logo

F. Hocaefendi’nin Simge İsmi: Zeus’un Oğlu Herkül

Rapor yazarların en traji-komik iddialarından biri de Hocaefendi’nin Herkül/Heraklit gibi mitolojik şahsiyetleri, bağlılarına ısrarla rol model olarak sunduğu hususudur. Onlar bu iddialarına delil olarak Hocaefendi’nin eserlerinden şu alıntıları yapmaktadırlar:

Ey ümmet-i merhume (ölü ümmet), beklediğin subh-u kıyamet (Kıyametin sabah vakti) değilse ellerini boynundan çöz; Heraklesin, Prometenin imdadına koştuğu gibi, şeytanın ateşine çarpılmış gençliğin imdadına koş… ”(Gülen, Çağ ve Nesil 1, Nil Yayınları, İstanbul 2011, s.20.)
Hâlbuki o, bir Herkül bekliyordu. Seksen küsûr senelik hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum…” diyen ve onu bu Cehennem görünümlü hayattan söküp atacağı âna kadar,
tavrını değiştirmeyen bir Herkül… Bırakın, Cennet kasırlarına gönül kaptırmadan neslinin ateşiyle yanan hak erlerini; bu uğurda şu basit dünyayı feda edecek kaç mürşid takdim edebildik ona..?” (Gülen, Çağ ve Nesil 1, s. 30.)
“… Gelmeyecek Mesih soluklu, Heraklit pazulu diye” (Gülen, Çağ ve Nesil 1, s. 22)
Heraklitimizden Kaf dağından su getirecek irade…” (Gülen, Çağ ve Nesil 1, s. 26)
Halbuki o Herkül bekliyordu.” (Gülen, Çağ ve Nesil 1, s. 29.)
Yıllar yılı bizi kurtaracak insanın hasretini çekip durduk…derdimize derman olacak insanın hasretini…vaslına erme ümidini yitirecek hâle gelsek bile, yine o mahbub-ı muntazar”ı herkes
soracak ve her yerde onun türküsünü söyleyeceğiz” Biz milletçe bir şeye karşı aç ve muhtacız: Bizi bağrına basacak, acılarımızı dindirecek ve kötü tutkulardan kurtaracak Başyüce” insana.” “sen onulmaz dertlerimizin Mesihi… ” (Gülen, Çağ ve Nesil 1, s. 31
“…ş
u kara günlerde gel artık…! Gel yıllar yılı hep eski destanlarla avunup” “Gel…! Gel…” “Gel o hekim sen ol ve senelerdir yolunu bekleyenlerin gecesini gündüze çevir!” “Biz bütün bir millet olarak dolu dolu gözlerle bu mutlu kararı hecelemekte ve karar gününü gözlemekteyiz. Bu tarihi kararın güç ve kalemini elinde tutan Heraklitimize binler selam…!” (Gülen, Çağ ve Nesil 1, s. 39)[1]

Rapor yazarları, alıntı yaptıkları metinlerden yola çıkarak Hocaefendi hakkında şu iddiaları öne sürmekteler:

“Gülen’in, Hizmet Hareketi’nin süreli yayını olan Sızıntı dergisinde en çok kullandığı figürlerden birisi Herkül karakteridir. Onun konuşma ve yazılarının yayımlandığı sitelerin isimleri de “Herkul” ve “Herkulnağme” olarak seçilmiştir. Herkül ise yarı insan yarı tanrı bir figürdür. Müşrik ve putperest bir toplumun birtakım simge isimlerinin Müslüman gençlik için rol model olarak sunulması veya benzetmeler için seçilmesi “Altın Neslin” kurtarıcısı olarak özlemle çağrılması İslamî bir şuurla asla bağdaşmaz. İslam Medeniyeti’nin yiğitlik, kahramanlık ve fedakarlıkla sembolleşen şahsiyetlerini bir kenara bırakıp İslam dışı mitolojik bir kişiliği simge olarak seçmek Müslüman kuşakların zihinlerine başka kültürlerin imgelerini yerleştirme gayesine yönelik olabilir. [2]

Şimdi bu iddialara cevap verelim:

