logo

C. ASHAB-I BEDİR’İN İSİMLERİYLE CİN KOVMA

Rapor yazarları, Hocaefendi’nin “Fizik Ötesi Hayat” vaazından aşağıdaki alıntıyı yapmış ve onun üzerine bazı iddialar öne sürmüşlerdir. Önce yapılan alıntıyı verelim:

Ben kendi müşahedemi size şöyle anlatayım. Çok sevdiğim bir arkadaşım ve kadın da alabildiğine mütedeyyin olduğu için, ‘Evime misafir gelsin de Allah’ı hoşnut edeyim’, böyle coşan bir kadın olduğu için, içim yanıyordu. Ashab-ı Bedrin adını götürdüm. Ben çok kerametlerini görmüşüm Bedir ashabının. Dedim, ‘Bunu onun yanına koyalım, belki Ashab-ı Bedir, Hz. Hamza bir görünüverir bu cinlere.’ Ben merdivenlerden daha çıkarken kadın bağırmaya başladı yukarıda. Diyorlarmış ki ‘Hoca geliyor, onun da iflahını keseceğiz.’ Ben daha girmedim eve. Tamam dedim, tuttu bizim iş. Ben Ashab-ı Bedrin adını götürdüm. O trans halinde kendinden geçmiş, hekimler bunu çok iyi bilirler. Arkadaşım gitti. Böyle diyor, onu şuradan göğsüne bırakıverdim. Başladı konuşmaya, duyuyoruz biz sesini: “Niye kaçıyorsunuz? Hz. Hamza geldi diye kaçıyorsunuz değil mi? Ashab-ı Bedir geldi diye kaçıyorsunuz.’ Nasıl izah edersiniz bunları? Edemezsiniz ve sonra Allah’ın tevfik ve inayetiyle tertemiz oldu, şimdi hacca gitti bu sene…” (02 Sesli Vaazlar-1/Fizik Ötesi Hayat/Cinlerle ilgili soru-cevap-1-Cin çağırma var mıdır.mp3; dk. 18 vd.).

Bu yapılan alıntı delil gösterilerek şu iddialar öne sürülmüştür:

“Allah’a iman edenler üzerinde şeytanların ve cinlerin hâkimiyeti, bir baskı kurması ve zarar vermesi söz konusu değildir. Onların hâkimiyeti ve zararı sadece onları dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar için söz konusudur. (Bk. Nahl, 16/99-100) “Doğrusu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı da cinler onların taşkınlıklarını artırırlardı.” (Cinn, 72/6) âyetinde açıklandığı üzere cinlerin insanlara zarar vermesinin sebebi insanların cinlere sığınıp onlarla iletişim kurma ve medet umma hevesleri yüzündendir. Onlara hiçbir şekilde meyletmeyen ve iradesini sadece hak ve hakikat doğrultusunda kullanan kimseler ise cin ve şeytanlardan gelebilecek her türlü etki ve zarardan korunmuş olurlar. Hz. Peygamber’in (sas) öğrettiği bazı dualar ile muavvizeteyn surelerinin okunması gerektiği yönündeki bilgiler dışında muteber kaynaklarımızda başka korunma yollarına dair bir bilgi yer almamaktadır. Bu bakımdan Bedir ashabının adının anılması gibi uygulamaların herhangi bir dinî temeli yoktur.”[1]

Şimdi öne sürülen bu iddiaları Kur’an ve Sünnet’in bu konudaki bütüncül yaklaşımı ve Hocaefendi’nin eserlerinden alıntılarla cevaplamaya geçiyoruz:

Rapor yazarları, rapor boyunca yaptıkları gibi, Hocaefendi’yi tenkit etme adına hakikatin bir yüzünü nazara verip diğer yüzünü gizleyerek manüplasyon yapmayı tercih etmişlerdir. Cinlerin Allah ile irtibatı güçlü insanlar üzerinde hâkimiyet kuramayacağı, onlara zarar veremeyeceği doğru olmakla birlikte mutlak mânâda inanalara zarar veremeyeceği söylenemez. Eğer öyle olsaydı Peygamber Efendimiz (sas) ümmetine cinlerden nasıl korunacaklarına ilişkin yöntem ve dualar tavsiye etmezdi. İnsan mahiyetini bir kaleye benzetirsek, bu kalenin kapıları açık olursa onun ezeli düşmanı olan şeytan elbette o kapılardan girecek ve onun vücud kalesini teslim almaya çalışacaktır.

       1. Cin ve şeytanların müminlere zarar vermesi

 Rapor yazarlarının cinlerin iman edenler üzerinde hâkimiyet kuramayacağı, onlara zarar vermesinin mümkün olmadığı, onların sadece kendilerine sığınanlara, medet umanlara zarar verebileceği yaklaşımı tutarlı değildir; zira ilgili âyet ve hadisler konu bütünlüğü içinde ele alındığında şeytanların ve cinlerin iman edenlere de zarar vermelerinin söz konusu olduğunu göstermektedir: “Böylece biz her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Onlardan kimi kimine, aldatmak için birtakım yaldızlı sözler fısıldayıp telkin ederler. Eğer Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O halde onları, düzmekte oldukları yalanlarıyla baş başa bırak!” (En’am, 6, 112) Bu âyetten birtakım yaldızlı sözlerle şeytanların ve cinlerin insanları aldatmasının mümkün olduğu anlaşılıyor.

