logo

G. Hz. Peygamber’in Dublesi

Rapor yazarları, bu başlık altında da Hocaefendi’yi tadlil ve tekfir edecek malzeme bulmada çok ciddi bir çaresizlik yaşadıkları için yine onun kırk yıl önceki vaazlarından medet ummuş; onlardan kesip biçerek kendilerine delil üretmeye çalışmışlardır. Önce yapılan alıntıları sonra da bunlardan üretilen iddiaları verelim.

“29.06.1980 tarihinde Yozgat’ta yaptığı bir konuşmasında kendi cemaatinin hizmetlerinin Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından nasıl takdir edildiğini anlatırken Peygamber Efendimizin (sas) bir dublesinden söz ederek onun hayy/hayatta olduğunu söylemektedir:

“…Kalplerimizi istikamet içinde tutalım, gönlümüzü o sultan-ı zîşana müteveccih tutalım, onun her halimize nigehbân olduğunu bilelim… Aleyhissalatü vesselam mübarek ruhuyla perisprisiyle, dublesiyle hayydır, aramızdadır ve halimize nigehbândır…” (1980- 06-29_Gönül Dünyamızdan-06 – iman ve amel, dk.35: 59 vd.).

Gülen şu sözleri ile sınırı daha da genişleterek sahabe için de aynı kelimeyi kullanmaktadır:

“…Hz. Musab’ın suretine bürünmeyi şeref saydığı için melek onun suretine bürünerek, şehit olduğu halde akşama kadar onun suretiyle savaşmıştır. Mus’ab şehit olmuştu ama dublesi oradaydı. Bu Musab’ın dublesidir. Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım edecektir. (Melekut Alemi 3, dk.75).

10.03.1978 tarihinde yaptığı konuşmada ise:

“Her insanın bir dublesi vardır, içinde yaşar. Bu, insandan ayrılabilir ve bu sayede bir insan aynı anda 20 yerde görülebilir. Ehlullahın Abdal kısmı buna mazhar olur. (Hutbeler 1 İrşad Ekseni, Melekut Alemi 2, dk.42 vd.).

Goethe’nin, uzaktaki bir arkadaşını karşısında görmesine rağmen, yanındaki diğer arkadaşının bu sureti görememesi örneği nakledilerek, kişinin ikinci bir suretinin olduğu ve ruhani varlıkların mevcudiyeti anlatılmaktadır. Bunun, evliyaullah’ın aynı anda birkaç yerde görülmesinin bir benzeri olduğu zikredilmektedir. (Bkz. Melekût Âlemi 3, dk.30).

Rapor yazarları, yapılan bu alıntılardan Peygamberimiz’in vefatından sonra dünyada tasarrufta bulunamayacağı, onun değişik bir boyutta yaşadığının kabul edilemeyeceği, farklı yerlerde dublesi ile görülemeyeceği bütün bunların İslam inancına aykırı olduğu iddia edilmektedir. Ayrıca Hocaefendi’nin kendi cemaatinin, Peygamber Efendimiz (sas) tarafından takdir edildiğini anlatmak için bunları naklettiği öne sürülmektedir.

İddialara Cevaplar:

Bu iddialara daha önce belli ölçüde cevap verilmişti. Tekrar farklı bir alıntı ve üslup ile dile getirilmesinden ötürü, ilgili iddiaları cevapsız bırakmamak gerektiği kanaatindeyiz. Her şeyden önce iddialara delil olarak getirilen vaazlar cami cemaatinedir. Özel bir mekânda Hocaefendi’nin kendi cemaatine vermiş olduğu vaazlar değildir. Peygamber Efendimiz’in yakazada görülmesi değişik hadislerde bildirildiği ve İslam âlimlerince kabul edildiği üzere, dinin ruhuna uymayan bir mesele değildir.

