logo

S. HALKIN MASLAHATI ADINA (!) ŞAHSÎ İBADETLERİN TERKİ

Rapor yazarları Hocaefendi’nin 05.09.1976 tarihinde İzmir Hisar Camii’nde verdiği vaazından şöyle bir alıntı yapıyorlar: “Mü’min, şahsi tekamülü, şahsi ibadeti, taati dahi halkın saadeti adına feda edecektir. Âlemi mesut etmek için veli olmayı bir kenara bırakacaktır. Âlemi mesut etmek için muvakkaten şahsi tekamülünü bir kenara bırakacaktır.” (Sesli Vaazlar-10/İslam Aleminin Kurtuluş Yolları, dk. 42)

Bu alıntı üzerinden de şu iddiaları öne sürmektedirler:

İbadetleri iyilik yapmaya engel gibi takdim etmek büyük bir yanılgıdır. Çünkü istediği olgunluğa ulaşamamış kimsenin, içinde yaşadığı topluma istenilen düzeyde faydalı olması beklenemez. Halkın maslahatı adına şahsî ibadetlerin terk edilebileceği söylemi, örgüt müntesiplerinin maslahatı ve gizlenebilmesi adına dinin emir ve yasaklarını çiğnemelerinin nasıl meşru bir zemine oturtulmaya çalışıldığını göstermesi bakımından önemlidir.[1]

İddialara Cevaplar:

          1. Şahsî ibadetlerin terki

 İddialardan anlaşıldığına göre rapor yazarları “şahsi ibadetlerin terki” ifadesinden “ibadetleri terk etmek” manasını çıkartıyorlar. Bütün ithamlarını “ibadetlerin terki” üzerine oturtuyorlar. Hocaefendi’nin bütün vaazlarını dinlemiş ve bütün kitaplarını okumuş olduklarını iddia eden Rapor yazarları, sadece bu raporda alıntı yaptıkları yerlerdeki ibadet ve ruhî hayata özendirme bahislerini dikkate alsaylardı, böyle bir hükme varamazlardı.

Burada önce delil olarak alıntı yapılan 5 Eylül 1976 tarihli “İslam Aleminin Kurtuluş Yolları” vaazında Hocaefendi’nin işlediği konuyu ana hatlarıyla verip, sonra da “kendi dilinden” ibadet ve şahsi ibadet konusuna bakışını arz edelim:

  1. İslam aleminin yıkılışındaki en büyük amillerden biri ruhi hayat, tebliğ ve irşat konularındaki heyacanımızı yitirmemizdir.
  2. Çöküşü hızlandıran sebeplerden birisi de Kur’an ile kainatı ayrı ayrı mütalaa etmemizin sonucu olarak, maddi sahadaki gelişmelerden uzak kalmamızdır.
  3. Milletimizin ayağa kalkması ise irşad ve tebliğde kaybettiği heyecanına kavuşmasıyla olacaktır. Peygamberimiz (sas) hayatına irşad ve tebliğle başlamış ve hayatını onunla noktalamıştır…
  4. Müslümanların terakkî etmesi, heyacanlarını akıl ve mantık dairesinde tutarak kendi aralarında vahdeti temin etmelerine ve maddî-manevî her türlü fedâkârlıkta bulunmalarına bağlıdır…

Yukarıda ana hatlarıyla çerçevesini çizmeye çalıştığımız vaazda geçen “maddi-manevî her türlü fedakârlık” ve bu konuya dahil olan “şahsî ibadetlerin terki” ile Hocaefendi’nin ne kastettiğini bizzat onun kendi ifadelerinden takip edelim:

