T. PEYGAMBERLERİN DIŞINDAKİLERE MASUMİYET ATFETME

Raportörler, Hocaefendi’nin bir konuşmasından şu şekilde bir alıntı yapmış, “…belli ölçüde, peygamberlerin altında bir çerçevede ismet sıfatı vardır, masumdur.” (14-Sesli Sohbetler-1 / Bamteli 01-10 (Gurbet soluklari) Bamteli, 9/2, dk. 1) ve bunu delil kabul ederek şu iddiaları öne sürmüşlerdir:

  1. Gülen “… peygamberlerin altında bir çerçevede ismet sıfatı vardır, masumdur.” diyor, müntesipleri de onun masum olduğunu söylüyorlar.
  2. “Yaratana isyanın olduğu yerde, yaratılana itaat yoktur. İtaat ancak maruftadır.” gibi ilkeleri görmezden gelerek, liderlerine, abiler ve ablalardan gelen dine aykırı isteklere de sorgusuz sualsiz itaat etmektedirler.

Öne sürülen bu iddialara cevap vermeye geçiyoruz.

Rapor yazarları Hizmet Hareketi içinde “dine aykırı emirler verildiği” ve bu emirleri veren abla ve abilere “körü körüne itaat edildiğini” iddia ediyorlar. İtaat edilmesini sağlayan sebep olarak da liderin kendisini masun, yani hata ve günahtan korunmuş olarak kabul ettirmiş olmasını gösteriyorlar. Rapor yazarları, “masun” kelimesinin “ismet” ile aynı manaya geldiğini vurgulayıp Hocaefendi’nin Ehl-i Sünnet’e sıkı sıkıya “bağlı göründüğü” için peygamberlere ait bir sıfatı kullanmayıp, aynı manaya gelen “masun” kelimesini bilinçli olarak tercih ettiğini söylüyorlar.

Her şeyden önce şunu ifade etmek gerekir ki bu kadar büyük iddiada bulunanların, Hocaefendi ya da Hizmet’in önde gelenlerinin dine aykırı olarak verdiği emirlerin neler olduğunu zikretmeleri gerekirdi; maalesef öyle bir şey yapmamışlar. Yani “dine aykırı emir” dedikleri şeyin neler olduğunu raporda göremiyoruz. En azından bağlamından koparılmış bir cümleyi alıntılayıp, onun üzerine büyük suçlamalar bina etmenin yeterli olmayacağını bilmeleri ve “masun” kelimesinin peygamberin “ismet” sıfatının yerine kullanıldığını delilleri ile ortaya koymaları gerekirdi, ama maalesef o da yapılmamış. Kısacası delil ve ispat gereği duyulmadan her biri farklı açılardan tekfir ile eş değer iddialar ortaya atılmış.

Rapor yazarlarının usul ve üslubunu kendi takdirlerine bırakarak konuyu inceleyelim:

          1. Peygamberlerin dışında “ismet” sıfatı.

 “Allah Teala peygamberlerini koruduğu gibi onlardan daha alt derecede diğer kullarını da koruyabilir.” yorumu dine aykırı mıdır? Bu yorum bugüne kadar İslam alimleri tarafından söylenmemiş olup sadece Hocaefendi’nin yaptığı bir değerlendirme midir?

Başta tasavvuf olmak üzere hadis ve kelam âlimleri[1] “Peygamberlerin ismeti ve evliyanın hıfzı” olduğunu ifade etmişlerdir. Nitekim, İmam Kuşeyrî[2], Abdulkadir Geylanî[3], İmam Şaranî[4], Ali el-Kâri[5], “Peygamberler masum, evliya da mahfuzdur.” demişlerdir. Hadis ilminin otoritelerinden İbn-i Hacer el-Askalanî, “Peygamberler hakkında ismet vacip, onların dışındakiler için ise caizdir.”[6] demiştir. Bu hıfz da onların hevalarının peşinde koşmaktan korunmuş olmaları[7] veya masiyete düşseler bile ısrar etmemeleri şeklinde yorumlanmıştır. [8]

Allah dostlarının hıfz ve sıyanet edildiğine delalet eden âyet ve hadisler vardır. Bunlardan bazılarını zikredebiliriz:

“İyi bilesiniz ki Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar üzüntüye de uğramazlar.” (Yunus, 10, 62)

Allah bir kulu sevdi mi Hz. Cebraile, Allah falanı seviyor, onu sen de sev!diye seslenir. Onu Cebrail de sever. Sonra Cebrail Aleyhisselam, sema ehline, Allah falanı seviyor, onu siz de sevin!diye nida eder, derken bütün sema ehli de onu sevmeye başlar. Sonra onun için yeryüzünde (insanlar arasında) hüsn-ü kabul vazedilir.” (Buhârî, bed’ü’l-halk 6; Müslim, birr 157)

“Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum.” (…)” (Buhârî, rikak 38.)