  1. Peygamber Efendimiz’in (sas) yakazada görülmesi

Kur’an’da bildirildiği üzere şehitlerin ölmeyip yaşadığı hemen herkesin bildiği bir husustur: “Allah yolunda öldürülenler hakkında “ölü” demeyin. Bilakis, onlar diridirler, fakat siz bunun farkında değilsiniz.” [1]

 Şehitler hayattadırlar; rızıklandırılırlar, mutlu ve neşelidirler. Peygamberlik ise şehitlikten çok daha yüksek bir mertebedir. Daha doğrusu onlar, Allah’ın seçtiği özel donanımlı zirve insanlardır. Bir yandan şehidlerin vefat ettikten sonra farklı bir boyutta hayatlarını devam ettirdiklerini kabul ederken diğer taraftan onlardan çok daha üstün bir mertebede olan peygamberlerin manen ve ruhen hayatta olduklarını kabul etmemek bir çelişkidir. Oysaki, Peygamberler vefat ettikten sonra ruhları kendilerine iade edilir ve onlar da Rabbilerinin yanında şehitler gibi hayatlarına devam ederler.[2]

Hadis-i şeriflerde de Peygamberlerin kabirlerinde hayatta oldukları[3] Peygamber Efendimiz’in, (sas) kendisine selam veren herkesin selamına karşılık -biz görüp, duyup, hissedemesek de- cevap verdiği bildirilmiştir.[4] Bu iki hadis Peygamber Efendimiz’in kabrinde hayattar olduğunu, aynı anda O’nun perisprisi veya dublesiyle dünyanın pek çok yerinde görülebileceğini de ifade etmektedir. Nitekim büyük müfessir Allâme Âlusî, Ruhu’l-Meanî adlı tefsirinde, Ahzap suresi 40. âyetini tefsir ederken Peygamber Efendimiz’in (sas) pek çok kimse tarafından uyanık iken görülmesini şu şekilde açıklamaktadır: Peygamber Efendimiz’in yakazada görülmesi, O’nun mukaddes ruhuna bağlı misalî bir bedenin görülmesi şeklindedir. Allah Resulü’nün ruhuna bağlı, sayılamayacak kadar misalî bedenin olmasına da bir mâni yoktur. Zira, Peygamber Efendimiz’in ruhuna bağlı pek çok misalî bedenin olması insanın ruhunun cesedindeki bütün parçaları ile ilişkisi gibidir. Ruhun, misalî bedenleriyle, irtibatında, ilişkisinde, duyup hissetmesinde aletlere de ihtiyacı yoktur.[5]

Görüldüğü üzere, Peygamber Efendimiz’in yakazada pek çok yerde görülmesi, değişik tasarruflarda bulunması, âlimler tarafından O’nun mukaddes ruhuna bağlı misalî bedenler ile açıklanmaktadır.

          2. Hocaefendi’nin eserlerinde “astral beden

Hocaefendi, bu konuyu, İslam âlimlerinin yaklaşımına uygun ve onların kullandığı kelimelerle, günümüzde parapsikoloji, spiritüalizm gibi disiplinler ile mukayese ederek şu şekilde izah etmektedir: Ruhun kendisine has bir kılıfı vardır. Biz, ona misalî beden diyorsak da daha başka birçok isimle de anılmaktadır o. Gılâf-ı nurânî’, latîfe-i seyyale, esîrî beden, enerji beden,’ ‘ikinci beden, perispiri, duble, fantom, astral vücud… vs. Her şey çift yaratıldığına göre fizikî bedenimizin de bir ikizi olması gerekir ki işte bu, misalî bedendir. Latîf ve akıcı olan bu beden, aynı zamanda ruha kılıflık ve elbiselik vazifesi görür; vefattan sonra da ruhu çıplak bırakmaz ve bedeni terk etmekle beraber, ruhla arkadaşlığını devam ettirir. Ruh maddî kılıfı atar ama, misalî bedeni çıkarıp atamaz. İslâmî kaynaklarda bahsedildiği ve medyumlar tarafından da tasdik olunduğu üzere, bazı uzuvları kesilmiş insanlarda, kesilen uzvun ruhun misalî bedenine ait varlığı hissedilmektedir.”[6]