 “İ’lâ-yı kelimetullah davası, irşad, tebliğ ve temsil vazifesi her şeye rağmen insanlar arasında bulunmayı zaruri kılmaktadır. Dolayısıyla, mefkûre kahramanlarının sadece kendilerini düşünmeleri ve muvakkaten de olsa uzlet anil-enâm” deyip kendi hücrelerine çekilmeleri katiyen doğru değildir. (…) Bu itibarla, şayet kendimizi ilâ-yı kelimetullaha adadığımıza inanıyorsak, bize düşen halvet ve uzlet değil, celvet ve ülfettir.”[2]

 “Burada yanlış anlaşılabilecek bir noktaya dikkat çekmekte fayda olabilir: Ahiretini feda veya mânevî füyûzat hislerinden fedakârlık, ibadet ü taatı, evrad u ezkârı terk veya ihmal etmek demek değildir. Bilakis bunları mümkün mertebe en üst seviyede yerine getirmekle beraber, hedefte keşf u keramet, ruhanî zevk ve lezzetler değil, kulluk vazifesini yerine getirme ve duyup tattıklarını başkalarına da duyurup tattırma vardır. Hem zaten ibadet ü taat, evrad u ezkâr ile kendi imanını muhafaza altına almayan birinin başkasının imanını kurtarması mümkün değildir.”[3]

Görüldüğü üzere Hocaefendi, “şahsi ibadetleri terk” ile ne kastettiğini gayet açık ve net bir şekilde ifade etmekte, yanlış anlamaların da önünü kesmektedir. Rapor yazarları öne sürdükleri iddiaları çürütecek bu gibi pek çok yeri ya görmemiş veya görmezden gelmiştir. Onun “Şahsi ibadetlerin terki” ile kastettiği, farz, vacip, sünnet ve bunlara ilave olarak yapılan nafile ibadetler değildir. Sosyal sorumlulukları yerine getirmeye mani olacak şekilde halvet, uzlet, riyazat ve çile gibi uygulamalardır.

2. “Maddî ve manevî füyûzât hislerinden fedakarlık”

            Hocaefendi’nin, Rapor yazarlarının alıntıladığı metinde geçen, “şahsi ibadetleri terk” ifadesi, Bediüzzaman Hazretleri’nin “Maddî ve manevî füyûzât hislerinden fedakarlık” ifadesi ile aynı manadadır. Hocaefendi o fedakarlığın ne olduğunu aşağıdaki beyanında yine gayet açık ve net olarak ortaya koymuştur:

            “Manevî füyûzât hisleri ise bir insanın iman-ı billah, marifetullah, muhabettullah ve latîfe-i rabbâniye ile ulaşabileceği ruhanî zevkleri arzulaması; Cennet’e girme ümidiyle ve Cennet nimetlerinin hayaliyle yaşaması demektir. Allah’a iman etme ve marifetullaha ermenin ruhî ve kalbî hayat itibariyle çok derin bir zevki vardır. Cenabı Hakk’a yakınlıkta dünyevî nimetlerle elde edilemeyecek çok engin hazlar bulunur. Allah’a imanla başlayan ve O’nun sevgisine doğru devam eden yolun her adımında ayrı bir sürprizle karşılaşılır. İşte, bu yolda yürüyen bir insanın tattığı zevk ve lezzetler manevî füyûzât hisleridir. Bazen, o yolun yolcusu, daha da ileriye gidebilir; velilere seyr u süluk-i ruhanî neticesinde derin bir kısım şeyler lutfedildiği gibi, o da bazı harikulade şeylere mazhar olabilir. Mesela, insanların içini okur; gelecekte vuku bulacak bazı hadiselerle alakalı bir kısım bilgiler Cenab-ı Hak tarafından kalbine ilham edilebilir; ya da ibadet ü taatten o kadar lezzet alır ki kulluk adına eda ettiği her şeyi bir kevser zemzemesi içinde yudumlar, adeta Cennet hayatını burada yaşıyor gibi olur. Bunlar, insanın manevî yönü ve kalbî-ruhî hayatı itibariyle duyabileceği zevklerdir. Bunların bir damlası, insanın maddesi ve cismaniyeti itibariyle tattığı zevk ve lezzetlerin batmanlarına tercih edilir. Kalbî ve ruhî hayat itibariyle tadılacak olan bir damla zevk, bedenî ve cismanî hazların bin batmanına galip gelir, ağır basar.

