Diyanet adına rapor hazırlayanlar, Hocaefendi’nin Hz. Mesih’in ahir zamanda nüzulünü bildiren hadis-i şerifler ile ilgili yaklaşımlarına dair bir alıntıyı delil göstererek, onun hakkında bazı iddialar öne sürmektedirler. Önce yapılan alıntıyı verelim:
“Hz. Mesih, âhir zamanda, âhiretin en ücra köşesinde de olsa o önemli misyonu eda etmek için mutlaka nüzûl edecektir. Nüzûl edecektir ama içinizde şahs-ı manevînin muhtevî bulunduğu mânâ ve ruha nüzûl edecektir. Evet o, bu mânâya ve bu ruha kalıp olmak için inecektir. Eğer o ruh yoksa, ceset olarak gelmesinin bir mânâsı da olmaz zannediyorum. Öyleyse geleceği kucaklamayı plânlayanlar, oturup O’nu bekleyeceğine, kendilerini ona asker olarak yetiştirme gayreti içine girmelidirler. Tâ ki geldiğinde hazır olan askerinin başına geçebilsin; geçebilsin de yeniden asker yetiştirme zahmetine katlanmasın. Zaten o, başkalarının ekstradan beklediği icraatı da ancak o zaman yapabilir. Bir başka ifadeyle, o Şam’da ak minareden indiği gün ak atına binsin, gelip Sultan Ahmed’in şadırvan avlusuna girsin, her kılıç sallayışında birkaç puthaneyi yerle bir etsin; sonra da Sultan Ahmed’in minarelerinin arasındaki ipe tıpkı bir mahya gibi getirip kılıcını assın… İnsanlar da kıyamete kadar bu muhteşem zafer sembolü mahyayı seyretsin…!” (Gülen, Prizma 1, Zaman Gazetesi Yayınları, İstanbul 1997, s. 30-31)[1]
Rapor yazarları Hocaefendi’nin eserinden yaptıkları bu alıntı üzerine şu iddiaları öne sürmektedirler:
- Gülen, Mesih beklentisini arttırarak, Mesih’in kendi cemaatine ineceğine inandırmaya çalışmaktadır.
- Herhangi bir cemaatin, Mesih’in ineceği topluluk olarak tanımlanması, İslam itikadı açısından dayanaktan yoksun bir yaklaşımdır.
- Kıyamete yakın cereyan edecek olaylar hakkında hadis kitaplarında mevcut olan, hadis âlimlerinin sahih kabul ettikleri ancak “âhâd haber” kategorisinde yer alan bazı rivayetler bulunmaktadır. (Taftazânî, Şerhu’l-Makâsıd, V, 312). Bunlar değişik şekillerde yorumlanmaya açıktır. (Taftazânî, Şerhu’l-Makâsıd, V, 317). Bu tür rivayetleri kendi ‘cemaatinin’ seçilmişliği tarzında yorumlamak, tarihte benzerleri çok görülmüş açık bir istismar örneğidir. Âhâd haberlerin ‘zan’ ifade ettiğini, sahih dahi olsa salt bu tür rivayetlere dayanarak bir inanç esası kabul edilemeyeceğini öngören kelâm ve usûl ilkesi de (Teftâzânî, Şerhu’l-Akâid, nşr., M. Adnan Dervîş, s. 214) gözden uzak tutulmamalıdır.
Şimdi iddiaları cevaplamaya geçiyoruz.
1. Metin tahrifi
Rapor yazarlarına göre Hocaefendi, Mesih beklentisini artırarak takipçilerini onun kendi cemaatine ineceğine inandırmaya çalıştırmaktadır. Bu iddiaya birkaç açıdan cevap verilebilir.
Her şeyden önce Hocaefendi’nin eserlerine bakıldığında, onun değişik münasebetlerle sorulan sorulara cevap verirken, bu soruyu da cevapladığı görülür. Zaten Hz. Mesih’in âhir zamanda geleceğine Kur’an’da işaret edilmiş, tefsirlerde üzerinde durulmuş, Sahih-i Müslim, Sünen-i Tirmizî, Sünen-i ibn Mâce gibi hadis kitaplarında “Nüzul-i İsa ibn Meryem” diye özel bölümler tahsis edilmiş, kelam kitaplarında kıyamet öncesi yaşanacak olaylar arasında zikredilmiş ve hakkında müstakil kitaplar yazılmıştır.[2] Bu itibarla Hocaefendi’nin bir İslam âlimi olarak kendisine sorulan sorular münasebetiyle bu mevzuyu ele alması gayet normaldir.