 Ben, kulumun benim hakkımda zannına göreyim. O, beni zikretti mi onunla beraberim. Eğer o beni nefsinde zikrederse ben de onu onunkinden daha hayırlı bir cemaat içerisinde zikrederim.” (Buhârî, tevhid 50; Müslim, zikr 2; Tirmizi, da’avat 142)

Peygamber Efendimiz (sas), Abdullah ibn Abbas (ra)’a: Evladım! Sen Allah’ın emir ve yasaklarına riayet et ki O da seni korusun. Sen Allah’ın emirlerini muhafaza edersen O da seni muhafaza eder.” buyurmuştur.[9]

Bu zikredilen hadislerde kulun Allah’ın dinini yaşaması, emir ve yasaklarına hassasiyetle riayet etmesine mukabil Yüce Mevlâ’nın da onu hıfz ve siyanet edeceği bildirilmektedir.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin “İsmet” maddesinin konumuzla ilgili kısmı da şu şekildedir: “Tasavvuf geleneğine göre peygamberler günah işlemekten, velîler de günahta ısrar etmekten korunmuşlardır (Kuşeyrî, Risale, s. 239). Bu umumî telakkinin yanı sıra nübüvvet-velâyet tartışmalarıyla bağlantılı olarak velîlere nisbet edilen korunmuşluğun (mahfûz) mahiyeti hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. İbnü’l-Arabî, nebîlerin şâriolma vasıflarının gereği olarak zâhir ve bâtın itibariyle tamamen korunduklarına, velîlerin ise kalplerine gelen ilham konusunda mahfuz olduklarına ve bu iki kavram arasında farklılık bulunduğuna dikkat çekerse de sonuçta nebîlere has olan korunmuşluk sıfatını velîlere de atfetmektedir.”[10]

       2. Hocaefendi’nin eserlerinde konunun ele alınışı

Şimdi Hocaefendi’nin eserlerinde bu konuyu nasıl ele aldığına bakalım. Rapor yazarlarının çok ağır iddia ve ithamlarda bulunmasına binaen biz de Hocaefendi’nin bu konudaki yaklaşımlarını okuyucunun affına sığınarak uzun da olsa aynen vermek istiyoruz:

“(…) Allah’ın, bazı kullarını günahlara ve haramlara karşı koruması da sevgisinin tezahürlerindendir. İsmet sıfatı sadece peygamberlere mahsustur. Dolayısıyla haramlara karşı mutlak bir koruma da sadece onlar için söz konusudur. Onların vazife ve misyonları bunu gerektirir. Fakat Allah, habibi ve mahbubu hâline gelmiş kullarını da günahlardan sıyanet buyurabilir. Tam düşecekleri anda sıyanet-i ilâhiye imdatlarına yetişerek onları tutup kaldırabilir. Tam çukura yuvarlanacaklarken arkadan onları tutarak düşmelerine mâni olabilir. Çünkü O, sevdiklerini zayi etmez. Sürçseler ve düşseler dahi günahta devamlı kalmalarına fırsat vermez.” [11]

Hocaefendi, Allah’ın hıfzına mazhar olabilmenin yolunu da şu şekilde açıklamaktadır: “Demek ki Allah bir kulunu sevince, onun kulağını mana alemine açıyor ve en doğru ve mükemmel şekilde duymasını sağlıyor. Böyle bir kişi sem’iyyat dediğimiz vahiy bilgisine açılır ve onu daha iyi kavrar. Aynı şekilde tekvinî ve teşriî emirlere karşı gözleri açılır, görülecekleri daha iyi görmeye başlar. İnsanın başını döndüren bir meşher olan kâinat kitabına baktıkça, içine marifet hüzmeleri akar. Rabbimiz, aynı zamanda böyle bir kuluna elini ve ayağını da doğruluk istikametinde kullandırır. Ona yanlış adım attırmaz. Bu hadisi de biraz önce üzerinde durulan sıyanet-i ilâhiyeye irca edebilirsiniz.

