logo

H. Hurufilik ve Cefr/Cifr

Raportörler, Hocaefendi’nin eserlerinden ebced ve cifr ile ilgili yaklaşımlarından yaptıkları bazı alıntıları delil kabul ederek değişik iddialar öne sürmektedirler. Önce alıntıları sonra iddiaları vererek cevaplara geçelim:

Dine hizmet eden büyük şahısların zat ve eserleri ile ilgili Kur’ândan işaretler çıkarılmasının dinimizdeki yerini izah eder misiniz?… Konunun anlaşılması adına ikinci önemli bir husus da şudur: Kur’ân-ı Kerimden kendi devir, kendi cereyan, kendi hizmetlerine işaret çıkaran zatların durumu, ilk defa çağımızda görülen bir hâdise değildir…. İbn Abbasa, Hâ Mim Ayn Sin Kaf”ın mânâsı soruldu. O da bu soruya şöyle cevap verdi: Ha Mim Ayn Sin Kaf’ın mânâsı şudur: Bir zaman pâyitahtı bir tepenin başında bulunan bir devlet olacak. Bu pâyitahtın bulunduğu şehrin ortasında, bu şehri bir baştan bir başa kateden bir nehir geçecek. O devirde o devleti idare edenler arasında Abdülillâh veya Abdullah isminde Ehl-i Beytten birisi bulunacak. Bu zat, isyan eden bâğî bir cemaat tarafından katledilecek…” İbn Abbas’ın bu yorumu okunuyor ancak hangi hâdiseye işaret ettiği bilinmiyordu. 1958de Irakta ihtilal oldu. O dönemde Bağdat’ın krokisi çizildiğinde şu tablo çıkıyor ortaya: Bir tepenin başında kurulmuş bir şehir ve bu şehri bir baştan bir başa ikiye bölen bir nehir. Enteresandır 1958 ihtilali döneminde devletin ikinci adamı konumunda olan ve Kral 2. Faysal’ın amcası Emir Abdülillâh darbe yapan ihtilal kuvvetleri tarafından katledilecektir. Hatta o gün ihtilalin başında bulunan General Abdülkerim Kasıma karşı merhum 2. Faysal ve Emir Abdülillâh’ın taraftarları İbn Abbastan gelen bu rivayeti bir beyanname hâlinde Bağdat’ın sokaklarında yazılı olarak neşretmişlerdi. Şimdi İbn Cerir bin sene evvel bu hâdiseyi yazdı ve bir gün gelip de bu hâdise bütün çıplaklığıyla zuhur ettiyse artık bunu bütün bütün inkâr etmeye mahal olmasa gerek. O zaman diyeceğiz ki evet, yaş ve kuru, Kur’ânda her şey vardır.” (Gülen, Zihin Harmanı (Prizma 7), Nil Yayınları, İstanbul 2011, s. 162-166).

“Mukattaa harfleri, bazı sûrelerin başlarındaki “Elif, Lâm, Mîm” gibi harflerdir. Hâlbuki o güne kadar böyle harflerle ilgili bir şifreleme usulü hiç görülmemiş ve denenmemiştir. Evet, Kur’an’ın sırları onun ruhuna şifrelenmiştir. Bu şifrelerin anahtarları da “mukattaa” harfleridir. Şifrenin ne demek olduğunu bilenler bunu iyi anlarlar. Kulaklığı takan alıcı bir telsiz operatörünün kulağına bizce mânâsız “di-di-dâ-dit; dâ-dâ-dit”… gelir. O da bu sesleri “F-G” gibi harflere çevirir ve beşer beşer yazar. Ancak bu harflerden önce operatör bir grup rakam almıştır ki bütün sır işte bu rakamlardadır. Gelen şifrelenmiş mesaj, işte bu rakamlarla çözülür ve bir mânâ ifade eder.” (Gülen, Kur’an’ın Altın İkliminde, s. 74).

