logo

O- CENNETE GİRMEK İÇİN BİLE GÜLEN’DEN İZİN ALMAK

Rapor yazarları Hocaefendi’nin bir eserinden şöyle bir alıntı yapıyorlar:
“Sadakat maddî-manevî füyûzât hislerinden fedakârlıkta bulunmak demektir. Bu da “neden, niçin?” demeden gösterilen hedefe yürümeyi gerektirir. “Neden?” diye sormak sadakat ruhunu zedeler. Bu çerçevede sadık iseniz: 1. Arzunuz ve görüşünüz sorulursa, anlatırsınız. Yoksa teslim olursunuz. 2. Hedefe yürürken, cenneti gösterip de “İşte Cennet, girin!” deseler, “Hayır, görüşmem lazım.” demelisiniz. 3. “Şu noktaya gelirsen cehennemden kurtulacaksın!” dediklerinde de “Cehennemden kurtulmak büyük bir şeydir ama yine görüşmem lâzım.” karşılığını vermelisiniz.” (Gülen, Fasıldan Fasıla 1, Nil Yayınları, İzmir 1995, s. 180)

Yapılan bu alıntı üzerine şu iddia öne sürülüyor:

“Hocaefendi müntesiplerinden sadece dünyevî değil, uhrevî işlerde de mutlak itaat, sadakat ve teslimiyet istiyor. Cennete girmek veya cehennemden kurtulmak va’d edilse bile örgüt liderine sormak hatta cemaat için cennete girmekten vazgeçmek gerekiyor.[1]

Şimdi öne sürülen bu iddiayı cevaplayalım:

Alıntı yapılan yere bütünlüğü içinde baktığımızda şunları görüyoruz. Hocaefendi, “Biz daha önce Âdemden söz almıştık, fakat o unuttu; biz onda yeterli bir kararlılık görmedik.” (Tâhâ 20, 115.)” ayeti etrafında “Sadakat ve Sebat” mevzusundan bahsediyor. O, konuyu tasavvufçular arasında meşhur olan “Ebrar için hasene olan bir şey, mukarrebin için seyyie sayılır.” yaklaşımıyla açıklıyor: Zaman olur, öyle hareket edersiniz ki o sizin için hasenattır, ama daha sonra o hasenat seyyiat sayılabilir. Zira artık siz de belli bir mertebe katetmişsinizdir. Bedevî geliyor, “İslâm nedir?” diyor ve Efendimizden (sas) İslâm’ın beş şartını öğrendikten sonra Vallahi, başka bir şey katmadan bunları yerine getireceğim!” deyip gidiyor. Efendimiz (sas), Doğru söyledi ise kurtulur.” buyuruyor. Ama, Hz. Ebu Bekire, Hz. Ömer seviyesindekilere, Eğer dininizin onda birini yaşamazsanız helâk olursunuz.” buyuruyor.”

Hocaefendi, devamında bir peygamber hakkında konuşurken dikkatli olmak gerektiğinin altını çizdikten sonra “Hz. Âdem’in hayatında bir defa sürçtüğü şeyde, kim bilir biz günde kaç defa sürçüyoruz!” diyerek onun hemen sadakat ve vefa içinde Allah’a yöneldiğine dikkat çekiyor. Havarilerin Hz. İsa’ya, Yuşa ibn Nun’un Hz. Musa’ya, Hz. Ebu Bekir’in Peygamber Efendimiz’e zirvede sadakatle bağlılığından örnekler veriyor. Ve devamında da Aynı sadakatı Bediüzzaman da kendi talebelerinden istemişti. Zira büyük işler, ancak sadık kimselerle gerçekleştirilir.” diyerek dine, imana hizmete gönül vermiş insanların hayatında sadakat ve vefanın hayati öneminin altını çiziyor. Meselenin önemini vurgulamak için de alıntı yapılan ifadeleri kullanıyor. Hocaefendi alıntı yapılan yerin hemen peşinden de böyle bir sadakat ve sebat istenmesinin sebebini açıklıyor: “Sebat, sadakatın bir yanıdır. Arada bir fütur gösterme, hedefe varmayı engeller; en azından geciktirir. Ayrıca sebat, gerisin geriye dönmemeyi ifade eden bir sıfattır. Sadakatin önemli belirtilerine gelince, cihanın doğusunda-batısında İslâm adına memnun edici her hâdise karşısında sevinme, üzücü bir şey zuhur edince de âdetâ deliye dönme gibi hususlar zikredilebilir.”[2]

Hocaefendi, Bediüzzaman Hazretleri çizgisinde İslamî ve evrensel değerlere hizmet etmektedir. Bediüzzaman’ın hizmet anlayışında dine, imana hizmet, her şeyin üstünde kutsal bir vazifedir. Ona göre bu vazifenin yerine getirilmesinde de en önemli esaslar ise inanılan değerlere sadakat, sebat, kardeşlik ve ihlastır:

“Haddimden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ile müfritâne âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritâne irtibat ve ihlâs lâzımdır; onda terakki etmeliyiz.”[3]

İşte Hocaefendi, imanî ve insanî değerlere hizmet etmeyi hayatlarının gayesi olarak gören ve bu yolla Allah’ın rızasını hedefleyen insanlara, hayatlarını davalarına sadakat ve sebat içinde örgülemelerini tavsiye ediyor. Sadece kendi kurtuluşunu düşünmek yerine, pek çok insanın cennete girmesine vesile olacak bir dava sadakatinin önemine vurgu yapıyor. Onun ifadelerini bütünlüğünden kopararak; “cennete girme bile olsa onu bir kenara bırakıp şahsına bağlılık istiyor,” şeklinde yorumlamak bir çarpıtmadır. Hocaefendi’nin talebi, insanların inandığı değerlere sadakatle hizmet etmesi, her meselesini değerlerine bağlılık içinde götürmesidir.

“Hocaefendi’den izin alma” iddiasına gelince, yukardaki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, sormak ya da izin almak, ne dersek diyelim, vazife insanları için göreve sadakatın gereğidir. Birlikte görev yaptığı arkadaşlarını yüz üstü bırakmamak için sadakatin gereği olarak “Gidersem sizin hukukunuzu ihlal etmiş olur muyum? Benim yokluğum hasara sebep olur mu?” anlamında yerindedir ve değerlidir.


[1] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 109.

[2] Gülen, Fasıldan Fasıla, 1: 96.

[3] Nursî, Emirdağ Lahikası, s. 67.

Yazar :

Tarih :

Etiketler :

Paylas :