Rapor yazarları Hocaefendi’nin dinler arası diyalog ile ilgili bir soruya verdiği cevaptan alıntı yaparak, onun İslam itikadına aykırı bir şekilde Hz. Peygamber’e rağmen onun için bir şeyler yaptığını iddia etmektedirler. Alıntı yaptıkları kısım şu şekildedir: “Yani o mevzuda ben içim kanaya kanaya yani içime böyle kan damlıyor gibi, Efendimizin hakkını vermediğim yerler olmuştur. Veremediğim yerler. Ama ben kendi içimden demişimdir ki; bunu senin için yapıyorum. Ben kendim orada estirdiğim o demokratik hava içinde seni anlatma fırsatını bulacağım. Onun için senin için yine sana rağmen bir şeyler yapıyorum ben burada. Bu bir niyettir yani. İnsan niyetiyle kurtulur.” (17-Sesli Sohbetler-4 / Bamteli_31-40 (Kendi degerlerimiz) / 33_01-Hosgorunun çerçevesi ve diyalog; dk. 13:27- 14:17)
Rapor yazarları Hocaefendi’den yaptıkları bu alıntıyı delil göstererek özetle şu iddiaları öne sürmektedirler: Peygambere rağmen din adına bir şey yapmak mümkün değildir; zira Kur’an’da Peygamber’e itaat, Allah’a itaat olarak kabul edilmiş (Nisa, 4/80), Allah sevgisinin Peygamberimize ittibayı emrettiği bildirilmiş (Âl-i İmran, 3/31) ve Allah Resulü’ne (s.a.s.) kayıtsız şartsız teslimiyetin, imanın bir gereği olduğu haber verilmiştir. (Ahzâb 33/36; Nisâ 4/80) dolayısıyla Gülen’in diyalog ile ilgili bu yaklaşımı İslam itikadına uygun değildir. Gülen, bu ifadelerinden gizli emellerini gerçekleştirmek için yaptığı yanlış işleri Peygamberimiz adına yaptığını söyleyerek onu istismar etmektedir. Onun dinler arası diyalog yaparken kelime-i tevhidin “Muhammedün Resûlullâh” kısmını görmezlikten gelmesi “Hz. Peygamber’e rağmen Hz. Peygamber için” yaklaşımının bir gereğidir.[1]
Rapor yazarlarının bu ve benzeri iddiaları üzerinde daha önce de durulmuştu. Lakin tekrar serrişte etmeleri üzerine biz de kısaca cevap vermek istiyoruz.
1. Kur’an ve Sünnet’e bütüncül bakmak
Rapor yazarları, Hocaefendi’nin diyalog ile ilgili yaklaşımını tadlil edebilmek için Kur’an ve Sünnet’e bütüncül bakmayı bir kenara bırakıp parçacı bir yaklaşımla hareket etmektedir. Zira Kur’an’da Peygamberimiz’e (sas) ittibayı emreden âyetlerin yanında diyaloğu emreden âyette -daha önce de üzerinde durulduğu üzere- Peygamber Efendimiz zikredilmemiştir: “De ki: ‘Ey Ehl-i Kitap, sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabler de edinmesin.” (Âl-i İmrân, 3:64)
Rapor yazarlarının yaklaşımına göre, Allah bu âyette kendisine ittiba ve itaat edilmesini emrettiği peygamberini görmezlikten gelmiş ve yok mu saymıştır? Elfü elfi hâşâ ve kellâ. Ve bunu iddia eden bir müfessir, bir İslam âlimi var mıdır? İşin doğrusu Allahu Teala bu âyette Peygamberimiz’e, dinlerarası diyalogta takip edilmesi gereken bir metodu talim etmektedir. Nitekim tefsir ilminin otoritelerinden Fahreddin er-Râzi bu âyeti siyakıyla değerlendirerek bu noktaya dikkatleri çekmektedir: Peygamberimiz (sas) Necran Hristiyanlarına her çeşit delili getirmesine rağmen onlar kabul etmemişlerdi. Bunun üzerine Allah Resulü (sas) onları mübâheleye davet etmiş fakat onlar bundan korkmuş, teşebbüs edememiş, cizye vermeyi kabul etmişlerdi. Peygamberimiz onların iman etmesi hususunda çok istekli ve arzulu idi. İşte diyaloğu emreden bu âyet ile Allah şöyle bir mesaj vermektedir: Ey Muhammed (sas) bu şekilde hareket etme ve konuşma yerine, her selim akıl ve müstakim fıtratın kabul edeceği başka bir metod takip et! Takip edeceğin bu yol cidali terk etmek üzerine kurulmuştur: “De ki: ‘Ey Ehl-i Kitap, sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye gelin!”
2. Râzî’nin Yaklaşımı
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlatılıp neşredilen Kur’an Yolu tefsirinde Râzî’nin bu yaklaşımı referans gösterilerek şunlar söylenmiştir: “Âyet, Müslümanlar ve Ehl-i kitap arasında “çekişmenin derinleştirilmesi ve kuru bir münazara yapılması gibi bir amaç taşımamakta, aksine diyalog engelleri kaldırılıp, yahut azaltılıp ortak bir alanda buluşmayı hedeflemektedir.” Devamında da; “Bu âyette aslî şekliyle tevhid inancına dayalı din mensuplarına genel bir çağrının bulunduğu anlaşılmaktadır (Ehl-i kitap tabiri hakkında bk. Bakara 2:105). Taraflar arasında mevcut ortak noktaların belirginleştirilmesinden hareketle kurulacak diyalogun sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi için, karşılıklı saygı esasına riayet edilmesi, sübjektif üslûp ve tavırlardan kaçınılması gerekir. İşte âyet-i kerîme bu konuda müminler için çok güzel bir örnek ortaya koymakta, muhatapları Allah’ın kitabına ehil sayan gönül alıcı ve nazik bir hitapla söze başlanarak onlara değer verilmesi gerektiğine işaret etmektedir. (Râzî, VIII, 85-86).”[2] denilmektedir.
