislâmı Molla Gürânî, ilham aldığını iddia eden kişilerin direktiflerinin dinde kaynak kabul edilmesinin büyük bir bidat ortaya atmak ve Hz. Peygamberden sonra din kurmaya yeltenmek anlamına geldiğini vurgulamış, bu tür anlayışlara karşı çıkmanın her Müslümanın vazifesi olduğunu adeta haykırmıştır.” (Molla Gürânî, ed-Dürerü’l-levâmî, s. 565.)

Oysaki Molla Gürânî’nin referans olarak verilen eserine baktığımızda şunları görüyoruz: “İlhamın şeri bir delil sayılması bir vehimdir. İlham, insan kalbine vahiyle değil; feyiz yoluyla hayır içeren manaların atılmasıdır. İlhamın varlığı naklen ve aklen kabul edilen bir meseledir.” Ardından delil olarak konu ilgili hadisler veriliyor. Bir tanesi şöyle: “Kalpte meleğin de şeytanın da lemmesi (santrali) vardır.”Şeytan da melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğü çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah’tandır ve hemen Allahu Teala’ya hamdetsin. Kim de içinde şerr ve inkara çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen Şeytandan Allah’a sığınsın.”[22]

Molla Gürânî devamında şöyle demektedir: “Esas konu, ilhamın başkalarına veya şahsın kendisine delil olup-olmayacağı meseledir. İşin doğrusu ilham, masum müeyyed bir şahsa yani peygambere gelmiş ise bu mutlak manada delildir. Peygamberlerin dışındakilerin ilhamı ise delil değildir.” Bundan sonrası rapor yazarlarının delil olarak sundukları kısım: Sofinin ‘bana şu şekilde ilham edildi; bu bir delildir.’ demesi bidattir, dalalettir. Bu söze itibar edilmez. Zira buna itibar etmek peygamberlikten sonra yeniden din adına hüküm koymaya teşebbüs etmek demektir. Dolayısıyla her müslümanın bu tür söz söyleyen sofiyi menetmesi gerekir. Zira bu şekilde hareket etmek avamın, halkın itikadını ifsat eder.”[23]

Görüldüğü üzere Molla Güranî, ilhamın şer’î bir delil olmadığına, bağlayıcılık ifade etmediğine; onu dini bir delil olarak kabul etmenin din adına hüküm koymak manasına geldiğine vurgu yapıyor. Hocaefendi de ilhamın bağlayıcı olmadığını söylüyor:

Vahiy, objektif hitap mânâsını ihtiva etmekte; şeffaf, şahitle müeyyed, dolayısıyla da bağlayıcı; ilham ise hususî, yoruma açık, şahitsiz ve bu itibarla da ilzam edici değildir.”[24]Peygamberlerden başkasının ilhamı, Kur’ân ve Sünnet-i Sahihanın muhkemâtına uygunluğu ölçüsünde kabule şâyân görülüp şer-i şerife muvafakatı çerçevesinde tâlî bir esas sayılsa da sübjektif ve vicdanî bir hâdisedir ve bağlayıcılığı da söz konusu değildir.”[25]

Bu şekilde, Hocaefendi’nin ilhama bakışı ile Molla Güranî’nin yaklaşımı aynı çizgidedir. İşin doğrusu böyle iken, rapor yazarları referansları tahrif ederek Hocaefendi’yi keşif yoluyla yeni bir din kurmakla itham etmektedirler.

          4. Keşif üzerine hüküm

Hocaefendi, Kur’an ve Sünnet’in esas olduğunu ilham ve keşfin bu iki temel kaynağın vizesine bağlı olarak değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapmıştır: “Peygamber yolunun hakikî mirasçılarına gelince, onlar, her zaman temkin yörüngeli yürümüş, ledünnî müşâhede ve iç ihsaslarını Sünnet mizanlarıyla test etmiş; Kur’ân mantığına ters gibi gönen bütün keşfiyatlarını şer-i şerif esaslarına göre yorumlayıp ortaya koymuş ve ellerinden geldiğince düz yığınları iltibasa düşürmemeye fevkalâde gayret göstermişlerdir.”[26]

