E. Dava Uğruna Vaftiz Suyunu Âb-ı Hayat Olarak İçmek

Rapor yazarları, Hocaefendinin bir yazısından şöyle bir alıntı yapıyorlar: “Bu uğurda belki bin defa aldanacak, bin defa ateş böceklerine koşmalar dizecek, yüz bin defa zangoçlara yahşi çekecek ve vaftiz suyunu âb-ı hayat diye içeceğiz…” (Gülen, Çağ ve Nesil 1, s. 26) Onun bu ifadelerinin İslam itikadı açısından tasvip edilemeyeceğini, can tehlikesi haricinde bir Müslümanın kimliğini gizleyemeyeceğini, Hristiyanlığa ait vaftiz suyu”nu ab-ı hayat diye içme, kiliseye çağrının simgesi olan “çan çalma”, çan çalma görevi yapan zangoçlara yahşi çekme gibi ifadelerin kullanılmasının İslâmî açıdan kabul edilemeyeceğini, onun bu ifadeleri ile bağlılarının izlemesi gereken stratejileri gösterdiğini öne sürmektedirler.

Maalesef iddialarda açıktan açığa çarpıtma yapılmış, alıntılanan metin bağlamından koparılarak anlam tahrif edilmiştir. Hazırlanan raporun “kötü niyetli” ve doğrudan doğruya Hocaefendi’yi karalamaya yönelik olduğunu ispat etmek için, ilgili alıntıya metin bütünlüğü içerisinde bakmak bile yeterli olabilir:

          1. Çarpıtma

Rapor yazarlarının iddialarına delil olarak alıntıladıkları ifadeler, Sızıntı Dergisinin Mart 1981 tarihinde yayımlanan Nerdesin?” başlıklı makalede geçmektedir. Hocaefendi, ilgili yazıya,Nerdesin yıllarca yolunu beklediğimiz kahraman?” sözleriyle başlıyor ve Hz. Hubeyb, Hz. Musab, Hz. Halid ibn Velid ve Hz. Katâde gibi sahabe efendilerimizi, ardından da Yavuz Sultan Selim gibi -makamı Cennet olsun- İslâm tarihinin abide şahsiyetlerini, onların kahramanlıklarını nazara vererek genç nesile rol modellerini tanıtıyor, onların karakterini, ahlâkını ve yüce mefkûrelerini nazara veriyor. Özelde İslâm’ın ve Müslümanların, genelde de bütün insanlığın bu yüce vasıflarla donatılmış, yetiştirilmiş kahramanlara ihtiyacı olduğunu dile getiriyor. Bu gerçek kahramanlar yetişinceye kadar sahte kahramanların gerçek kahraman gibi görüleceğini ve bu manada pek çok yanılmaların olacağını ifade ediyor. Devamında da alıntı yapılan “Bu uğurda belki bin defa aldanacak, bin defa ateş böceklerine koşmalar dizecek, yüz bin defa zangoçlara yahşi çekecek ve vaftiz suyunu âb-ı hayat diye içeceğiz…” (Gülen, Çağ ve Nesil 1, s. 26)” ifadeleriyle Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren yaşanan maneviyat bunalımına ve kendi dinî değerlerinden uzaklaşıp zangoçlara yahşi çeken, papaz olup vaftiz yapanlara işaret ediyor. Yeni neslin elinden tutulmazsa aynı şeylerin yaşanabileceğine dikkat çekiyor. Hocaefendi, ilgili alıntıdan sonra makaleyi şöyle bitiriyor: “Ey tatlı rüyaların sevimli kahramanı! Riyânın, şöhretin, mansıbın aydın ümitlerimize zift sürmek istediği şu kara günlerde, ağzının diriltici iksirine muhtaç gönülleri daha fazla bekletme…!”

