logo

H. ÇAĞIN MABETLERİ (!) IŞIK EVLER

Önce raportörlerin, bu iddialarını dayandırdıkları alıntıları verelim:

Mabetler kapanabilir, kapılarında paslı kilitler olabilir, ama bir kısım evler var, açık olacak. Allahtan izin var o evlere, ferman var. Açık olacak o evler… Mescidin fonksiyonunu eda eden evler… Ev ayeti, evler ayeti” (Hisar-3 (İrade Kahramanları), dk. 68 vd.)
“… Ser levha yaptığım âyet-i celîle-i kerîme de size bu ruh, irade insanlarının bir bakıma mikro planda –estağfirullah âyet olması itibariyle- dünya çapında yüce hakikatleri ihtiva ederek
aynı meseleye parmak basmaktadır. Yiğitlerden bahsediyor, madde karşısında serfürû etmeyen yiğitlerden bahsediyor ayet. Dünyanın âlâyiş, debdebe ve ihtişâmı onları Allahtan alıkoyamayacak yiğitlerden bahsediyor. Gözleri öteye teveccüh etmiş, Allaha hesap vermekle içleri hesaplı yiğitlerden bahsediyor. Hesabını dünyada yapmış yiğitlerden bahsediyor. Dünyanın kaderini değiştirecek yiğitlerden bahsediyor, Allah’ın inayet ve keremiyle.”…“Enteresandır, bu ayetten hemen iki ayet üstte Nûr” ayeti vardır. Nûr sure-i celîlesinde Asr-ı Saadette ilâhî nurun belli bir mahfaza içinde inkişafından bahseder. Ve bütün İslamî tarih boyunca devre devre yine inkişaf edecek. İman, Kuran hususiyle Allah nurundan bahseden ayetten iki ayet aşağı benim okuduğum ayetle Nûr” ayeti arasında da

فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ

ayeti vardır. Allah’ın yüce adının, yüce azametine uygun, ululuğuna uygun bayraklaştırıldığı
evlerden” bahsediyor. Başta o evler, bu mabedlerdir. Mabed, fonksiyonunu edâ edemez hale gelince; mabed, gönüllerde aşkı, heyecanı uyaramaz hale gelince bu vazifeyi üçer-beşer
insanın bir araya gelip toplandıkları, tuttukları, içinde barındıkları, tahassun ettikleri evler üstlenmişlerdir. Bu evler aynı vazifeyi yapmışlardır. Bu hususu arîz ve amîk arz edecek değilim. Fayda da mülahaza etmiyorum. Ama Allah’ın yüce adının anıldığı evlerden bahsediyor. Yeryüzünde bu evlere denk ev yoktur. Allah’ın adı müzakere ediliyor, meseleler Allah’ın ismi, yâd-ı şerifi etrafında dönüp duruyor. Konuşmalar, muhavereler hep bu istikamette cereyan ediyor. Bir gün evlere, Allah’ın evleri dediği şu mabetlere, fonksiyonları unutturulabilir ama boyunduruk bütün bütün yere konmuş olmayacaktır. Boyunduruk bütün bütün yere konmayacaktır.” … “…mabedler vazifelerini yapamadıkları an o, mümin millet kalpleriyle bu evlere teveccüh edecek ve o vazifeyi Allah’ın inayet ve keremiyle bu evlerde yapacaktır.”…“Kuran şöyle diyor:

فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ

(Nur, 23: 36) Onlar öyle evlerdir ki; başka yerde sanki Allah’ın yüce adının anılmasına izin yoktur da Allah, bu evlerde mübarek adının anılmasına izin vermiştir.” “…Her yerde memnuiyyet olduğu zaman siz, küçük planda, mikro planda o evlerde hele bu işi devam ettirelim.” diyeceksiniz. Geceyle o evlerde kavga vereceksiniz. O evlerde karanlıkla yaka-paça olacaksınız. Bir gün gelecek “ışığın ordusu” karanlığın ordusunu bozunca, yine o mabedler kapılarını ardına kadar sizlere açacak (فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَنْ تُرْفَعَ) taht-ı muallâsına oturacak ve siz bu vazifeyi şimdi yaptığınız gibi inşallah orada hem de tam tekmil olarak yapacaksınız.” …ve bu ayetten sonra da (رِجَالٌ لَا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ فِيهِ الْقُلُوبُ وَالْأَبْصَارُ) ayeti geliyor. (Nur, 23: 37) Bu ayette insanlığın bu karanlık âlemini değiştirecek, ona yeni bir aydınlık âlem kazandıracak, hakka-hakikate dilbeste olmuş, Allaha gönül vermiş, hiçbir şeye takılıp kalmayan, yollarda takılıp kalmayan bir cemaatten” bahsediyor. Buna, “İkinci Garipler” diyebiliriz. Hiçbir şahıs tek başına ben, oyum dememeli. Bu gurur olabilir. Fakat benim kalkıp bu cemaat adına konuşurkenbu cemaat onlar değildir” demem de onların hissiyatına karşı saygısızlık olur.” (Gönül Kervanı-1, dk. 19:50 vd.; ayrıca bkz. İrade Kahramanları-2, dk. 09: 00 – 13: 30)[1]

Rapor yazarları Hocaefendi’den yaptıkları bu alıntıları delil göstererek şu iddiaları öne sürmektedirler:

  1. Gülen’in, hizmet çizgisini benimseyen insanların kaldığı evler birer örgüt evidir. O, bu örgüt evlerininin meşruiyetine Nûr suresi 36. âyetini referans göstermektedir.
    1. Işık evlere işaret eden ayet (Nur, 23: 36) umumi olduğu halde Gülen tarafından kendi evlerine hasredilerek çarpıtılmakta ve istismar edilmektedir.
    1. Gülen bağlılarında aile, millet ve ümmet bağları zayıf olduğundan söz konusu âyet istismar edilerek, bir yönüyle ümmet bilinci zayıflatılıp, küçük grup aidiyeti tahkim edilmektedir.
    1. Bu söylem, bütün ümmetin ortak ibadet mekânı olan camilerin yerine örgüt evlerini ikame ederek, ümmetin vahdetini zedeleyici bir fonksiyon icra edecektir.

Şimdi öne sürülen bu iddialara cevaplamaya geçiyoruz.

          1. “Işık Evler”e örgüt yaftası

Rapor yazarları, dini değerlerin yaşandığı evleri herhangi bir delil olmadan “örgüt evi” olarak nitelendirerek terör kapsamına sokmaya yeltenmişlerdir. Oysaki din ve diyanet adına uzman sıfatıyla konuşan kimselerin, Peygamber Efendimiz’in (sas), iddia edenin delil getirmesi gerektiğini bildirdiği[2] ve hukukun temel prensibi kabul edilen esasa göre hareket etmesi gerekirdi. Nitekim Diyanet’in “Hadislerle İslam” kitabında da geçtiği üzere[3] Allah Resulü, (sas) delilsiz karar vermenin doğru olmayacağını, aksi takdirde toplumun bir faciaya sürükleneceğini bildirmiştir: İnsanlara delilden yoksun sırf iddialarından dolayı istedikleri verilecek olsaydı bir topluluk diğer topluluğun kanına ve malına çökme hakkının olduğunu iddia ederdi.”[4] Öne sürülen iddiaya bu açıdan bakıldığında, Hocaefendi’nin hizmet çizgisini benimseyen insanların açtığı evlerin örgüt evi olduğuna dair, herhangi bir delil söz konusu değildir.

Hocaefendi, bu evlerin fonksiyonunun “İçinde barındırdığı insanlara fünun-u medeniye ile beraber ulûm-u diniyeyi de öğreterek, onların gönüllerini ihya etmenin yanında akıllarını besleme vazifesini de üstlenmiş” olduğunu veErkam ibn Ebil-Erkam evi mânâsındaki evler, bugün de kalb ve kafa kanatlarıyla insanlık semasına yükselecek aydın insanlar yetiştirmeye devam etmelidir” diyerek dünden bugüne takip edilen çizgiyi gayet net ifade etmiştir.[5]