            İşte, maddî ve manevî füyûzât hislerinden fedakarlık deyince, bu zevk ve lezzetlerin her iki çeşidini de davası uğrunda feda eden adanmışlar akla gelir. Bir davaya dilbeste olmuş ve ona adanmış bir ruh hem maddî hem de manevî füyûzât hislerinden el çeker; onları gaye ve hedef yapmaz. Bu, insanın maddî- manevî zevk ve lezzetleri davasına kurban etmesi, vermesi gerekli olan şeyler bir yana, verme mecburiyetinde olmadığı şeyleri bile bağlandığı o dava hatırına gözden çıkarması ve terk etmesi demektir ki; bu davranış adanmış olmanın bir gereğidir.”[4]

       3. Hocaefendi’nin nafile ibadetlere verdiği önem

Rapor yazarlarının iddialarını test etmek için Hocaefendi’nin tüm vaaz ve sohbetlerini dinlemeye, kitaplarının tamamını dikkatle okumaya gerek yoktur. Mesela Hocaefendinin sohbetlerinin yayımlandığı herkul.org sitesinin Kırık Testi veya Bamteli bölümünde “namaz”, “teheccüd”, “Pazartesi-Perşembe orucu” veya “savm-ı davud” yazarak arama yapılsa onlarca sohbetin çıktığı görülecektir. Kaldı ki bu sayfalar, Hocaefendinin Amerika hayatının belli bir bölümündeki sohbetleriyle sınırlıdır.

Hocaefendi’nin kitapları, sohbetleri ve vaazları tarandığında değişik açılardan binlerce defa kullukta derinleşme, kalp ve ruhun derece-i hayatına yükselme konusunda izah, teşvik ve özendirmelerin olduğu görülecektir. Dahası Hocaefendi, farz namazları sünnetleriyle birlikte hassasiyetle ikame etmeye, evvabin, duha ve teheccüt namazlarını kılmaya çok ciddi teşvik etmektedir. Farz olan Ramazan orucunun yanında sünnet olan Pazartesi-Perşembe ve eyyam-ı biyz’de oruç tutmayı tavsiye etmektedir.[5] Sevenleri de bu tavsiyeleri hayata taşımaktadırlar. Hocaefendi, ibadet ve taat vecibelerini terk etmeyi kastetmiş olsaydı, bugün hizmet gönüllülerinin de ibadet ve taat hayatlarında gevşemeler müşahede edilirdi. Halbuki gerçek tam aksidir. Dostun düşmanın şehadetiyle sabittir ki hizmet gönüllüleri derin bir taat ve kulluk bilincine sahiptirler. Sergiledikleri dindarlık, yalnızca farz ve vaciplerle sınırlı bir kulluk değildir. Onlar her zaman evrâd u ezkârlarına dikkat etmiş, evvabin, teheccüd, pazartesi perşembe oruçları gibi nafile ibadetleri ifa etmeye özen göstermişlerdir. Yerli ya da yabancı, hizmet hareketini inceleyen akademisyen ve yazarların da bu hususta pek çok gözlem ve şehadeti vardır. Dolayısıyla bu fiili durum da rapor yazarlarının iddialarının geçersizliğini ortaya koymaktadır.


[1] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 112.

[2] Gülen, Ölümsüzlük İksiri, s. 212.

[3] Gülen, Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız, s. 189.

[4] Gülen (2005) https://herkul.org/kirik-testi/fedakarlik-ve-adanmis-ruhlar/

[5] Gülen, (2015) a.g.e., s. 108; https://herkul.org/tag/489-nagme/

Yazar :

Tarih :

Etiketler :

Paylas :