Raportörler, Hocaefendi’nin benzer bir şekilde huruf-ı mukattaa harflerinin anlaşılmasıyla ilgili olarak da ebced hesabının kabul edilmesi gerektiğini savunduğunu öne sürmektedirler. (Gülen, Bir İcaz Hecelemesi, s. 92).

Yapılan bu alıntılardan şu iddialar öne sürülmektedir:

Vahiy sona erip tebliğ tamamlandığından ötürü, cefr, ebced veya başka metotlarla geleceğe ilişkin kesin bilgiler ortaya koyma düşüncesi delilsiz bir iddiadır. Mukattaat harfleri bir mana ifade etmemektedir. Bu şekilde Kur’an’ı tefsir etme metodu yoktur.[1]

Şimdi öne sürülen iddialara cevap verelim:

Rapor yazarlarının Hocaefendi’nin eserlerinden yaptıkları alıntılar ve onlara bağlı olarak öne sürdükleri iddiaların, alıntının bağlamı ve İslam âlimlerinin huruf-ı mukattaa, ebced ve cefr gibi konulardaki anlayışı nazar-ı itibara alındığında, isabetli olmadığı görülmektedir. Bu itibarla öne sürülen iddialara, alıntı yapılan yerin bütünlüğü içinde incelenmesi ve huruf-ı mukattaaya yaklaşım olarak iki başlık altında cevap verebiliriz.

       1. Bütüncül bakış

Önce yapılan iktibasları, konu bütünlüğü içinde değerlendirelim:

Hocaefendi, “Zihin Harmanı” adlı kitabında, “Dine hizmet eden büyük şahısların zat ve eserleri ile ilgili Kur’ân’dan işaretler çıkarılmasının dinimizdeki yerini izah eder misiniz?” sorusunu cevaplarken iki hususa kısaca değinmektedir. Bunların ilki “Kur’ân’ın muhteva keyfiyeti”dir. Kur’ân’da yaş kuru her şey vardır ama, çapına, azametine, mahiyet ve kıymetine göre vardır. Bu kitap çok renkli ve çok sürgünü, tomurcuğu olan bir kitaptır. Ne var ki bu tomurcuklar da ancak ehlinin, erbabının elinde birer gül hâline gelebilecek türden şeylerdir.

İkinci husus ise Kur’an’dan işari manalar çıkarma işinin sadece çağımıza ait olmadığına dair beyanlarıdır. “Kur’ân-ı Kerimden kendi devir, kendi cereyan, kendi hizmetlerine işaret çıkaran zatların durumu, ilk defa çağımızda görülen bir hâdise değildir. Huccetü’l-İslâm İmam Gazzâlî’den büyük veli Muhyiddin ibn Arabî’ye, ondan ikinci bin yılın ceddidi İmam Rabbânî Hazretlerine kadar çok ciddî ve büyük zatlar da Kur’ân’ın enginliğinin emaresi deyip, işarî tefsir açısından pek çok şey söylemiş ve bu tür istinbatlarda bulunmuşlardır.”[2]

Hocaefendi, devamında raportörlerin tenkit konusu yaptığı Hurufilik hakkında şunları söylemiştir: Ayrıca bu zatlar, kendi dönem ve hizmetlerine bir kısım işaretler çıkarırken, Kur’ân, sarahaten (açık bir şekilde) benden bahsediyor.” gibi bir iddiada da bulunmamışlardır. Belki İslâm tarihi boyunca sadece Fazlullahil-Hurufî gibi bazı kimseler bir şekilde,Kur’ân benden bahsediyor.” iddiasında bulunmuş ve her bir harfe kendince ayrı sırlar atfeden, çok değişik mânâlar vererek bâtıl yorumlarla Hurufîlik denilen –kökü çok eskilere dayanan– bir bâtıl mezhebe sülûk etmişlerdir. Öyle ki bu zatın müntesipleri Mim onun gözüdür, nun burnudur, şu harf kulağı, bu harf da ayağıdır, –hâşâ bağışlayın– Kur’ân da onun fesidir.” gibi hezeyan türünden sözler sarf edebilmişlerdir. İşte gerçek Hurufîlik denilen bâtıl yol da bu yoldur.”[3]