Hocaefendi, ışık evlerin hem misyonunu hem de inanç, düşünce ve aksiyon dünyasının beslenme kaynaklarını da ortaya koyarak bunun dışındaki bir anlayış ve uygulamanın ihanet olacağının altını çizmiştir: Bir dönemde çok önemli vâridât kaynakları sayılan tekye ve zaviyeler, başlarındaki ışık şahsiyetlerle Anadoluyu ihya etmiş ve belli ölçüde fonksiyonlarını yerine getirerek bizim için bereket kaynağı olmuşlardı. Şimdilerde sadece Anadolu değil; bütün dünyanın ihyasına açılan bugünün ruh ve mânâ kahramanlarının da evlerini, tıpkı bir medrese, tekye ve zaviye gibi değerlendirmeleri çok önemlidir. Bu evlerdeki ricalullahın, fünun-u müsbetenin bütün kısımlarını; Hadis, Tefsir, Fıkıh.. başta olmak üzere, İslâmî ilimlerin her dalını öğrenmekle beraber, İslâm’ın ruhî hayatını bütün enginliği ile yaşayarak, o eski, fakat eskimeyen ruh ve mânâyı temsil etmeleri elzemdir. Aksi hâlde eve de ev sahibine de evin arkasındaki Erkama da ve evin sahibine o mânâyı kazandıran Hazreti Muhammed Mustafaya (sallallâhu aleyhi ve sellem) da ihanet edilmiş olacaktır.”[6]

Nitekim raporda, örgüt evi olarak yaftalanan bu evlere yapılan baskınlarda, teröre, örgüte delil olarak kabul edilebilecek, silah, bomba vs. hiçbir şey bulunamamıştır. Operasyon yapanlar delil olarak sadece Kur’an ve Sünnet kaynaklı eserleri bulabilmişlerdir.

Rapor yazarlarına Hizmet Hareketi’ni tadlil ve tekfir talimatı veren yönetim gücü, bahsi geçen evleri gece yarısı operasyonlarıyla basarak didik didik aramış, özellikle Bedîüzzaman Saîd Nursî ve Fethullah Gülen Hocaefendi’ye ait kitap bulunan evler “terörist”lere ait mekanlar olarak kabul edilerek içinde ikamet eden insanlar terör örgütü üyeliğinden zindanlara atılmışlardır. Hocaefendi’nin kırktan fazla dünya diline çevrilen ve dünyanın her yerinde okunan Peygamberimiz’i anlattığı Sonsuz Nur adlı eseri hiçbir ülkede yasaklı değilken Türkiye’de örgütsel yayın olarak kabul edilmiştir. Bununla da yetinilmeyerek, Hizmet hareketine ait yayın evlerinden çıkan Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dînî Kur’ân Dili tefsiri, Prof. Dr. İbrahim Canan’ın hazırlamış olduğu Kütüb-i Sitte gibi hadis kitapları, Vehbe Zühaylî‘nin İslâm Fıkhı Ansiklopedisi gibi fıkıh kitapları ve Hz. Peygamber’in (sas) hayatını anlatan siyer kitapları terör örgütü üyeliğine delil olarak kabul edilmiştir.[7] Bunları görünce, ister istemez, ülkemizin otuzlu-kırklı yılları geliyor insanın aklına. Bugün; o yıllarda, dine ve dindarlara yapılanları eleştirenlerin, 2000’li yıllarda yaptıkları, daha mı farklı acaba?

            2. “Işık Evler” ile ilgili âyetin inhisar ve istismarı

Rapor yazarları umum ifade eden âyetin (Nur, 24, 36) Hocaefendi tarafından hizmet evlerine hasredilerek çarpıtıldığını ve istismar edildiğini iddia etmektedirler.