Yine bu konu ile ilgili olarak Hocaefendi, dublenin (dedupleman) zaman ve mekana bağlı olmayıp nuranî bir varlık olduğuna dikkat çekerek İslam tasavvufunda buna verilen isimleri ve onların günümüzdeki karşılıklarını ifade etmektedir; “Bizim literatürümüzde ona Vücud-u mevhibe-i Hakkânî veya Rabbanî” denilmektedir. Astral beden” de aynı mânâya kullanılır. Spiritüalizmada, yaşayan insanların fantom” larına bu isim verilmektedir.”[7]

Dolayısıyla Hocaefendi, Peygamber Efendimiz’in (sas) yakazada değişik yerlerde temessül etmesini ve değişik tasarruflarda bulunmasını, İslam âlimlerinin yaklaşımlarını merkeze koyarak ele almaktadır. Konuyu anlatırken günümüzde insanın misalî bedeni ile ilgili olarak spiritüalizm, parapsikoloji, Kirliyan fotoğrafçılığı gibi değişik alanlarda kullanılan kavramları da kullanmakta, onların yaklaşımlarından da bahsetmektedir. Onun bu şekilde bir meseleyi hem İslamî literatür hem de modern dünyanın kullandığı bir dil ile anlatması bir zenginliktir. Bir konu İslam’ın temel kaynaklarına ve âlimlerin yaklaşımlarına uygun ise veya muhalif değilse onu, farklı kültürden insanlara da hitap eden bir terminoloji ile anlatmanın yadırganacak, tenkit ve tadlil edilecek bir tarafı yoktur. Üstelik günümüz insanına anladığı dilden hitap etmek açısından bu anlatım biçimi tebliğ ve irşadın da bir gereğidir.

          3. İslam âlimlerinin görüşleri

Peygamber Efendimiz’i (sas) yakazada görmeyi, “Fani göz dar-ı bekadaki Peygamber Efendimiz’i göremez diyerek inkar edenler olsa da İslam âlimleri Allah Resulü’nün yakazada görülebileceği kanaatindedir.[8]

İmam Suyutî, Peygamber Efendimiz’in yakazada görülmesini inkar edenlere cevap olarak “Tenvîrü’l-halek fi imkân-i rüyeti’n-nebiyyi ciharan ve’l-melek” adında, Allah Resulü’nün ve meleklerin açıktan görülebileceğini delilleriyle anlatan bir eser yazmıştır. Suyutî bu eserinde, Allah Resulü’nün yakazada görülmesi ile ilgili hadisleri, haberleri ve âlimlerin yaklaşımlarını naklettikten sonra şöyle demektedir: “Allah Resulü, cesediyle ve ruhuyla hayattadır. Vefat etmeden önceki haliyle yeryüzünde ve melekut aleminde istediği yere gider, tasarrufta bulunur. Gözler onu göremez, tıpkı meleklerin cisimleriyle hayatta oldukları halde görülemedikleri gibi. Allah, peygamberimizin rüyetini ikram etmek istediği kimselerin gözünden perdeyi kaldırır da o kimseler Allah Resulü’nü olduğu gibi görürler. Buna mani bir şey yoktur.”[9]

İmam Suyutî, diğer peygamberlerin de bu şekilde görülebileceğini söylemektedir.[10]