Öncelikle şunu ifade edelim ki daha lise yıllarında alınan edebiyat derslerinden bile bilinmektedir ki klasik Türk edebiyatında kahramanlık, yiğitlik, fedakârlık ve adalet gibi konular işlenirken mitolojik figürler sıklıkla kullanılmıştır. Bu itibarla Hocaefendi’nin kullanmasını tenkit etmek yersiz ve anlamsız olduğu gibi, edebî tenkid etiği ile de bağdaşmamaktadır. Gerçek şu ki Hocaefendi, bu figürleri edebî bir enstrüman olarak kullanmakla birlikte, esas rol model olarak tüm hayatı boyunca sahabe ve sahabe çizgisindeki sembol şahsiyetleri göstermiştir.

          1. Mitolojik karakterler

Hocaefendi’nin Yunan mitolojisine ait isimleri eserlerinde kullanması yalnızca ve yalnızca edebî birer sembol ve mazmun olmaları hasebiyledir. Azıcık edebî zevki olan hiçkimse Hocaefendi’nin kullandığı bu mazmunları yadırgamaz. Ayrıca lise edebiyat derslerinde bile öğretilen, mitolojinin klasik Türk edebiyatının kaynaklarından olduğudur.[3] Edebî literatürümüzde kahramanlık, fedakârlık, adalet ve güzellik gibi konular işlenirken mitolojik sembollerin sıklıkla kullanıldığı herkesin malumudur.

Mesela, Klasik Türk şiirinde Cemşîd; kudret, ihtişam, şarabı bulması (şarap, zevk ve eğlence ile ilgili zikredilir) ve parlak tacı gibi unsurlarla, hemen hemen her klasik şâirin şiirinde zikrettiği bir mitolojik şahsiyettir. Örnek için Fuzulî, Zâtî, Hayalî; Nef’î ve Şeyhülislâm Yahyanın şiirlerine bakılabilir. Biz bir örneği buraya alalım:
“Mest-i câm-ı aşkdır gitmez demâdem neşvesi /Vardır mestâne gönlümde benim Cem neşvesi

(“O aşk kadehinin mestidir, hiçbir zaman sevinci gitmez; benim sarhoş gönlümde Cemşid‘in neşvesi vardır)

Şeyhülislâm Yahya’ya ait bu beyitte şair, Cemşîd’in zamanına telmihte bulunmakta ve onun zamanının neşe ve zevkinin gönlünde olduğunu ifade etmekte, bunu da şaraba bağlamaktadır.

Şimdi de Şair Nef’î’nin meşhur Bahar Kasidesi’nden bir beyit nakledelim:

Esdi nesîm-i nev-bahâr açıldı güller subh-dem / Açsın bizim de gönlümüz sâkî meded sun Câm-ı Cem

(İlkbahar rüzgârı esti, sabahleyin güller açıldı. Bizim de gönlümüz açılsın, saki, Cemşid’in kadehini sun.)

Rapor yazarlarının bakış açısına göre değerlendirecek olursak Nef’i’nin ve Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin bu ölümsüz dizeleri, birer dalalet ifadesi ve safsataya dönüşmeyecek midir? Ve Cemşid’i şiirlerinde sembol olarak zikreden bütün şairler tanrılığını ilan eden, şarabı bulup insanlara sarhoşluğu öğreten ve teşvik eden birisini Müslüman kuşaklara örnek olarak zikretmiş konumuna düşmeyecekler midir? Osmanlı Şeyhülislâm’ı Yahya 18, Fuzulî 13, Hayalî 43, Zatî 11 ve Nefî 87 beyitte Cemşîd simgesini kullanmıştır.[4]

Raporu hazırlayanların yaklaşımına göre başta Şeyhülislâm Yahya olmak üzere klasik Türk edebiyatının en önemli şairleri küfre girmiş, dalalete sapmış ve Müslüman kuşakları ifsat etmişlerdir. İşin doğrusu, bilebildiğimiz kadarıyla dünden bugüne böyle bir iddiada bulunan olmamıştır. Zira kahramanlık, fedakârlık, adalet ve güzellik gibi konular işlenirken bu konularda mitleşmiş figürler daima kullanılmıştır.