          2. Millî ve manevî değerlerden kopuş ve savruluş

 

Hocaefendinin dikkat çektiği millî ve manevî değerlerden kopmayı ve savrulmayı Mehmet Akif, Şimdi Allaha söver…sonra biraz bol para ver: /Hiç utanmaz: protestanlara zangoçluk eder!” mısralarıyla; Yahya Kemal, Mehlika Sultan” şiiriyle dile getirmiş, Cemil Meriç de Bu Ülke” isimli eserinde pek çok örnekle bu tabloyu resmetmiştir. Meriç, Osmanlı’nın son döneminden itibaren dinî ve millî değerlerimizden kopan aydınların, Batı’nın dinini ve kültürünü putlaştırdığını, birkaç neslin heder olduğunu şu şekilde ifade eder: “İrfanı tâbiiyet değiştiren aydınlarımız, yeni Tanrılarına evlatlarını kurban ederler. Cevdet Paşanın torunu Katolik rahibesi, Fikretin oğlu Protestan papazı olur. Halûk bir cins isim”dir artık; tarihten kaçanların ismi.”[1]

Necip Fazıl da “Çile”de bu kopuşu şu mısralarla dile getirir:

Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama / Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!

Mecaz ifadeleri anlamadıkları, ya da çarpıtmaya elverişli buldukları için Hocaefendiyi tekfir etmeye kalkanlar, Sodom-Gomore’yi helak eden günahlarda geçebilmiş olmamızdan acaba hangi anlamı çıkaracaklardır?

          3. Eserlerdeki temel yaklaşım

 

Hocaefendi, manevî değerlerimizden kopup savrulmayı değişik makalelerinde işlemiştir.[2] Onun misal kabilinden nakledeceğimiz şu ifadeleri deryada sadece bir damladan ibarettir: Batı’nın sanayi ve teknolojik gelişmeleri karşısında şok olmuş aydınlarımız, çağa göre kendilerini yenileyeceklerine, bize ait bütün değerleri terk etmek ve duyguda, düşüncede bütün bütün Batılılaşmak gibi korkunç bir tarihî yanlışlık içine girdiler. Tabii ne tam Batılılaşabildi ne de kendi dünyalarında kalabildiler: Öz gitti, mânevî değerler yıkıldı, millet ağacı sarsıldı; ama bütün bunların karşılığı olarak, kendi değerleriyle Batı’yı yakalamak da mümkün olmadı.[3]

Hocaefendi milletimizin yaşadığı ve belli ölçüde devam eden savrulmayı resmetmenin yanında yeniden manevî ve millî değerlerimizle var olmanın önemini ve yol haritasını da eserlerinde ortaya koymuştur. O, 1979da yayına başlayan Sızıntı Dergisinde, neslin, etrafındaki yıkıcı düşüncelerden kurtularak özüne dönmesi için hem yazılı hem sesli tebliğ vasıtalarını kullanmış, bütün Anadolu gençliğine ulaşmaya çalışmıştır. Gençlik o dönemde tam bir kaos içindedir. Ülke anarşinin kıskacı altındadır. Manevî değerler altüst olmuştur. İşte böyle bir dönemde Hocaefendi, daha sonra Çağ ve Nesil serisi olarak kitaplaşacak Sızıntı dergisi başyazılarında, özünden uzaklaştırılmış ve düşünce dünyasında tüketilmiş bir nesle, yeniden hayat iksiri aşılamak için adeta çırpınmaktadır:

“Rafael “ideler”i tasvirinde, Eflatun’a gökler ötesini gösterterek, onun dünyasını ifade ettiği gibi, talebesine de ayağının önünü işaret ettirerek ayrı bir dünyadan haber verir. Yüce duygulardan mahrum neslimiz hiç olmazsa ayağının ucunu görebilseydi..! O hâlde yapılacak şey, özünden bu kadar uzaklaştırılmış ve düşünce dünyasında tüketilmiş bir nesle, yeniden hayat iksiri aşılamak ve onu ruh yüceliğine ulaştırmak olacaktır. Ondan şikâyet etmeye; okuyup düşünmediğini tenkide hakkımız yoktur. O, düne kadar kendine uzanacak bir inayet eli görmedi. Görseydi; öpüp o eli başına koyacak ve getirilen şeye selam duracaktı. Aslında onda bir araştırma ve öğrenme arzusunun olduğu inkâr edilemez. O, bu arzu uğrunda tomar tomar gazete okuyor; saatlerce radyo dinleyip televizyon seyrediyor. Hatta mev’izecilerin etrafında kümeleniyor; verileni verildiği kadar ve verenin evsafına göre alıyor, değerlendiriyor. Ne var ki insafla düşündüğümüz zaman, ona ciddî hiçbir şey vermediğimizi göreceğiz.”[4]