Hadis-i şerife göre mü’minin böyle bir mertebeye nail olmasının yolu, önce farzları tastamam yerine getirmesi, arkasından da nafilelerle Allah’a yaklaşmaya devam etmesidir. Evet, muhabbet-i kâmileye götüren faktörlerden bir tanesi de “kurb-u nevafil” diyebileceğimiz ibadetlerdir.[12]

Hocaefendi’ye göre, kul hata ve günahlardan korunabilmek için iradesini sonuna kadar kullanır ve bunu dualarla da perçinlerse Rabbi de Rahmetinin gereği olarak onu korktuklarından muhafaza eder ki “masuniyet”ten kasıt budur. Hocaefendinin “masuniyet” yorumu, Muhyiddin ibn Arabî’ye değil, genel kabul gören “Günahta ısrardan korunma” görüşüne dayanmaktadır.

Bütün bunlarla birlikte Hocaefendi, rapor yazarlarının kendisine atfettikleri masumiyet iddialarının cevabını da -her ne kadar raportörler görmezden gelse de- eserlerinde vermiştir. Mesela, “Biz de ebedî saadeti yakalamak için kulluk vazifemizi kusursuz olarak yapmaya çalışmalı ve Allah’ın merhametine sığınmalıyız. Sürekli O’nun karşısında el açıp bel bükmeli ve çok dua etmeliyiz. Meselâ, mümkün olduğu kadar çok “Rabbenâ lâ tüziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünke rahmeh – Ey bizim Kerîm Rabbimiz, bize hidayet verdikten sonra kalblerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla.” demeliyiz.. “Allahümme Yâ Mukallibe’l-kulûb! Sebbit kulûbena alâ dînik – Ey kalbleri evirip çeviren Allah’ım! Kalblerimizi dinin üzere sabit eyle..” imanla perçinle!. sökülmesin.. kurşunla çivile oraya… diye yakarmalıyız.. hemen ardından “Sarrif kulûbenâ ilâ tâatik – Kalbimizi Sana itaate çevir, Sana kulluğa meylettir.” ifadesini eklemeliyiz.. bunları on defa değil, bin defa söylesek yine de az demiş oluruz. Kaldı ki Allah Rasulü bunları sabah ve akşam dualarında üçer kere söylüyor ve bizlere de tavsiye buyuruyor. O bir Nebi’dir; hem mâsum, hem de masûndur ve teminat altındadır… Bize gelince, bizim ne mâsumiyetimiz, ne masûniyetimiz var. Yani ne günahsızız, ne de Allah tarafından korunma ve sıyanet altına alınmışız.. yok öyle bir teminatımız. O bile böyle diyorsa, bizim titrememiz, çırpınmamız lâzımdır. Hiç kimse demesin “İçime şu geliyor, bu geliyor.. şöyle bir kalbî problemim var..” İçine o geliyor da sen üst üste kırk gece kalkıp o iş için ağladın mı? Başını yere koydun, alnını yaşlar içinde buldun mu? Neden mazeret beyan ediyorsun? Yüreğinle Allah’a teveccüh et, yalvar yakar! “Tut elimden Allahım, tut ki edemem Sensiz” de.” [13]

Diğer taraftan Hocaefendi, masuniyete Abdulkadir Geylanî, İmam-ı Rabbanî gibi maneviyat büyüklerini, Allah dostlarını örnek olarak veriyor.[14] “Ben Allah dostuyum benim masuniyet sıfatım var” demiyor.

Netice itibariyle rapor yazarlarının, Hocaefendi’nin bir eserinden bir cümleyi alarak onun ismet sıfatına sahip olduğunu kastettiği iddiası delilden yoksun bir iddia ve ithamdır. Öne sürülen iddiaların aksine, Hocaefendi’nin eserlerine baktığımızda, onun Kur’an ve Sünnet’ten hareketle Ehl-i Sünnet ve İslam tasavvufu geleneğinin esaslarına özenle riayet ettiği net olarak görülür. Ne var ki raportörler iddialarını çürütecek bu yerleri ya okumamış veya görmezden gelmişlerdir. İşin garibi Diyanet adına bu raporu hazırlayanlar İslam âlimlerinin ve tasavvuf ehlinin yaklaşımlarını da kendi kaynaklarını da yok saymışlardır.