Hocaefendi’nin Cevşen’in keşfen de alınmış olabileceği ile ilgili yaklaşımını tenkit etmek ve bu duanın okunmasını tavsiye etmesini yeni bir din kurmak şeklinde yorumlamak absürt bir iddiadır ve dinî hiçbir temeli yoktur; zira, İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre keşif yoluyla alınan bilgiler Resulüllah’ın (sas) haber verdikleriyle uyuşması şartıyla kabul edilmiştir.[27] Ayrıca Hocaefendi, “keşfen hadis alınabilir” diyerek eskiden uygulandığı ifade edilen ve örnekleri kitaplarda olan bir bilgiyi aktarmaktadır. “Ben, Allah Resulü’nden keşfen bir hadis aldım.” diye bir iddiada asla bulunmamaktadır. Yalnızca Cevşen’in keşfen alınmış olabileceği ihtimaline vurgu yapmaktadır, bunu da büyük bir iddia şeklinde söylememektedir. Yani “kesin ve kat’i olarak Cevşen, keşfen alınmıştır.” dememektedir. Bu kadar hassas kurulan cümlelere rağmen rapor yazarları adeta kusur ve hata avcılığı yaparcasına bu ibarelerden vicdanları titretecek kadar büyük bir iddiada bulunup Hocaefendi’nin yeni bir din ikame ettiğini ileri sürmeleri, iftiradan öte bir anlam taşımamaktadır.

       5. Aslî ve tâlî deliller

Hocaefendi’nin din anlayışı edille-i asliye ve edille-i taliye üzerine kurulmuştur ki bu yol İslam ulemasının dini anlama ve yorumlamada takip ettiği usuldür. O, keşif ve ilham üzerine kurulan bir din anlayışına sahip olmadığı gibi dinin temel kriterlerinin vizesine bağlı olarak keşif ve ilhamın da dinde bir yeri olduğu görüşündedir. Nitekim tasavvufta çok ciddi üzerinde durulduğu gibi diğer İslamî disiplinlerde de yer yer ilhamın üzerinde durulmuştur. Biz, Hocaefendi’nin dini anlama ve yorumlama ile ilgili temel yaklaşımınını hatırlatmanın faydalı olacağı kanaatindeyiz:

 “Dünyevî-uhrevî insanlara fayda sağlayacak, uzun soluklu, sağlam ve kalıcı bir aksiyon ortaya koymak isteyen her fert, yapacağı bütün işleri belli kıstaslara bağlılık içinde, belli bir plan ve programa bağlı götürmelidir. İnanan bir insan için bu kıstaslar; edille-i asliye dediğimiz, Kitap, Sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukahadır.[28] Bunun yanında bir de edille-i tâliye veya edille-i zamaniye diyebileceğimiz, maslahat, istihsan, örf gibi hususlar vardır.[29] Bunlara bağlı içtihat ve istinbatlar olur. Fakat bilinmesi gerekir ki bütün bu içtihat ve istinbatlar, aslî kaynaklarda bırakılan uçlar değerlendirilerek gerçekleştirilir. Yoksa müctehidîn-i kiram efendilerimiz min indi enfusihim” kafalarına estiği gibi hüküm çıkarmamışlardır.”[30]

Keşif ve ilhamın dindeki yeri ile ilgili yaklaşımı da şu şekildedir: “Peygamberlerden başkasının ilhamı, Kur’ân ve Sünnet-i Sahihanın muhkemâtına uygunluğu ölçüsünde kabule şâyân görülüp şer-i şerife muvafakatı çerçevesinde tâlî bir esas sayılsa da sübjektif ve vicdanî bir hâdisedir ve bağlayıcılığı da söz konusu değildir.[31]

Görüldüğü gibi Hocaefendi’nin gerek dinin asli kaynakları ve gerekse tâli ve ictihadi kaynakları hakkında serdettikleri görüşler Ehl-i sünnetin temel yaklaşımı ile uyumludur. Keşfin, şer’i sınırlar yani dinin asli kaynakları dahilinde, manevî bir ilim ve bilgi kaynağı olduğuyla ilgili ortaya koyduğu fikirler de selef-i salihinin ve ulemay-ı kiramın görüş ve düşünceleri ile aynı çizgidedir.