Durum böyle iken rapor yazarları, Hocaefendinin bir makalesindeki ifadelerini mana bütünlüğünden koparmış, menfi manada kullandığı ifadeleri müspet gibi göstermiş, onun tarihi gerçeklere telmihte bulunan mecazî anlatımlarını hakikate hamletmiş, aynı konuda diğer eserlerinde yer alan yaklaşımlarını, bu yaklaşımların nesillerin özlerinden kopmuşluğunu dert edinen aydınlar tarafından da paylaşıldığını görmezden gelerek onu tadlile yeltenmişlerdir. Hatta bu da yetmemiş, 1981 yılında yazılan ve Asr-ı saadetten örnekler sunulan bu yazıdan yaptıkları alıntıdan, “Hocaefendinin, sözde “örgüt”ün hedeflerine ulaşma adına bağlılarının izlemesi gereken stratejileri söylediği” gibi akla ziyan bir çıkarımda bulunmuşlardır.

Acaba Rapor yazarları, söz konusu makalede ve Hocaefendi’nin tüm eserlerinde hedeflerin Selef-i salihin Efendilerimiz üzerinden gösterildiğini neden görmüyor, ya da görmek istemiyorlar? Eserlerini gerçekten okudularsa, Hocaefendi’nin gayr-i meşru yollarla, Makyavelist düşünce ile dine hizmet edilemeyeceğini; meşru hedefe ancak meşru yollarla gidileceğini çok net bir şekilde -hizmet hareketinin kırmızı çizgileri olarak- ifade ettiğine[5] neden rastlamadılar? Yazılı ve sözlü onca eserde malzeme bulamayıp söylemlerini delillendirmek için metin tahrifine başvurmaları niyet ve maksatlarını ele vermek için yeterli değil mi?

          4. Dilin İmkanları

 

Hocaefendi, dilin bütün imkanlarını, yazılı ve sözlü eserlerinde başarılı bir şekilde kullanmaktadır. O, aynı zamanda bir şair ve üslup ustasıdır. Ele aldığı mevzuların yelpazesi; felsefeden, sosyolojiye, şiirden romana, oradan da mitolojiye kadar pek çok sahayı içine almaktadır ve mevzularını işlerken teşbihten kinayeye, istiareden tevriyeye pek çok edebî sanatı kullanmaktadır. Azıcık edebiyat bilgisi olan, okuduğunu anlayan birisi Hocaefendi’nin ‘zangoç, vaftiz suyu vb..’ dini içerikli ifade vasıtalarını, mecazî anlamda kullandığını anlar; zira edebî metinlerin, mecazlı ifade ve ibarelerin döl yatağı olduğunu, bu alanla azıcık iştigal etmiş herkes bilir. Diyanet İşleri Başkanlığı adına “uzman” sıfatıyla bahsi geçen raporu hazırlayanların, ya edebî zevkten nasipsiz oldukları veya kasıtlı olarak mecazları hakikate hamlettikleri anlaşılmaktadır.

[1] Cemil Meriç, Bu Ülke, İstanbul: İletişim Yayınları, 2005, s. 89.

[2] Bkz. Fethullah Gülen, F. (2012) Çağ ve Nesil, Cinnet Yolculuğu”, s. 86; Fethullah Gülen, Yitirilmiş Cennete Doğru, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 94; Gülen, Beyan, s. 102.

[3] Fethullah Gülen, Zamanın Altın Dilimi, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 131

[4] Gülen, Çağ ve Nesil, s. 27

[5] Fethullah Gülen, İrşad Ekseni, İzmir: Nil Yayınları, 2012, s. 128.

Yazar :

Tarih :

Etiketler :

Paylas :