Hocaefendi de yazılarında; milletimizi yitirdiği değerlerle buluşturacak, dinî ve millî değerlerimizle donanmış bir neslin inşası için her türlü fedakarlığı yapacak kahramanları anlatırken, bazen Heraklit, Herkül gibi simgeleri de kullanmıştır. Ne var ki Hocaefendi, bu simgeler ile kimleri kastettiğini de yazılarında zikretmiştir. Rapor yazarlarının iddialarına delil olarak getirdikleri, “ Gelmeyecek Mesih soluklu, Heraklit pazulu diye” (Gülen, Çağ ve Nesil 1, s. 22) yazısının devamında Hocaefendi, “Nerdesin ve ne zaman geleceksin, esatirî yiğidim! demiş ve rol model alınmak üzere de sahabeden Hubeybi, Musab ibn Ümeyri, Halid ibn Velidi, Ebu Katâdeyi ve tarihimizden Yavuz Sultan Selimi zikretmiştir. Yine Hocaefendi, “Garipler Kervanı” vaazında, “İnsanlık bir Heraklit bekliyor. Hayır o Batı’nın kurtarıcısı olmuştu kendi felsefesine göre”[5] diyerek onu bir sembol olarak kullandığını ifade etmiştir.

Demek ki Hocaefendi, Heraklit ve Herkül gibi mitolojik şahsiyetleri yalnızca edebî ve mecazî bir mazmun olarak kullanmaktadır. Tabii rapor yazarları iddialarını çürütecek bu yerleri görmezlikten gelmişlerdir. Üstelik Hocaefendi’nin bizzat bu simgeler ile ilgili açıklamalarını da yok saymışlardır.

       2. Eserlerdeki temel yaklaşım

Hocaefendi, yiğitlik, kahramanlık, fedakarlık, adalet gibi konuları anlatırken Yunan Mitolojisi’ndeki bazı simgeleri kullanmasına dair yaklaşımını gayet net bir şekilde ifade etmiştir:

Her milletin kendisine göre bir mitolojisi vardır. Meselâ Yunan mitolojisinde Afrodit bir cazibe ilâhı, Zeus ise ilâhlar ilâhı olarak kabul edilir. Belki mitolojiye girmeden önce bunların birer hakikatı vardı. İhtimal Zeus, gücü, kuvveti ve Allaha bağlılığı ile bilinen büyük bir insandı. Ancak daha sonraları destanlara girince Zeus, karşımıza hırslı, canını sıkan kimselere gazap eden, insanları zincire vuran gaddar ve sadist biri olarak, Afrodit ise gençleri baştan çıkaran bir âlüfte olarak çıkıverir. Belki mitolojiye girmeden evvel hakikaten cemal-i bâkemali temsil eden, maddî-mânevî güzelliği ile bu mevzuda örnek olabilecek Afrodit isminde bir kadın vardı. İhtimal ona cazibe ve güzelliğinden kinaye Venüs, Zühre ve Ülker diyenler de olmuştu. O, yeryüzünde Râbiatü’l-Adeviye gibi hem maddesi hem de mânâsıyla Allah’ın güzelliğini temsil ediyordu. Bu sebeple insanlar, Allah adına ona temannada bulundular. Daha sonraları ise Allah unutuldu ve Afrodit onların karşısında –onların tabiriyle- bir tanrıça olarak kalıverdi. Kahramanlıkları, güç ve kuvvetleriyle maruf Zeus, Herkül ve Gılgamış da benzer telakkilerle son şekillerini aldılar.