Bu iddianın tutarlı bir yanı yoktur. Zira, çağımızda Bediüzzaman Hazretleriyle başlayan ve Hocaefendi tarafından geliştirilerek işlerlik kazandırılan öğrenci evleri, ilhamını Kur’an, hadis-i şerifler ve Efendimizin (sas) hayatındaki uygulamalardan almaktadır. Bahsi geçen âyette bildirilen evler ile sadece mescidlerin kastedildiğini söyleyenler olduğu gibi[8] bu evleri, çok geniş çerçevede, Allah’ın adının anıldığı her türlü mekân olarak yorumlayanlar da vardır.[9]

Rapor yazarları tefsir kitaplarını mütalaa etmemiş olabilirler. Hiç olmazsa kendi teşkilatları tarafından hazırlanan Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri’ne baksalardı, orada Hocaefendi’yi birebir desteklemekten de öte şeyler olduğunu göreceklerdi. Mesela evlerden maksadın mescitler olamayacağına dair şu cümlelere bakalım: Evlerden maksat “camilerdir” diyen tefsircilere karşı haklı olarak, “bu âyetin geldiği zamanda Müslümanların mescidlerinde lamba, kandil vb. yoktu, mescidin devamlı aydınlatılması âdeti Hz. Ömer zamanında başladı”, eğer evlerden mâbedler kastediliyorsa bunların, şirke sapmadan dinlerine göre ibadet eden bazı Yahudi ve Hıristiyanların yüksek ve tenha yerlerde yaptıkları manastırlar ve havralar olması gerekir; çünkü buralarda kandil bulunurdu” denilmiştir. (İbn Âşûr, XVIII, 266 vd.) İbn Âşûr tefsirinden bu bilgileri aktardıktan sonra Diyanet adına Kur’an Yolu tefsirini hazırlayanlar şöyle diyorlar: İbn Âşûrun bizce de makul olan yorumuna göre burada, bir tek şeyin diğerlerine benzetilmesinden ziyade, bir grup nesne ve ilişkinin diğerlerine benzetilmesinden ibaret olan güzel bir temsil sanatı vardır. Bir yerde toplanıp Kuran okuyan, müzakere eden ve onunla düşünen insanların aydınlanması, temsil yoluyla anlatılmaktadır.[10]

Hocaefendi’ye gelince o, bahsi geçen âyette bildirilen evleri, yine evlerden bahseden, “Bir topluluk Allah evlerinden bir evde (ki biz onlara ışık evler diyoruz) oturur ve orada mârifet-i ilâhiye adına dersler yaparsa, kesinlikle orayı melekler kuşatır, üzerlerine sekîne iner ve Cenâb-ı Hak orada bulunanları kendi yanında bulunanlara anlatır ha anlatır.”[11] hadisi ile birlikte değerlendirmektedir. Zira ilgili ayette بُيُوت (evler), hadiste بَيْتٌ (ev) olarak geçmektedir. Dolayısıyla Hocaefendi, bu evlerin mescitlerden ayrı olarak değerlendirilmesi kanaatindedir: “Kur’ân’da ve hadislerde mescit için de bu kelime kullanılır ancak Kâbe mânâsı kastedildiğinde kelimenin başına lâm-ı ta’rif getirilir بيت الله denilir. Durum böyle olunca Kur’ân-ı Kerim’de ve hadis-i şerifte vasıflarıyla anlatılan bu evler, mescitler değil, belki belli bir devrede mescit misyonunu da yüklenen evlerdir.”[12] Hocaefendi bu yaklaşımını şu şekilde temellendirmektedir: بيوت” kelimesinin nekre olarak kullanılması, kelimenin mescit dışında başka bir mânâ için kullanıldığını göstermektedir. Yani bunlar minareleri olup ezan okunan herkesin bildiği mescitler, camiler değil; daha bir belirsiz yerlerdir. Ama belli olan bir şey var ki o da; yaşanılan tali’siz bir döneme rağmen, içindeki sakinleri sayesinde aydınlanan bu evlerin, o döneme, yeniden tali’ ve şeref kazandırmasıdır. Bunlar itimat edilmeyip, bakılıp geçilecek basitlikte mukassi görünümlü, muallâ işlere gebe ve minarelerde ezanın susturulup, mâbede giden yolların kapatıldığı bir zaman diliminde Allah’ın (celle celâluhu), “Şimdilik benim adım bu evlerde yükselsin ve anılsın!” izniyle serfirâz, içinde kitapların okunduğu, hakkın müzakere edildiği müstesna mekânlardır.”[13] Nitekim mabedlerin kapısına kilit vurulduğu, dini değerlerini yaşayan insanların yakın takibe alınarak hayat hakkından mahrum edildikleri dönemlerde âyette işaret edilen evler, mescit ve camilerin fonksiyonunu yerine getirmiştir/getirmektedir.