Rapor yazarları, Hocaefendi’yi itham ederken, yukarıdaki paragrafı görmezden gelmiş, bilerek bu paragrafı atlamışlardır. Hocaefendi, konuyu anlatırken bir defa bile cefr veya cifr dememiş, Hurufiliğin de -yukarıda alıntılanan paragrafta görüldüğü üzere- bâtıl bir yol olduğunu ifade etmiştir.

       2. Huruf-ı mukattaa

Raportörler, “Gülen huruf-i mukattaa harflerinin anlaşılmasıyla ilgili olarak da ebced hesabının kabul edilmesi gerektiğini savunmaktadır.” diyerek “güya” Hocaefendi’yi tenkit etmektedir. Önce Hocaefendi’nin mukattaat harfleri ile ilgili yaklaşımlarını özetleyerek verelim: Tefsirlerde mukattaâtla alâkalı farklı bilgiler mevcuttur. Bazı tefsirlerde, müteşâbihâtın bir parçası sayılan mukattaât hakkında genişçe malumat verilmiş, hatta bunların, bir kısım remiz ve işaretler ihtiva ettikleri mülâhazası dile getirilerek bunlar vasıtasıyla bazı bâtınî ilimlere ulaşıldığı iddia edilmiş; bazı tefsirlerde ise bunların mühmel, mânâ ihtiva etmeyen bir kısım harflerden ibaret olduğu ileri sürülmüştür. Bu arada diğer bir kısım müfessirler her mevzuda olduğu gibi bu konuda da esas olanın sırat-ı müstakim çizgisinde hareket etme olduğunu ve bu noktadan hareketle hurûf-ı mukattaanın pek çok mânâlarının bulunabileceğini, ancak onlardaki hakiki mânâ ve murad-ı ilâhîyi tayin etmenin beşer idrâkinin üstünde olduğunu söylemişlerdir. Bunlar, hurûf-ı mukattaadaki murad-ı ilâhî etrafında –tabiî Kurân-ı Kerimdeki temel disiplinlere ters olmamak kaydıyla– bazı şeylerin söylenebileceğini; Kurân-ı Kerimin zâhirî mânâsının yanında bir de bâtınî hakikatinin bulunduğunu, zâhir ve bâtının bir ahenk içinde kabul edilip ona göre hareket edilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.”[4]

Hocaefendi’nin bu genel değerlendirmesini verdikten sonra şimdi onun bu konudaki yaklaşımlarına geçiyoruz: Her dilin kendine göre bir alfabesi vardır ve bu alfabelerde a, b, c” gibi harfler terkip ve heyet hâlinde değil de parça parça harfler hâlinde dikte edilir. Bu itibarla da insanların düşüncelerini ifadeye dökmelerindeki en temel rükün, harflerdir. Bu açıdan harflerin hemen her dil için böylesine büyük bir ehemmiyet ve kıymeti vardır. Bütün bunlar nazara alınınca Cenab-ı Hakk’ın değişik sûrelerin başında hurûf-ı mukattaa ile harf” gerçeğine dikkat çekmesi, harflerin beyan adına ne kadar ehemmiyetli olduğunu ortaya koymaktadır.”[5]

Hocaefendi’ye göre mukattaat harfleri Kur’an’ın icazına bir işarettir: Evet, Sûre-i Bakaranın en başında zikredilen الم harflerinde Kur’ân-ı Kerimin mucize bir kitap olduğuna dair bir telmih vardır. Kur’ân, daha başlangıçta zikrettiği bu harflerle âdeta, Bu şanı yüce kitap, sizin de çok iyi bildiğiniz ا، ب، ت gibi harflerden müteşekkil bir kitaptır. Eğer muaraza davanızda sâdık iseniz, haydi siz de onun misli bir kitap meydana getirin!” diyerek meydan okumaktadır.”[6]