Hocaefendi, Hz. İsa’nın ahir zamanda gelişi ve ümmet-i Muhammed’den birine iktida etmesi ile ilgili hadislere -üçüncü bölümde geçmişti- yaptığı yorumun benzerini burada da yapmaktadır; “Bu ölçüler içinde Hz. Mesih’in ahir zamanda yeryüzüne inmesi ve ümmet-i Muhammed’den birine iktida etme meselesini, onun, Muhammedî ruhtaki mevcut adaleti, re’fet ve şefkatiyle ayrı bir buuda çekmesi şeklinde anlamak mümkündür. Yani Muhammedîlikteki hakkaniyet ve itidalin, o işin müsaadesi ölçüsünde götürülebileceği yere götürerek “Dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönül kıranlara da gönülsüz olması.”[3]
İşte rapor yazarları Hocaefendi’nin bu yaklaşımlarının devamındaki kısmı alıntı yapmışlar fakat onun ifadesindeki “Tâ ki geldiğinde, hazır olan muhabbet kıtasının başına geçsin; geçsin de yeniden nefer yetiştirme zahmetine katlanmasın.” cümlesindeki altı çizili olan “muhabbet kıtası” ifadesini “askerinin” olarak değiştirmişlerdir. Hocaefendi, Hz. Mesih’in nüzulünü, sevgi, şefkat ile insanlığı kucaklayacak insanların oluşturduğu kıtalara bağlarken, Rapor yazarları onun ifadelerini tahrif ederek meseleyi ‘askerî birliklerin başına geçme ve operasyon yapma‘ şekline dönüştürmüşlerdir ki böyle bir iftira karşısında söyleyecek söz bulamıyor, hükmü okura havale ediyoruz.
2. Çarpıtma
Rapor yazarları Hocaefendi’nin Hz. Mesih’in Şam’da Ak Minare’ye inmesi ile ilgili ifadelerinin de yalnızca baş tarafını almış, son kısmını ise nakletmeyerek, metni onun asla ve kat’a kabul edemeyeceği bir anlama taşımışlardır. Hocaefendi’nin Hz. İsa’nın nüzulünü anlattığı yerdeki ifadelerini aynen naklettiğimizde, bu çarpıtma çok daha net görülecektir. Onun ifadelerinin tamamı şu şekildedir: “Bu hususta bir hâtıramı aktarmak istiyorum: Bir gün, duasını alayım düşüncesiyle, sevip-saydığım büyük bir zatın ziyaretine gitmiştim. Mesele dönüp dolaşıp Hz. Mesih’in nüzûlüne gelince; ahir zamanda Hz. Mesih nüzûl edecek, eline kılıcını alacak, insanları haklaya haklaya İstanbul’a kadar gelecek, sonra da kılıcını Sultanahmet’in minaresine asacak dedi. Ben böyle birisinin bu şekildeki açıklamalarına şaşıp kalmıştım. Haddizâtında çok zeki ve aynı zamanda Arapça’ya hakim olan bu zat, zannediyorum hakkında hüsnüzan ettiği ya da keşfine-kerametine inandığı insanlardan duyduğu bu tür şeylere, i’mâl-i fikir etmeden ve bu kabil konuları muhkemata ircâı düşünmeden inanıyordu. Hâlbuki birazcık düşünmüş olsaydı, Efendimiz döneminde ne minare denen nesnenin, ne de Sultanahmet Camiinin olmadığını düşünerek böyle bir ifadeden vazgeçecekti.”[4] Hocaefendi’nin ifadelerine bütünlük içinde bakıldığında altı çizili yerde de görüleceği gibi o, başka birisinin görüşünü naklediyor ve naklettiği görüşü kabul etmediğini de beyan ediyor. Gel gör ki raporu yazanlar onun ifadelerini kesip biçerek, önünü arkasını atıp sadece bir kısmını alıntılıyarak bir algı oluşturmaya ve ona ait olmayan bir yorumu, kabul etmediği halde, ona aitmiş gibi göstermeye çalışmaktadır. Rapor yazarlarının bu işgüzarlığı hakikate karşı bir ihanet değil de nedir?