3. Hadis kaynakları
Kur’an, dinler arası diyaloğa çağrı yaparken Zat-ı Uluhiyet ortak paydasında bir araya gelerek bir yol haritası belirlemeyi metod olarak emrettiği gibi pek çok hadis-i şerifte de kelime-i şehadetin ikinci kısmı olan Peygamber Efendimiz zikredilmemektedir. Hadis ve tarih kaynaklarının ittifakla haber verdiği üzere O (sas), gördüğü her şahıs ve topluluğa gitmiş ve onlara, “Ey insanlar! Gelin “Lâ ilâhe illâllah” deyin kurtuluşa erin!” buyurarak kurtuluş davetini sunmuştur. Akabe bey’atlarında Ensâr’ı imana çağırırken, o gün Resûlullah (sas) “Muhammedün Resûlullah”ı zikretmeksizin onları, Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmamaya davet etmiştir.[3] Amcası Ebû Tâlib’i yine aynı aynı üslup ile “Ey amcacığım! ‘Lâ ilâhe illallah’ de ki bununla Allah katında senin için şahitlik edeyim!”[4] diyerek ebedî kurtuluşa davet etmiştir. Rapor yazarlarına göre Peygamber Efendimiz mesajını sunarken peygamberliğini yok mu saymıştır?
Yine konu ile ilgili olarak, Hudeybiye anlaşması yapılırken karşı taraf, metindeki “Allah’ın Resulü” ifadesini kabul etmemiş ve “Muhammed ibn Abdullah” şeklinde değiştirilmesini istemişti. Peygamberimiz önce Hz. Ali’den değiştirmesini istemiş o da bunu kabul etmemişti. Diğer yandan orada bulunan sahabiler de bu değişikliğin kabul edilemeyeceğini seslendirmeye başlamışlardı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sas), ilgili yerin kendisine gösterilmesiyle değişikliği kendisi yaparak “Muhammed Resulullah” yerine “Muhammed ibn Abdullah” yazmıştır.[5] Görüldüğü üzere Peygamberimiz (sas), sulh ve barış için muhatapları ile ortak paydada anlaşarak, Allah’ın Resulü olduğu ifadesini zikretmemiştir.
Bütün bunlardan anlaşıldığı üzere Hocaefendi, Kur’an ve Sünnet’i bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirmek suretiyle, dinler arası diyalogta Nebevî bir yol takip etmektedir. Lakin, iyi niyetten yoksun Rapor yazarları, önünü arkasını keserek metinlere maksatlarından farklı anlamlar yüklemekte ve su-i nazarlarının neticesi olarak Hocaefendi’ye akla hayale gelmedik itham ve iftiralarda bulunmaktadırlar. Diyalogta Peygamber Efendimizi gözardı ettiği iddiası da bunlardan biridir. Oysa Hocaefendi’nin diyalog felsefesi Kur’anî çizgidedir. O, ‘Yüce Allah’ın varlığı ve birliği’ ortak paydasından hareket etmekte, diğer taraftan Peygamber Efendimiz’i zikredememenin ızdırabını da vicdanında yaşadığını ifade etmektedir. Rapor yazarlarının onun bu yaklaşımını takdir etmeleri gerekirken itikadî bir sapma gibi göstermeye çalışmaları en hafif tabirle insafsızlık ve ilim emanetine hıyanettir.
4. Hocaefendi’nin Efendimiz’e (sas) bağlılığı
Peygamberimiz’e (sas) aşkla bağlı olan Hocaefendi, Allah Resulü’nün adını her andığında doğrulur, saygı ve ihtiram hislerini izhar eder. Adını anarken adeta dudaklarını yalar, gözlerinden yaşlar yürür. Hocaefendi’nin Peygamber Efendimiz’i anlattığı Sonsuz Nur isimli eseri üzerine, dünyanın değişik üniversitelerinde master ve doktora tezleri yapılmıştır ve yapılmaktadır. Onun bu kitabı haricinde, Peygamber Efendimize dair yazdığı pek çok eseri mevcuttur. “…Ve Gaybın Son Habercisi, Kutlu Doğum Mülahazalarımızın Yeşil Kubbesi, Ravza, Vilâdetin Çağrıştırdıkları” gibi makaleleri; “Gönüller Tahtın, Beni Yalnız Bırakma, Gönlümün Gülü, Ay Yüzlü, Ey Nebî, Ravza, İçimdeki Ezan Sesi, Medine’nin Gülü, Gönül Sultanım, Doğ Gönlümün İçine, İnsanlığın Efendisi” gibi şiirleri bunlara sadece birkaç örnektir. “Peygamber Sevgisi” temalı vaazları ise onun ne denli Rasûlüllah aşkıyla püryan olduğunun en muknî delilleridir. Bu konuda fazla izahata gerek olmadığını, adı geçen şiir ya da makalelerden birini okumanın veya vaazlardan birini dinlemenin yeterli olacağını düşünüyoruz.
[1] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 84.
[2] Komisyon, Kur’an Yolu,
[3] Bkz. Buhârî, iman 11; Ahmed ibn Hanbel, el-Müsned, 31: 351.
[4] Buhârî, cenâiz 81, menâkıb 40, Tefsir 28; Müslim, iman 9.
[5] Müslim, 3:1410; Ahmed ibn Hanbel, el-Müsned, 4: 291.