“İşte bunlar da sizin kullandığınız hece harfleridir. Eğer gücünüz yetiyorsa, siz de aynı malzemeyi kullanarak Kur’ân’ın misli bir kitap meydana getirin!” diyerek herkese meydan okuma mânâsına mâtuf olduğu gibi; bir diğer yönüyle bu harfleri, bir terkip ve cümlede, bir isim veya lakabın kısaltılmış şekli olarak mütalâa etmek de mümkündür.”[7]

Hocaefendi, mukattaat harflerinin her birinin bir manası olduğu görüşünü nakletmektedir:

الٓم ,الٓمص ,الٓمر gibi mukattaâtın hepsinin birer mânâsı vardır. Hatta bazılarınca bu harflerin bir kısmı ilâhî isimler olarak kabul edilmiş, bir kısmının terkibinde ise daha farklı şeylerden söz edilmiştir. Mesela, hem mütekaddimîn ve hem de müteahhirîn müfessirlerin birçoğunun ifade ettiği gibi, her biri mukattaa harfi olan ve ayrı ayrı üç sûrenin başında bulunan الٰٓر , ٰحم , ٓن harfleri bir araya getirildiğinde Cenab-ı Hakk’ın اَ َّ لرحمن ismi ortaya çıkmaktadır ki ilmin kapısı olan Hazreti Ali de (radıyallâhu anh), doğrudan doğruya hurûf-ı mukattaayı “Cenab-ı Hakk’ın isimleri” kabul etmiştir.[8] Ayrıca Hazreti Ali, hurûf-ı mukattaadan كٓهيعٓص ve عٓسقٰ حم harflerinin Allah’ın ayrı ayrı birer ismi olduğunu ve her kitabın bir özeti bulunduğu gibi Kur’ân’ın özetinin de bu hecâ harfleri olduğunu söylemiştir.”( es-Salebî, elKeşf velbeyân 1; 136; el-Beğavî, Meâlimü’ttenzîl 1; 44.)[9]

3. Huruf-ı mukattaâtın ebced hesabıyla bir kısım esrara işaret etmesi

Hocaefendi, buraya kadar özetle naklettiğimiz üzere müfessirlerin ve kendisinin huruf-ı mukattaa ile ilgili görüşlerini ifade ettikten sonra devamında, Bunlardan başka, mukattaa harflerinin ebced hesabıyla bir kısım sırlara işaret ettiğini söyleyen müfessirler de vardır.” demiş ve pek çok tefsir kaynağında mukattaat harflerinin ebced ile yorumlanması ile ilgili; “Ehl-i kitaptan bazılarının gelip الم ‘in, Peygamberimiz’in ümmetinin ömrüne işaret ettiğini ve 71 yıl gibi kısa bir süre olduğunu söylemelerine mukabil, Allah Resulü’nün (sas) المر , المص ve Kuran-ı Kerim’de yer alan başka huruf-ı mukattaayı okuması; bunun üzerine, onların işin içinden çıkamadıklarını söyleyerek çekip gitmeleri”ne dair rivayetini aktardıktan sonra, şöyle bir yorum yapmıştır: Vâkıa, hâdisenin ravileri arasında Kelbî bulunmaktadır. Kelbî, tefsirde imam sayılsa da hadiste mevsuk olmayan bir zattır. Esasen böylelerinin kizb”i sabit olsa da bu, her söylediği söz yalan demek değildir. Ayrıca Yahudilerin ebced hesabında oldukça ileri bir seviyeye ulaştıkları öteden beri bilinen bir gerçektir. Ebced, aynı zamanda cahiliye devrinde de bilinen bir meseledir. Kaldı ki o gün bilinmese de daha sonra bu mesele üzerine bir kısım kitapların tedvin edilmesi, ebced vasıtasıyla ölüm ve doğum tarihlerinin düşülmesi, fetihlerin bunlarla müjdelenmesi ve onun bu ümmet arasında bir ilim hâline gelmesi de göstermektedir ki ebced, öyle kabul edilmeyecek gibi de değildir. İşte bu mülâhazalar çerçevesinde mukattaâtın da ebced hesabıyla bir kısım esrara işaret etmesi ihtimal dâhilindedir.”[10]