Diğer taraftan Hocaefendi, dinî değerlerin yaşanması amacıyla açılan bu evlerin, evlerdeki nuraniyetin, ışığın bahsi geçen ayetle (Nur, 24, 36) irtibatlı olduğu kanaatindedir. Nitekim pek çok tefsirde evlerle ilgili bu ayetin öncesindeki Nur ayetiyle (Nur, 24, 35) irtibatlı olduğu ifade edilmiştir.[14] Bu itibarla iman, ibadet, tesbih ve semavi Mesaj’ın müzakere ve mütalaa edildiği bu evler, vahyin nuruyla aydınlanan mekanlardır. Hocaefendi, Kur’an’da bu şekilde işaret edilen bu evleri “Işık Evler” diye isimlendirmiştir. Bu ayet ve hadislerin orada geçen ‘evler’in özellik ve vasıflarına delaleti sarihtir. Dolayısıyla bu evsafa sahip herhangi bir eve de işareten delaletini sahih görmek, dini hiçbir temele ve usuli kaideye münafi değildir. Diyanet raportörlerinin bu usul ve yorum ilkesini bilmemeleri söz konusu olmasa gerektir. Bu nevi istihraçlara fıkıh ve tefsir usulü literatümüzde binlercesine rastlamak mümkündür. Özellikle de İş’ari tefsir alanında. Bırakınız böylesine sıradan bir ev nitelemesi konusunu, fıkıh usulü gibi ciddi bir alanda dahi mezheplerimizde nassların iş’ari delaletinden istinbat edilerek verilmiş yüzlerce fıkhi ve ameli hüküm bulunmakta olduğunu hatırlatalım.

Hocaefendi’nin yazılı ve sözlü eserlerini inceleyerek bu raporu hazırladığını iddia edenler maalesef kasıtlı bir biçimde, onun “Işık Evler”i anlattığı yerdeki yaklaşımının herhangi bir inhisardan uzak olduğunu ya okumamış veya görmezden gelmişlerdir. Hocaefendi, ilgili yerde, Peygamber Efendimiz’in (sas) tebliğ ve irşat faaliyetlerine evlerle başladığına, daha sonraki dönemlerde de hep aynı metodun takip edildiğine vurgu yaparak herhangi bir inhisarda bulunmamış, âyette kastedilen evlerin genelliğine açık ve net bir şekilde dikkat çekmiştir. Bozulmaya yüz tutmuş Emevîler’de Ömer ibn Abdülaziz’in, etrafına aldığı üç-beş insanla böyle bir yol takip ettiğine, İmam Gazzalî, İmam-ı Rabbanî ve günümüzün büyük çilekeşi Bediüzzaman Hazretleri’ne kadar belli dönemlerde Müslümanlara yol gösteren, mürşitlik yapan üstün kametlerin de hep aynı çizgiyi takip ettiklerine vurgu yaparak[15] bu hizmet metodunun sadece kendi cemaatine özel olmadığını ifade etmiştir. Tabii rapor yazarları, öne sürdükleri iddiaları çürütecek bu türden ifadeleri itinayla görmezden gelmişlerdir.

Diğer taraftan Hocaefendi, -daha önce de geçtiği üzere-Kur’an ve Sünnet’te bildirilen takdir, tebcil, tebşir ve zem gibi, belli vasıflara bağlı olarak bildirilen konuların, o vasıflara sahip herkesi içine aldığı görüşündedir. Ona göre hükümler vasıflara göredir. Âyet ve hadislerde bildirilen pozitif veya negatif özellik kimde var ise onlar bu kapsama dahildir. Belli bir şahıs veya gruba inhisar ettirilemez. Sadece kendi taraftarlarına özel ve onlara hitap ediyor gibi değerlendirmek bir üstünlük tutkusu ve cemaat enaniyetidir. Hocaefendi’ye göre böyle bir tutum nankörlük ve bir çeşit şirk bile sayılabilir: “Bu cemaat gibisi gelmedi âleme” şeklinde “bizduygusuna bağlı bir fâikiyet düşüncesini seslendirirlerse, işte o zaman, ilâhî ihsanları ferdî enaniyete veya âidiyet mülâhazasına bağlamak suretiyle nankörlük yapmış ve Allah korusun bir çeşit şirke düşmüş olurlar.”[16] Acaba cemaat enaniyeti hususunda Hocaefendi kadar temkinli ve cemaatini sürekli uyaran kaç düşünce ve aksiyon insanı vardır.