Aslında onlara kadar gitmeye hiç lüzum yok; bizim dünyamızda da buna benzer hâdiseler olmuştur. Müslümanlar içinde mânâ âleminin sultanları diyebileceğimiz Allah dostları zuhur etmiş ve bu devâsâ kâmetler, insanlar tarafından hüsnükabul görmüştür. Ancak daha sonraki devirlerde bir kısım cahiller, Allah’ı unutarak doğrudan doğruya bu şahısları büyük görmeye başlamışlardır. Ben, türbelere kurban kesip secde eden insanları kendi gözlerimle gördüm. Cahiliye devrinde Mekkede putlara kesilen kurbanlarla türbeye kesilen kurban arasında hiçbir fark yoktur. Kaldı ki Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) dini hâlâ bâkidir ve Allah’ın teminatı altındadır. Her ne kadar Allah Resûlü’yle aramızda bin dört yüz sene gibi bir zaman olsa da Efendimizden sonra günümüze kadar ehlullah hiç eksik olmamış ve Kuran da tahrif edilmemiştir. Buna rağmen Müslümanlar arasında bu derece putperestliğe doğru baş aşağı gidişin olması, beşer tarihinde geçen uzun zamanın insanları değiştirdiğini göstermektedir. Hâsılı, nasıl ki Efendimizden (sallallâhu aleyhi ve sellem) sonra bir İslâm mitolojisi oluşturulmuştur, aynen öyle de üzerinden geçen uzun asırlar neticesinde, aslında hak ve hakikat olan çeşitli dinler de zamanla bu türlü mitolojik bir hüviyet kazanmış ve sonraları bir ucûbe olarak karşımıza çıkmıştır.”[6]

Kadim Yunanda Zeus isminde birisi yaşamıştır. Belki bu kimse, Hakk’ın makbul ve muteber kullarından bir zattır. Bizdeki ehlullah gibi kendisinden harikulâde şeyler zuhur etmiş ve insanlar da onu Rabbânî, yani Cenab-ı Hakk’ın (celle celâluhu) gördürmesiyle gören, işittirmesiyle işiten, konuşturmasıyla konuşan bir insan görmüştür. Derken meseleler değişikliklere uğraya uğraya doğrudan doğruya Zeus, milletin efkârında Mâbud-u Mutlak yerine taht kuruvermiş ve ilâhlar ilâhı olmuştur. Afrodit de böyledir. Hıristiyanlık nazarında Hazreti Mesih (aleyhisselâm) nasıl ilâh olduysa, dehrin hâdiseleri yonta yonta nasıl onu o şekle irca ettiyse o da böyle olmuştur.”[7]

          3. Sahabe örneği

Diğer taraftan Hocaefendi’nin asıl örnek alınmak üzere zikrettiği insanlar sahabedir. Yarım asrı aşan bir süre içerisinde sahabeyi sohbetine, vaazına, eserlerine konu eden çok az insan olmuştur. Hatta Diyanet camiası başta olmak üzere cemaatler, tarikatlar, sivil toplum kuruluşları Hocaefendi’yi sahabe ile tanımışlardır denilse mübalağa edilmiş sayılmaz.

Durum böyle iken; Hocaefendi’yi, eserlerinde kullandığı simgelerden ötürü, Yunan Mitolojisi’ndeki figürleri genç kuşakların zihnine empoze etmekle, onları rol model göstermekle itham etmek; hem dilin anlatım özelliklerini yok saymak, hem bu şekilde mitolojik simgeleri kullanan âlimleri, şairleri dalalet ile itham etmek, hem de hayatını sahabe anlayışıyla bir nesil yetiştirmeye adayan ve kitaplardaki sahabeyi hayata taşıyan bir âlime büyük bir haksızlık yapmak demektir. Bunu yapanların din işlerinde uzman sıfatı taşıyan kişiler olması ise ayrı bir üzüntü kaynağıdır.


[1] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 82-83.

[2] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 83.

[3] Gökçen Karataş, “Klasik Türk şiirinde tarihî, efsanevî ve mitolojik unsurlar”, Yüksek Lisans Tezi, Muğla Üniversitesi, 2008, s. 31.

[4] Karataş, “Klasik Türk şiirinde tarihî, efsanevî ve mitolojik unsurlar”, s. 247.

[5] https://www.youtube.com/watch?v=9FFtZLsE-rI ( 3 Haziran 1990, Erzurum)

[6] Gülen, Bahar Neşidesi (Sohbet Atmosferi-2) “İnançta Mitleşme ve Yunan Mitolojisi”

[7] Gülen, Sohbet Atmosferi, s. 91.

Yazar :

Tarih :

Etiketler :

Paylas :