Buraya kadar naklettiğimiz üzere Hocaefendi’nin huruf-ı mukattaa ile ilgili yaklaşımları müfessirlerin ve tefsir usulü âlimlerinin çizgisindedir. Özellikle son cümlede altı çizili kısımda görüldüğü üzere Hocaefendi, mukattaat harflerinin yorumunda ebcedin de ihtimal dahilinde olduğunu söylemektedir. Gel gör ki rapor yazarları bu kısmı görmezden gelmiş, sanki onun bahsi geçen harfleri ebced ile yorumlayarak geleceğe dair kesin hükümler çıkarılacağı gibi bir yaklaşıma sahip olduğunu iddia etmişlerdir. İşin gerçeği ise Hocaefendi’nin bu konudaki yaklaşımı ebcedin yalnızca ihtimali bir tefsir olabileceğine vurgu yapmaktır. Nitekim bu yaklaşımını o, bir başka eserinde de şu şekilde ifade etmektedir; Bazı kimseler Kuran-ı Kerimden ya da bazı hadislerden, dünyanın geriye kalan ömrüyle alâkalı, ebced hesabına dayanan bazı istihraçlarda bulunarak, “Ümmetimden bir taife, kıyamet kopuncaya kadar hak ve hakikate sahip çıkacaktır.” sahih hadisinden bir kısım hükümler çıkarmışlardır ki bunlara kati nazarıyla bakılmamakla beraber yabana da atılmaması gerekir.”[11]

Kur’an ve Sünnet’ten ebced hesabı ile tarih çıkarmanın ihtimal dahilinde olduğunu söyleyen Hocaefendi, Çizgimizi Hecelerken isimli eserinde bu yaklaşımının gerekçesini de açıklamaktadır[12]: “Tasavvufî yönü de olan müfessirlerden İbn Berrecan, Rumlar yakın bir yerde mağlup oldular. Ama bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde onlar galip gelecekler.”[13] Bu âyetlerden şu mânâyı çıkarıyor. Yazdığı tefsirinde derkenar olarak, Kudüs’ün işgalden kurtulacağını, hem de zaman ve günü (583) de tayin ederek söylüyor.[14] Kendisi, keşfettiği zamandan önce de vefat ediyor. Müslümanlar onun keşfettiği tarihte Kudüs’ü fethediyorlar. Âlûsî’nin tefsirinde kaydedildiğine göre, onun, Allah’ın Kitabından gayba dair bazı hâdiselere vâkıf olduğuna inanılıyordu. Bunu da bir kısım hesap kaideleri ve harflerin ebced değerlerinden hareketle yapıyordu.[15] Nureddin Zengi de Kudüs’ün fethini bildiren bu tefsire hürmeten, fethedildiğinde mescide koymak üzere bir minber yaptırmıştı. Ama ömrü Kudüs’ün fethine yetmedi. Kudüs Selahaddin-i Eyyubî tarafından tahrir edildi (hürriyete kavuşturuldu) ve minber de oraya yerleştirildi.”[16]

“Beldetün tayyibatün” âyetinin ebced değerinin İstanbul’un fethi (857/1453) tarihine işaret ettiği de bilinen meşhur örneklerden biridir.[17]