Hasılı, Hocaefendi’nin Kur’an ve hadislerde takdirle bahsedilen evleri istismar ettiği iddiası yalnızca delilden yoksun bir iddia ve iftira değil, art niyetli bir okumadır da. Gençlerin her türlü gayr-i meşru yollara gidebileceği, Allah’ın haram kıldığı, hoşlanmadığı ortamlara sürüklenebilecekleri bir dünyada Hocaefendi’nin iman, ibadet ve ahlakî değerlerin yaşandığı evlere onları teşvik etmesi ve pek çok gencin bu evlerde dinî ve ahlakî değerlerle buluşmasının, günahlardan uzak bir hayat yaşama gayreti içinde bulunmasının dini “istismar” kapsamında yaftalanması anlaşılır gibi değildir.

       3. Aile, millet ve ümmete bağlılık

Rapor yazarları herhangi bir referans göstermeden; Hocaefendi taraftarlarının aile, millet ve ümmet bağlarının zayıf olduğunu, dolayısıyla söz konusu âyetin istismar edilmesiyle ümmet bilincinin zayıflatılacağını, küçük grup âidiyetinin tahkim edileceğini öne sürüyorlar.

Her şeyden önce evlerin anlatıldığı bir yere, Hizmet insanlarının aile, millet ve ümmet bağlarının zayıf olduğu ve bu özelliklerinin de çok bariz olduğu tezinin hangi alaka ve delile binaen girdiğini anlamakta zorlanıyoruz.

Hocaefendi, eserlerinde pek çok yerde en yakından başlayarak en geniş dairede akrabalık bağlarına, komşu hakkına, milletimizin değerlerine ve Müslümanların hak, hukukunun gözetilmesine çok ciddi önem vermiştir. En başta aile bağlarının temeli olan anne-baba hakkının hayatî önemine pek çok yerde vurgu yapmıştır.[17] Mesela, bir yerde Nisa suresi 36. ayetini merkeze koyarak bu konuyu şu şekilde ele almaktadır: “Allaha kulluk edin, Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabalara, yetimlere, düşkünlere, yakın ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunup size hizmet eden kimselere ihsanla muamele edin. Allah, kendini beğenip övünenleri elbette sevmez.”

Hocaefendi, âyette Allah’a ubûdiyette bulunma ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmama emredildikten hemen sonra anne-babaya iyi davranma emredildiğini, esasında nazarî plânda, sevme, sayma, aşk u alâka duyma gibi mevzularda Allah hakkından hemen sonra Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hakkının geldiğini vurgulamakta ve; “fakat âyet-i kerimede mesele, nazarî plân değil de amelî plân esas alınarak beyan buyurulduğundan, anne-baba hakkı ikinci sırada zikredilmiştir. Âyet-i kerimenin başında Allaha iman etmenin değil de Ona ubûdiyette bulunmanın emredilmiş olması da bu hususa işaret etmektedir.[18] demektedir. Yine bu konu ile ilgili bir başka yerde, anne-baba hakkının İslam’ın emrettiği çerçevede ihya edilmesini takipçilerine bir hedef olarak göstermektedir.[19] O, âyette sırasıyla anne-babadan başlayıp akrabalara, yetimlere, düşkünlere, yakın ve uzak komşulara iyilikte bulunmanın emredildiğinin önemine vurgu yapmıştır. Bunun da ötesinde Hocaefendi, en yakından başlayıp en geniş insanlık dairesine kadar bağların güçlü tutulmasını tavsiye etmektedir: “Rabbimize, Peygamber Efendimize, anne babamıza, âlimlere, Hak dostlarına, Hak yolunda olan idarecilere, bütün vatandaşlara ve hatta bir mânâda bütün insanlığa karşı saygı ve edep çerçevesinde hareket etmemiz Müslüman olmamızın gereğidir.”[20]