Diğer taraftan değil Allah Resulü’nün (sas) ümmetinden bazı zatların vefatlarından sonra tasarruflarının devam ettiğine dair âlimlerin genel bir yaklaşımları vardır. Örneğin Hz. Bediüzzaman, Gavs-ı Âzam gibi, memattan sonra hayat-ı Hızırîye yakın bir nevi hayata mazhar olan evliyalar vardır. Gavs’ın hususî ism-i âzamı, Ya Hay” olduğu sırrıyla, sair ehl-i kuburdan fazla hayata mazhar olduğu gibi, gayet meşhur, Mâruf-u Kerhî denilen bir kutb-u âzam ve Şeyh Hayâtü’l-Harrânî denilen bir kutb-u azîm, Hazreti Gavstan sonra mematları hayatları gibidir. Beynel-evliya meşhur olmuştur.” diyerek isimleri zikredilen Allah dostlarının vefatlarından sonra tasarruflarının devam ettiğini söylemektedir.[11]

Netice itibariyle, Kur’an, şehitlere bile “Ölüler demeyiniz” derken, Hz. Peygamber’i (sas) sıradan bir insan gibi “ Öldü gitti” kabilinden ele almak, en hafif ifadesiyle O’nun yüce kadrini bilememektir. Allah Resulü (sas), ahiret yolculuğuna çıktıktan sonra hem rüyalarda hem de yakaza âleminde defalarca görülmüş, o âlemlerde insanlarla konuşmuş, onları yönlendirmiş, yani tasarruflarda bulunmuştur. Daha önce üzerinde durulduğu üzere Allah dostlarının hayatlarını anlatan kitaplarda bunun pek çok örneğini görmek mümkündür. Örneğin 9. asrın müceddidi olarak kabul edilen İmam Suyutî, Allah Resulü’nü 70 defadan fazla yakaza aleminde gördüğünü ifade etmiştir.[12]

          4. Diyanet’in kendi kaynaklarında “Ricâlü’l-gayb”

Diğer taraftanDiyanet İslam Ansiklopedisinde “abdal” kavramı ele alınırken Allah, dünyanın cismanî düzenini sağlamaları için bazı insanların çeşitli görevler üstlenmesini takdir ettiği gibi, âlemdeki mânevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini, kötülüklerin giderilmesi için de sevdiği bazı kullarını görevlendirmiştir.”[13] denilerek onların tasarrufları anlatılmıştır. Bunun yanında yine aynı kaynakta “Ricâlü’l-gayb” ve “Ricâlü’llah” terimleri anlatılırken “İlâhî hakikatlerin mazharı olup âlemde tasarrufta bulunan gizli ve âşikâr Allah erleri” şeklinde tanımlamalar yapılmıştır.[14] Rapor yazarlarının bu gerçekleri reddetmesi, kendi kaynaklarıyla bile tutarsızlık arz etmekte, ister istemez, “Kendi yayınlarını da mı okumuyorlar?” gibi bir soruyu zihinlere düşürmektedir.


[1] Bakara, 2: 154.

[2] Beyhakî, el-İ’tikad vel-hidaye ilâ sebilir-reşad, s. 415.

[3] Bezzâr, el-Müsned (el-Bahru’z-Zehhar), 13: 62.

[4] Ebu Davud, menâsik, 96; Ahmed ibn Hanbel, el-Müsned, 2: 527.

[5] Âlûsî, Ruhu’l-meânî, 16: 146.

[6] Gülen, İnancın Gölgesinde, 1: 97.

[7] Gülen, Varlığın Metafizik Boyutu, s. 50.

[8] İbnü’l-Hacc, el-Medhal, 3: 194.

[9] Suyutî, Tenvîru’l-halek, s. 18.

[10] Suyûtî, Tenvîru’l-halek, s. 15.

[11] Nursî, Barla Lahikası, s. 321.

[12] Nebhânî, el-Fethü’l-Kebir, 1: 7 Mukaddeme.

[13] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Süleyman Uludağ, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2008, “Abdal” maddesi.

[14] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Süleyman Uludağ, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2008, “Ricâlü’l-gayb” ve “Ricâlullah”maddeleri.

Yazar :

Tarih :

Etiketler :

Paylas :