          4. Mukattaat harflerinin tefsiri

Rapor yazarlarının mukattaat harflerinin tefsir edilmeyeceği, bunların bir manasının söz konusu olmadığı, bu konuda bir delilin olmadığı iddiası da isabetli değildir. Zira bu harflerin manalarının bilinemeyeceği, Kur’an’da geçtiği gibi inanılması gerektiğini söyleyen bazı âlimlerin yanında pek çok alim, bunların manalarının ve bunlarla verilen mesajların araştırılması gerektiği kanaatindedir.[18] Dilimizdeki en önemli tefsir kaynaklarından biri olan Hak Dini Kur’an Dili tefsirinin yazarı Elmalılı, bunların müteşabihattan olduğunu ve Kur’an’daki müteşabih âyetlerde, manası olmayan bir kapalılık değil, beşer zihninin kapsayabileceği ölçüde pek çok anlamın kastedildiğini, dolayısıyla huruf-ı mukattaanın da birçok manaya gelebileceğini söylemektedir.[19]

Büyük müfessir Âlusî, huruf-ı mukattaadaki sırları ancak Peygamber Efendimiz (sas) ve O’nun vârisi Allah dostlarının bileceğini, taşların Peygamberimiz’in elinde tesbih etmesi, kelerin, ceylanın konuşması gibi bu harflerin onlarla konuştuğunu söylemektedir.[20] Hakim et-Tirmizi, huruf-ı mukattaa ile başlayan surelerde anlatılan bütün ahkam ve kıssaların bu harflere yerleştirildiğini, ardından bunların surenin içinde açıklandığını, bu şifreleri ancak Peygamber veya velilerin çözebileceğini söylemektedir.[21]

İşin doğrusu Hocaefendi’nin mukattaat harfleriyle ilgili yaklaşımları pek çok tefsirde, el-Bakara suresinin ilk âyetinin (الم)[22] tefsirinde ve tefsir usulü[23] kitaplarında işlenen bir konudur. Nitekim, Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin “Huruf-ı mukattaa” maddesine bakıldığında da bunu görmek mümkündür: “İçlerinde kelamcıların da bulunduğu, çoğu sonraki nesillerden olan diğer bir grup alim, müteşabih âyetlerin ve dolayısıyla huruf-ı mukattaanın manalarını araştırmanın gerekli olduğunu söylemiştir. Bu âlimlere göre, “apaçık bir Arapça ile” nazil olan (eş-Şuara 26/195), insanları üzerinde düşünmeye davet eden (en-Nisa, 4/82; Muhammed, 47/24), her şeyi açıklayan (en-Nahl, 16/89) ve hidayet rehberi olan (el-Bakara 2/185) Kur’an’da anlaşılmayan sözlerin bulunması onun bu özellikleriyle bağdaşmaz. Gerek nazım gerekse nesirde kelimelerin yerine mukattaa harflerini kullanmanın Arap geleneğinde bulunduğunu söyleyen İbn Atıyye el-Endelüsî bu harflerin tefsir edilmesi taraftarıdır (el-Muharrerü’l-veciz, I, 96). Selefi bir âlim olmasına rağmen İbn Teymiyye de bu görüştedir.” Devamında da huruf-ı mukattaanın tefsir edilmesinin gerekliliği üzerinde ittifak eden âlimlerin, bu harflerin anlamları konusunda çok farklı görüşler öne sürdüklerine, hatta bu yorumların bazı kaynaklarda yirmiyi geçtiğine (mesela bk. Zerkeşî, I, 173), bunun da İslam ulemasının Kur’an üzerindeki engin tefekkürünün örneklerinden birini oluşturduğuna vurgu yapılmıştır.