3. Hz İsa’nın Nüzulü
Pek çok İslam âlimi, Hz. İsa’nın nüzulünü bildiren hadisleri zahirî manasında (literal) anlayıp ona göre inanılması gerektiği kanaatindedir.[5] Bununla birlikte Halimî ve Taftazanî gibi kelam ilminin çok önemli alimleri Hz. İsa’nın nüzulu ile ilgili nassları tevil etmeyi caiz görmüşlerdir. Üstad Bediüzzaman, bu türden hadislerin müteşabih olduğu, çok dikkatli yorumlanması gerektiği kanaatindedir. Ve o, Hz. İsa’nın şahsen gelişini nefyetmemekle birlikte -daha önce de geçtiği üzere- onun nüzulünü İsevîyetin tasaffi etmesi şeklinde yorumlamakta ve bunu da bir şahsı manevinin temsil edeceğini söylemektedir. Muhammed Abduh, M. Reşid Rıza gibi son devir âlimleri, Hz. Mesih’in nüzulünü, İseviyet ruhunun galip gelmesi; Hz. İsa’nın mesajındaki şefkat, sevgi ve barışı emreden prensiplerin uygulanması, dinin temel maksatlarının ve özünün esas alınarak hareket edilmesi şeklinde yorumlamaktadır.[6]
Hocaefendi’nin yaklaşımı da buna yakındır: “Hz. Mesih’in ahir zamanda yeryüzüne inmesi ve ümmet-i Muhammed’den birine iktida etme meselesini, onun, Muhammedî ruhtaki mevcut adaleti, re’fet ve şefkatiyle ayrı bir buuda çekmesi şeklinde anlamak mümkündür.” Bu itibarla Hocaefendi, Hz. İsa’nın manevî şahsiyetinin ortaya çıkıp insanlığa getirdiği sevgi, şefkat, barış gibi değerlerin Efendimiz’in (sas) mesajı ile buluşturulmasının, “Muhammedî edep potasında erimeyi bilmiş müminler” vasıtasıyla olabileceğini özenle ifade etmektedir.
Öyleyse O’nun ümmetinden olanlar o sâdûk ve masdûk olan Hatemü’l Enbiya’nın (sas) sözünü gerçekleştirmek üzere var gücüyle çalışmalı, bütün tavır ve davranışlarında O’nun bütün insanlara gönderilmiş bir nebi olduğu gerçeğini dikkate almalı ve O’nun (sas) edep ve nezaketini yaşam biçimi haline getirerek temsil etmelidirler. Hocaefendi’nin Hz. Mesih’in nüzulünü bu şekilde yorumlaması ve hitap ettiği insanlara bu çizgide bir yaklaşımla değişik din ve kültürden insanlara açılmayı tavsiye etmesinin dinen bir mahzuru olmadığı gibi, aksine tüm insanlığı kucaklayan, takdirle karşılanması gereken bir yorumdur.