Milletimize ve millî değerlere bağlılığa gelince Hocaefendi’nin eserleri, onlara bağlılık ve evrensel çapta ihyasına dair bahislerle doludur. Mesela, “Vaizler kürsülerde, hatipler minberlerde, konferansçılar geniş halk kitleleri karşısında bu millet gibi düşünmeli, bu millet gibi heyecanlanmalı, bu millet gibi konuşmalı, bu millet gibi sevinmeli ve bu millet gibi tasalanmalıdırlar.”[21]

Hocaefendi, milleti sevmenin laf ile değil icraatla olduğunun da altını çizmektedir: “Milletini sevdiğini iddia eden bir kimse, milletinin değerlerini dünyaya tanıtma ve o değerlerin insanlık için hakikaten lüzumlu olduğuna başkalarına da inandırma gayreti içinde olmalıdır.[22]

Hocaefendi’nin manevî rehberliğinde Hizmet Hareketi gönüllüleri, millî ve manevî değerlerimizi yüz yetmiş ülkede temsil ederek gönüllere girmişlerdir.

Hocaefendi ve hizmet hareketinin Müslümanlara olan yakınlık ve bağlılığına gelince; bu konuda o, Peygamberimizin (sas), “Müslümanların dert ve ızdırabını içinde duymayan, onlardan değildir.”[23] hadisini esas almaktadır: “Bir insanın Müslümanlıktan azıcık nasibi varsa, Müslümanların maruz kaldıkları ızdırapları en azından bir dert hâlinde içinde duyması gerekir. Zaten bunu içinde bir dert olarak duymayan birisi, söz konusu problemleri giderici alternatif bir kısım çözümler geliştirmeyi de düşünmez.”[24]

Yine Hocaefendi’nin hizmet çizgisini benimseyen fedakar insanlar, imkanlar ölçüsünde “time to help” (yardım zamanı) gibi kuruluşlarla, dünyanın hemen her yerindeki yardıma muhtaç insanların yardımına koşmaktadırlar.

İşin doğrusu, Rapor yazarlarının Hizmet hareketi mensuplarını itibarsızlaştırabilmek için bu tür delilsiz iddiaları ortaya atmaları, temsil ettikleri kurum ve Müslümanlık adına bir talihsizliktir.

       4.Işık Evler ve ümmet bilinci

Raportörler Hocaefendi’nin, camilerin yerine örgüt evlerini ikame ederek ümmet bilincini zayıflatmak istediğini öne sürmektedirler. Bu iddia da delilden yoksundur, dünya çapında hemen her milletten insanın imanî, ahlakî ve evrensel insanî değerler ortak paydasında birlikte kaldığı evlerin misyonuna ve pratikte ortaya koyduğu neticelere tamamen zıttır.

Işık evlerin mescitlerle münasebeti, iddiaların aksine camilere alternatif oluşturarak ümmet bilincini zayıflatmak değil, İbn Erkam evleri gibi, cami ve mescitlere insan yetiştirmek, mabedlerin vazifelerini yapamaz hale geldikleri zamanlarda da camilerin misyonunun atıl kalmaması ve o konuda mü’minlerin bir boşluk yaşamaması için mescit fonksiyonlarını da üstlenmektir. Zaten bu evlerin dini değerlerin yaşanması misyonuyla başlangıcı da böyle bir zamana rastlar. Ezan Türkçeleştirilmiş, Hac yasaklanmış, harf devrimi ile Latin harflerine geçilmiş, devrimi yerleştirmek için Kur’an elif-basının öğretilmesi yasaklanmıştır. İnsanlar çocuklarının Kur’an’dan mahrum kalmaması için onlara ahırlarda gizli gizli Kur’an öğretmek zorunda kalmışlardır. İşte böyle zamanlarda camide okunamayanların okunması, öğrenilemeyenlerin öğrenilebilmesi için evler açılması ve gençlerin o evlerde bir araya getirilmesi, Kur’anî bir yöntemdir. Nitekim, Hz. Musa ve Harun (as) döneminde, Firavun’un dinî değerlerin yaşanmasına hayat hakkı tanımaması karşısında, Allah’ın emriyle evler mabed misyonu görmüştür: Mûsâ’ya ve kardeşine: kavminiz için Mısırda evler hazırlayın, evlerinizi namazgâh yapın, namazı hakkıyla ifa edin ve ey Mûsâ müminleri müjdele!” diye vahyettik.” (Yunus, 10, 87)