          3. Lidere, abi ve ablalara itaat

Rapor yazarları hizmet gönüllülerinin, “Yaratana isyanın olduğu yerde, yaratılana itaat yoktur. İtaat ancak maruftadır.” gibi beyanlarını görmezden gelerek; liderlerinden, abileri ve ablalarından gelen dine aykırı isteklere de sorgusuz sualsiz itaat ettiklerini iddia etmektedirler. Böyle genel ve çok ağır bir ithama da bir delil getirmedikleri gibi dine aykırı isteklerin ne olduğunu da açıklamamışlardır.

Hocaefendi’nin yazılı ve sözlü eserlerinde onların bu iddialarını destekleyecek bir ifade yoktur; zira Hocaefendi iddiaların tam aksine, söylenilenlerin, yapılması tavsiye edilenlerin dinin kriterlerine uygun olmasını, olmazsa olmaz şart olarak ortaya koymaktadır: Bazen hisler, hevesler fikir suretine girer ve bizleri aldatabilirler. Onun için her düşünce ve fikrimizi, önce mihenge vurup değerlendirmemiz, sonra tatbike sunmamız icap eder. Bizim için mihenk bellidir.. evet mihenk, Kitaptır, Sünnettir ve cumhuru ulemanın dedikleridir.” [15]

Hocaefendi, kime ne şekilde itaat edilmesi gerektiği konusunda Kur’ân’ın, Ey iman edenler! Allaha, Resûlü’ne ve sizden olan buyruk sahiplerine itaat edin.” (Nisâ 4, 59.) emrini temel kriter kabul etmektedir: “Üç-beş kişiyi idare edenden, binlerce, milyonlarca insanı idare edenlere kadar, Allah’ın gösterdiği, Resûl’ün elindeki meşalenin aydınlattığı yolda yürüyen ve o yoldan ayrılmamaya azimli, kararlı olan bütün önderlere, bütün rehberlere tâbi olunuz! Yerinde ve belli ölçüler içinde. Öbürlerinin de sözü dinlense, onlara da isyan edilmese, hatta bir ölçüde müdârat ve mümâşat yapılsa bile; mutlak itaat edileceklerin peygamber çizgisinde olmaları şarttır.”[16]

Diğer taraftan Hocaefendi, rapor yazarlarının iddia ettiğinin aksine, Peygamber Efendimiz’in (sas), Hâlıka isyanın bahis mevzuu olduğu bir yerde mahluka itaat yoktur.”[17] hadisini esas almakta ve “Haram olduğu kat’î olan meselelerde hiç kimseye itaat edilmez.”[18] diyerek bu konudaki yaklaşımını gayet net ifade etmektedir.

Hocaefendi’nin hizmet çizgisini benimseyenler onun en çok önem verdiği konulardan birinin helâl-haram hassasiyeti olduğunu bilirler ve ona göre hareket ederler. Raportörlerin bir yandan takipçilerinin Hocaefendi’ye çok ciddi hatta aşırı derecede bağlı olduklarını her fırsatta ifade etmeleri diğer taraftan da onun sözlerine muhalif hareket ettiklerini iddia etmeleri çok ciddi bir çelişki olsa gerektir.


[1] Aliyyü’l-Kârî, Davu’l-meâlî şerhu bed’i’l-emâlî, İstanbul: Dersaadet Kitâbevi, 1985, s. 49; Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtu’l-mefâtih, 1: 19.

[2] Kuşeyrî, Risale, s. 142

[3] Abdulkadir Geylanî, Futûhu’l-gayb, s. 15-16.

[4] Şa’rânî, Tabakâtu’l-kübrâ, 1: 111.

[5] Aliyyü’l-Kâri, Davu’l-meâli libed’i’l-emâlî, s. 49.

[6] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 11: 502.

[7] Kuşeyrî, Risale, s. 142

[8] Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtu’l-mefâtih, 1: 19

[9] Tirmizî, Kıyame, 59; Ahmed ibn Hanbel, el-Müsned 1: 307.

[10] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Mehmet Bulut, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2008, “İsmet” maddesi.

[11] https://www.herkul.org/kirik-testi/allah-kulunu-severse/

[12] (https://www.herkul.org/kirik-testi/allah-kulunu-severse/

[13] Gülen, Kırık Testi, s. 150-151.

[14] Gülen, Sonsuz Nur, 1: 467.

[15] Gülen, Fasıldan Fasıla, 2: 111

[16] Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler, 4: 201

[17] Buhârî, meğâzî 59; Müslim, imâret 39

[18] Gülen, Prizma, 2: 54.

Yazar :

Tarih :

Etiketler :

Paylas :