4. Mesih’in ineceği cemaat
Hocaefendi’ye göre, Peygamber Efendimiz’in (sas) istikbale dair verdiği müjde ve haberler, gerçekleştirilmek üzere ümmetine emanet edilmiş bir hedeftir. Bu müjde ve hedeflerin muhatabı, adalet, re’fet ve şefkat sahibi Müslümanlardır. Nitekim, rapor yazarlarının alıntı yaptıkları yerde de Hocaefendi bu çok önemli noktanın altını çizmiştir; “Bu ölçüler içinde Hz. Mesih’in ahir zamanda yeryüzüne inmesi ve ümmet-i Muhammed’den birine iktida etme meselesini, onun, Muhammedî ruhtaki mevcut adaleti, re’fet ve şefkatiyle ayrı bir buuda çekmesi şeklinde anlamak mümkündür. Yani Muhammedîlikteki hakkaniyet ve itidalin, o işin müsaadesi ölçüsünde götürülebileceği yere götürerek “Dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönül kıranlara da gönülsüz olması” şeklinde teslim ve takdim edeceğini anlamak mümkündür.” [7]
Bütün bunların yanında Hocaefendi, alıntı yapılan yerin sonunda açık ve anlaşılır bir şekilde Hz. Mesih’in ahir zamanda nüzulüyle olacak fütuhat ve dirilişi kendi cemaatine değil, Müslümanlar içinden belli vasıflara sahip olanlara bağlamıştır: “Hâsılı, netice olarak şunun bilinmesi gerekir ki ahir zamandaki diriliş, hâl-i leyyin, tavr-ı leyyin, kalb-i leyyin ve kavl-i leyyini temsil edebilen sevgi kahramanlarının diriltici soluklarıyla gerçekleşecektir.”[8]
Netice itibariyle Hocaefendi, hadis-i şeriflerde Hz. İsa’nın nüzulü ile bağlantılı olarak zikredilen neticelerin doğması için çalışmak gerektiğini ifade ediyor. Hocaefendi’ye göre, Hz. İsa gelsin de ortamı düzeltsin umuduyla oturup beklemek yerine; sevgi, şefkat, mülâyemet, yumuşak söz ve tavırla Peygamber Efendimiz’in (sas) mesajını farklı din ve kültürden insanlarla buluşturmak ve bu mesajı bütün insanlığa sevdirmek için gayret göstermek gerekir. Hocaefendi’nin hadis-i şeriflerde yer alan geleceğe dair haberleri okuma yöntemini de dikkate alarak söyleyecek olursak Efendimiz’in (sas) beyanları, ümmetine emanet edilmiş hedefler olarak görülmelidir. O hedefe ulaşmak için Hz. İsa’ya inananlara diyalog çağrısı yapılmalı, onları “Muhammedî ruhtaki mevcut adalet, re’fet ve şefkatle…” buluşturmak için çalışılmalıdır. İslam’ı tebliğ ve davet sorumluluğu taşıyan herkesin Hocaefendi’nin bu enfes yorumuna gönülden katılacağını sanıyoruz.
İslamı tebliğ ve davet mes’uliyet bilinci ile hareket etmesi beklenen Rapor yazarlarının yaptığı şey ise maalesef, Hocaefendi’nin bu enfes yorumunu tahrif edip çarpıtarak oradan ahlakî bir problem çıkarmaya çalışmak olmuştur. Bu umumî ve açık beyanlardan “Hz. İsa’nın kendi cemaatine ineceğini söylüyor” iddiasını çıkarmak tek kelime ile tam bir çarpıtma örneğidir. Halbuki alıntı yapılan metinde böyle bir ifade olmadığı gibi, Hocaefendi’nin diğer eserlerinde ve konuşmalarında da bu iddiayı doğrulayacak herhangi bir beyan bulunmamaktadır. Eğer Hocaefendi, Rapor yazarlarının iddia ettiği gibi, hadis-i şerifleri kendi cemaatine ve takipçilerine yormuş ve inhisar ettirmiş olsaydı, sosyal ve kültürel faaliyetleri bu kadar geniş bir coğrafyada yayılma imkanı bulabilir miydi?
5. Hz. İsa’nın nüzulüne “iman etmek”
Raportörler, “Ayrıca Hz. İsa’nın nüzulü ile ilgili rivayetler âhad olduğu için sahih de olsa bunlara dayanarak bir inanç esası kabul edilemeyeceğine dair kelam ve usul ilkesi hatırlanmalıdır.” derken aslında Hocaefendi ve takipçilerinin Hz. Mesih’in nüzulüne iman esası gibi baktıklarını ve dolayısıyla da itikadî bir sapma içinde bulunduklarını ima etmektedirler. Oysa bu konu kelam kitaplarında tartışılmış olsa da ancak ikincil derecede imanî bahislere taalluk eden bir konudur. Hem senet kritiği açısından ahad haberlere dayanması hem de metin kritiği açısından delaletinin kat’i olmayıp kısm-ı a’zamı itibariyle müteşabih ifade ve ibareler içermesi nedeniyle doğrudan itikadî hükümlere konu olamayacağı hususu gelenekte nazar-ı itibari alınmıştır. Hocaefendi de yorum ve mülahazalarında açık olarak buna dikkat çekmiştir.