Bu itibarla evlerin mabedlerin fonksiyonunu yerine getiremediği dönemde o misyonu eda etmesi, normal zamanlarda da bekâr evi yerine 3-5 gencin bir araya gelip dinî değerlerin yaşandığı evlerde kalması, ümmet bilincini zayıflatmak bir tarafa, tam tersine tesis etmekte ve güçlendirmektedir. Ayrıca hizmet gönüllülerinin gittikleri her yerde hüsn-ü kabulle karşılanmaları onların ümmet ve insanlık adına ne kadar güzel ve iyi niyetli, faideli işler yaptıklarının bir göstergesidir. Özellikle de farklı Müslüman ülkelerde sergiledikleri ahlakî ve dinî kardeşlik ilişkileri nedeniyle her seviyeden insandan gördükleri tebcil, iltifat, maddî ve manevî desteklerin de şehadetiyle, onları İslam ümmeti adına da örnek bir nesil kılmıştır.

Netice itibariyle rapor yazarlarının Hocaefendi’nin Kur’an ve Sünnet’te bildirilen evler ile ilgili yaklaşımlarına yönelik öne sürdükleri iddialar, delilden yoksun birer ithamdan öteye geçememektedir.


[1] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 99-100.

[2] Dârakutnî, Sünen, 5: 390 (4509); Beyhakî, Sünen-i kübra, 8: 213 (16445)

[3] Heyet, Hadislerle İslam, 5: 408.

[4] Müslim, akdiye 1; Buhârî, tefsir 3.

[5] Gülen, Prizma, 2: 27

[6] Gülen, Prizma, 2: 27

[7] http://www.taceddinkayaoglu.com/menemen-hadisesiyle-15-temmuz-arasinda-3-donemsel-karsilastirmalar-3/

[8] Zemahşerî, el-Keşşâf, 3: 242; Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl, 4: 108.

[9] İbn Âşûr, et-Tahrîr, 18: 245.

[10] Komisyon, Kur’an Yolu, 4: 84.

[11] Müslim, zikr 38; Ebû Dâvûd, vitr 14.

[12] Gülen, Varlığın Metafizik Boyutu, s. 211.

[13] Gülen, Prizma, 2: 25.

[14] Râzî, Mefâtihü’l-gayb, 11: 342; Beyzâvî, Envaru’t-tenzîl, 4: 108;

[15] Gülen, Prizma, 2: 23.

[16] Gülen, İkindi Yağmurları, s. 300; Gülen, Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız, s. 117.

[17] Gülen, Ölçü veya Yoldaki Işıklar, s. 158-160; Gülen, Prizma, 4: 236; Gülen, Bahar Neşidesi, s. 193-197; Gülen, Yenilenme Cehdi, s. 35-36.

[18] Gülen, Mefkûre Yolculuğu, s. 134. Hocaefendi’nin yaptığı en son vaaz da yine anne-baba hakkı ile ilgilidir. Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=6x5CiDSAcd4

[19] Gülen, Fasıldan Fasıla, 3: 100.

[20] Gülen, İkindi Yağmurları, s. 64.

[21] Gülen, Yitirilmiş Cennete Doğru, s. 27.

[22] Gülen, Kalp İbresi, s. 109.

[23] Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat 1: 151, 7: 270; Hâkim, el-Müstedrek 4: 356.

[24] Gülen, Yolun Kaderi, s. 29.

Yazar :

Tarih :

Etiketler :

Paylas :