          6. Kim tevbe etmeli?

Hocaefendi, seksenden fazla yazılı ve binlerce sesli ve görüntülü eserinde, din ve hizmet anlayışını Kur’an, Sünnet ve sahabe çizgisinde temellendirmektedir. Hocaefendi’nin eserlerine şartlanmışlıktan uzak bir şekilde bakıldığında, onun hadis usulüne ve bu disiplinin ortaya koyduğu kriterlere hassasiyetle riayet ettiği görülmektedir. Mesela, Sonsuz Nur isimli eserinin “Sünnetin Tespiti” bölümünde, hadislerin sıhhatinin tespiti için İslam âlimleri tarafından ortaya konan usulü değişik açılardan işlemiş;[32] bu konuda yazılan eserlere vurgu yapmış; ilel kitapları, mevzu hadislerin ayıklanması, zayıf hadislerin iyi analiz edilmesi gerektiği gibi konuların üzerinde durmuştur. [33]

Hocaefendi’nin dinin ruhuna uygun, keşif yoluyla alınan/ nakledilen duaların da okunmasını tavsiye etmesini -hâşâ- yeni bir din kurmak gibi yorumlamak ilim, irfan ve insaf ile bağdaştırılamaz. Zira, Kur’an ve Sünnet’e uygun keşif yoluyla alınan bilgilerin geçerli olduğunu söyleyen pek çok âlim ve mâneviyat rehberi vardır. Cevşen okumak tevbe gerektiren bir husus olmadığına, İmam Gazzali, Ahmed Gümüşhanevî, Üstad Bediüzzaman ve onların çizgisinde giden veya çok farklı kesimlerden bu duayı okuyan herkesin tevbe etmesi gerekmediğine göre, tevbe etmesi gerekenin kimler olduğu açıktır.


[1] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 71.

[2] el-Hâkim, el-Müstedrek 1: 729

[3] Gülen, Prizma, 1: 123.

[4] Gülen, Prizma, 1: 124.

[5] Nesâî, istiâze 56; Ebu Davud, edeb 101.

[6] Bakara, 2: 201: Âl-i İmrân, 3: 16.

[7] el-Cevşenu’l-kebîr, 18: 9.

[8] Buhârî, tevhid 55; Müslim, tevbe 14.

[9] Cevşen, 13:10.

[10] Cevşen, 11: 4

[11] Neml, 27: 62.

[12] Gülen, Prizma, 1: 124.

[13] İmam Rabbânî, Mektubat, 1: 520 (282. Mektup)

[14] Araf, 7: 180.

[15] Vehbe Zuhaylî, et-Tefsîru’l-münîr fi’l-akide ve’ş-şerîa ve’l-menhec, Şam: Daru’l-fikr, 1998, 9: 179.

[16] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Bekir Topaloğlu, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2008, “Esmâ-i Hüsnâ” maddesi.

[17] Komisyon, Kur’an Yolu, 2: 266.

[18] Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Mecmûatu’l-Ahzâb, İstanbul: Mihran matbaası, 1881, 3: 331-360.

[19] Nursî, Sözler, s. 493; Nursî, Emirdağ Lahikası, 2: 50; 1: 138, 200; Nursî, Mektubat, s. 247.

[20] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Mehmet Toprak, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2008, “Cevşen” maddesi.

[21] İmam Rabbânî, Mektubat, 1. (31.Mektup)

[22] Tirmizî, tefsîru sûre (2)35.

[23] Gürânî, Şemseddin Ahmed ibn İsmâil, ed-Dürerü’l-levâmi’ fi şerh-i cemi’l-cevami’, tahk., Saîd ibn Gâlip Kâmil el-Mecidî, Medine: el-Câmiatü’l-İslâmiyye, 2008, 4: 36-40.

[24] Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, 3: 80.

[25] Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, 3: 82.

[26] Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, 4: 46.

[27] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Süleyman Uludağ, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2008, “Keşif” maddesi.

[28] Bkz. el-Pezdevî, el-Usûl 1: 221; es-Serahsî, el-Usûl 1: 279

[29] Bkz.: Mehmed Seyyid, Medhal, s. 323.

[30] Gülen, Yaşatma İdeali, s.85.

[31] Gülen, Yaşatma İdeali, 3, 82.

[32] Gülen, Sonsuz Nur, 2: 417-518.

[33] Gülen, Sonsuz Nur, 2: 381-594.

Yazar :

Tarih :

Etiketler :

Paylas :