Diğer taraftan, nüzûl-ü İsa ile ilgili rivayetlerin hükmü ile ilgili farklı yaklaşımlar da elbette vardır. Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin “Hz. İsa” maddesinde de ifade edildiği üzere bu konudaki rivayetler Taberî, İbn Kesîr, Keşmirî, Kevserî gibi âlimlere göre mütevatirdir.[9] Diğer taraftan Kadı İyaz ve Taftazani’ye[10] göre ise haber-i ahaddır. Hem vurud hem de delalet açısından zannîdir.”[11]
Rapor yazarlarının Hocaefendi’den yaptıkları alıntıda Hz. İsa’nın nüzulüne “iman etmek” gerektiğine dair ne bir cümle ne de en ufak bir ima ve işaret bulunmaktadır. Ayrıca ifade etmek gerekir ki bir hadisin ahad tarikle gelmesi illâ da onun reddini ve inkârını gerektirmez. Herhangi bir hadisin itikadî ve amelî bir hüküm çıkarmaya salahiyetli olmaması ile hadisin zayıf ve kritik bir isnada sahip olmakla birlikte, meselâ ahlaki öğüt ve temsil bakımından makbul sayılması ayrı açılardan değerlendirilir. Şaz görüşler müstesna Hz. Mesih’in nüzulü hadislerinin kabulünde de aynı kriterler uygulanmıştır. Hocaefendi de bu hususun altını sarahatle çizmiştir.
Rapor yazarları Hocaefendi’nin bütün eserlerini incelediklerini iddia ettiklerine göre onun, “Mesih ve Mehdi ile alâkalı hadis-i şerifler ve ümmetin kabulü esas alınınca nüzûl-ü İsa’ya ve zuhur-u Mehdi’ye inanmak Efendimiz’e îtimadın ve güvenin ifadesidir denilebilir.”, “Fer’î bir konu olduğundan ve âhad habere dayandığından dolayı bunu inkâr küfre sebeb olmadığını” ve “Evet, bu mevzu mü’minlerin “âmentü” erkânına inandıkları gibi inanmaları gerekli olan meselelerden değildir.” şeklindeki gayet net ifadelerini görmeleri veya görmezden gelmemeleri gerekirdi.[12] Üstelik Hocaefendi’nin bu açıklamaları “Mesih ve Mehdi’nin gelişine inanmamak insanı dinden çıkarır mı? Nüzul-ü İsa ve zuhur-u Mehdi’ye iman dinin esaslarından mıdır?” sorusunun cevabında geçmektedir.
Netice itibariyle rapor yazarlarının naklettikleri, Ehl-i Sünnet ulemasının ahad haberlerle inanca ait bir hükmün sabit olamayacağı yaklaşımı ile Hocaefendi’nin Hz. Mesih’in nüzulü ile ilgili hadislerin itikadî boyutu ile ilgili değerlendirmeleri aynı çizgidedir. Durum böyle iken rapor yazarlarının Hocaefendi’nin son derece açık ve klasik usule uygun yaklaşımından tam tersi bir hüküm çıkarmaya yeltenmelerini insaf ile bağdaştırmak çok zor olsa gerek.
[1] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 102.
[2] Mesela, Keşmirî, Muhammed Enver Şah, et-Tasrîh bimâ tevâtera fî nüzûli’l-Mesîh, tahk., Abdu’l-fettah Ebu Gudde, Beyrut: Dâru’l-kalem, ts.; Kevserî, Nazratün âbiratün fi mezaimi men yünkiru nüzule İsa kable’l-âhire.
[3] Gülen, Prizma, 1: 41.
[4] Gülen, Prizma, 4: 19
[5] el-Fûde, eş-Şerhü’l-kebîr, s. 1427.
[6] Reşit Rıza, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Hakîm, Kâhire: Dâr-ı menâr, 1947, 3: 317.
[7] Gülen, Prizma, 4: 41.
[8] Gülen, Prizma, 4: 41.
[9] Kevserî, Nazratun âbire, s. 69.
[10] Teftâzânî, Şerhu’l-makâsıd, 5: 312
[11] Kevserî, Nazratun âbire, s. 51.
[12] Gülen, Ümit Burcu, s. 31.