Bu harfler ile ilgili yaklaşımlar, heca harfleri, bulundukları sureye veya Yüce Mesaj’a isim olmaları, bazılarının Allah’ın bazıların da diğer varlıkların isimlerinin kısaltması olması, Kur’an’ın i’cazını göstermeleri, ebced hesabıyla bazı olayların tarihine işaret ve sır (şifre) oluşları gibi belli başlıklar altında tasnif edilmeye çalışılmıştır. Hâkim olan görüş, bu harflerle Kur’an’ın icazına dikkat çekildiğidir.[24]

Diğer taraftan DİA’ın “Ebced” maddesinde bu konuyla ilgilenenlerin başında Muhyiddin ibn Arabî’nin geldiği, 18. yüzyıl mutasavvıflarından İsmâil Hakkı Bursevî’nin de ebced harfleriyle alakalı “Esrârü’l-hurûf” adlı bir çalışması olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca aynı yerde, “20. yüzyıl İslâm âlimlerinden Said Nursi’nin de bu metotla Kur’an’ın otuz yerinde Nûr risâlelerine işaret edilmiş olduğunu açıklamaya çalıştığı görülür.” denmektedir.[25]

Görüldüğü üzere Hocaefendi’nin mukattaat ve Kur’an’ın ebced ile yorumlanması konularındaki yaklaşımları, hem tefsir ve tefsir usulü âlimleri çizgisiyle, hem de bizzat Diyanet’in kendi çıkardığı ansiklopedinin ilgili maddeleriyle uyumludur. Ama her zamanki gibi bu uyum, raportörler nezdinde bir önem arz etmemiştir.


[1] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 126.

[2] Gülen, Zihin Harmanı, s. 164.

[3] Gülen, Zihin Harmanı, s. 164.

[4] Gülen, Bir İ’caz Hecelemesi, s. 83

[5] Gülen, Bir İ’caz Hecelemesi, s. 86.

[6] Gülen, Bir İ’caz Hecelemesi, s. 86.

[7] Gülen, Bir İ’caz Hecelemesi, s. 87.

[8] İbn Atıyye, el-Muharraru’l-vecîz, 1: 82; İbnü’l-Cevzî, Cemaleddin, Zâdü’l-mesîr fi ilmi’t-tefsir, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-arabî, 2001, 1: 20

[9] Gülen, Bir İ’caz Hecelemesi, s. 89.

[10] Gülen, Bir İ’caz Hecelemesi, s. 90-92.

[11] Gülen, Bahar Neşîdesi, s. 71.

[12] Gülen, Çizgimizi Hecelerken, s. 216.

[13] Rûm sûresi, 30: 1-3

[14] Bkz. İbn Berrecân, Abdüsselam, Tenbîhu’l-efhâm ilâ tedebbüri’l- kitabi’l-Hakîm ve taarrufi’l-âyâti ve’n-nebei’l-azîm, Beyrut: Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2013, 4: 325; İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiye, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1999, I: 268.

[15] Âlusî, Rûhu’l-meânî, 11: 22.

[16] el-Isamî, Abdülmelik ibn Hüseyin, Semtu’n-nucûmu’l-avalî fi enbâi’l-evâil ve’t-tevâlî, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1998, 3: 508.

[17] Âlûsî, Rûhu’l-meânî, 22: 26.

[18] İbn Atiyye, el-Muharrerü’l-vecîz, 1: 82.

[19] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 1: 159.

[20] el-Âlûsî, Rûhu’l-meânî, 1: 103.

[21] Kurtubî, el-Câmi li ahkâmi’l-Kur’an, 1: 156.

[22] Mesela, Âlusî, Ruhu’l-meânî, 1: 103; Kurtubî, el-Câmi li ahkâmi’l-Kur’an, 1: 154; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fi ilmi’t-tefsir, 1: 25.

[23] Zerkeşî, el-Burhan, 1: 172.

[24] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, M. Zeki Duman, Mustafa Altundağ, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2008, “Huruf-ı Mukattaa” maddesi.

[25] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Mustafa Uzun, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2008, “Ebced” maddesi.

Yazar :

Tarih :

Etiketler :

Paylas :