Diğer taraftan realitede cinlerin nice inanan insanlara da rahatsızlık verdiğini biliyor ve görüyoruz. İmam Kurtubî, Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı kimsenin kalkışı gibi kalkarlar.” (Bakara, 2, 275) âyetinin cinlerin insanlara dokunmasının, zarar vermesinin, çarpmasının, sara hastalığına sebebiyet vermesinin, onların varlıklarını inkâr edenlere karşı ispat edici birer delil olduğunu söylemiş ve Peygamber Efendimiz’in (sas) pek çok hadisinde onların şerrinden Allah’a sığınmayı emrettiğine dikkat çekmiştir. [2]

Ayrıca Peygamber Efendimiz (sas) cinlerden ve habis ruhlardan korunma adına tavsiyelerde bulunmuştur: Tuvaletler (cin ve şeytanların) hazır bulundukları yerlerdir. Öyleyse biriniz tuvalete girince: Allahümme innî eûzü bike minel-hubsi vel-habâis” (Allahım, pis olan erkek ve dişi şeytanlardan Sana sığınırım) desin.” Hadiste, tuvalette cinlerin yaşadığı ve onlardan korunmak için okunması gereken dua bildirilmektedir. Bu duada cinlerden Allah’a sığınma vardır. Eğer cinlerin insanlara zararı söz konusu olmasaydı, onlardan korunmak için dua etme ihtiyacı da olmayacaktı.

Osman ibn Ebi’l-As isimli sahabi, kendisine bir şeyin ârız olup namazını karıştırdığını ve nasıl namaz kıldığını bilemediğini anlatmış, bunun üzerine Allah Resulü (sas), bunun şeytan olduğunu söyleyerek göğsüne vurmuş, ağzına tükürmüş ve üç defa “Çık Allah’ın düşmanı!” diye seslenmiş, bundan sonra o sahabi bir daha onun kendisine ilişmediğini söylemiştir.[3]

Peygamber Efendimiz (sas), pis yerlere girerken dua etmemizi buyurmuş; mezbelelik, çöplük, hamam, otluk, helâ ve hatta kabirlerde namaz kılmamızı yasaklamıştır. Bunun sebebi bu tür yerlerde cinlerin bulunması ve bize zarar verme ihtimalleridir.[4]

          2. Kuran ve Sünnet çizgisinde yaşama

 Hocaefendi, eserlerinde Rapor yazarlarının delil olarak gösterdikleri âyetleri nasıl anlamak gerektiğini de izah etmiş ve cinlerin habis ruhların şerrinden korunmak için ilk sıraya imanî değerlerle donanmayı, Kur’an ve Sünnet çizgisinde bir hayat yaşamayı koymuş, bahsi geçen varlıkların sağlam bir Allah inancına sahip olanlar üzerinde hâkimiyet kuramayacaklarının, zarar veremeyeceklerinin altını çizmiştir: Evet, tevhid-i kıble ve teveccüh-ü tâm ile Ona yönelenler, cin ve şeytanların sultasına karşı kesinlikle muhafaza altına alınmış sayılırlar.”[5]

Ayrıca Hocaefendi, günahlara karşı dikkatli yaşamanın cin ve şeytanlardan korunma adına önemli olduğuna dikkat çekmektedir: Cinler ve şeytanlar, insanların günahlarıyla açtıkları menfezlerden girer.. girer ve insanı çepeçevre kuşatırlar. Bu menfezler kapanmalıdır ki onlar içeri giremesinler ve insan da onların şerrinden korunmuş olsun.”[6]

Hocaefendi; cinlerin, şeytanların, habis ruhların musallat olmasının en önemli sebebini şu şekilde açıklamaktadır: Bu arada, bazıları gerçekten büyüye, vesveseye ve evhâma maruz kalmış ya da habis ruhların hücumuna uğramış da olabilir. Bunlar genellikle Allahtan uzaklaşma, Peygamber Efendimize karşı mesafeli durma ve Kurandan ayrı kalma neticesinde olur. Öyleyse, çareyi yakınlaşmada ve aradaki mesafeyi daraltmada aramak gerekir.”

Hocaefendi, çözüm yolu olarak Allah’a yürekten yönelerek dua dua yalvarmak ve O’ndan şifa talep etmenin önemine vurgu yapmakta veBahtına düştüm Allah’ım, Şafi-i Hakiki Sensin. Şu kuluna şifa ihsan eyle; onu batıl peşinde koşan insanların eline düşürme; onların eline düşürüp perişan etme!” der, yakarırlar. Allah Teâlâ da murad buyurursa, şifa ihsan eder. Bu yol, enbiyâ, evliyâ ve asfiyânın yoludur; bu hak dostlarının yolu dururken, Kuran ve Sünnet gibi hiç yanıltmayan müracaat kaynakları bir kenarda beklerken başka kapılara yönelmek aldanmışlıktır.” demektedir.

Görüldüğü üzere Hocaefendi, cinlerden ve habis ruhlardan korunmak için tevhid inancıyla şifayı Allah’tan talep etmenin yegâne yol olduğunun altını çizmekte ve her konuda olduğu gibi bu hususta da takip edilmesi gereken yöntemin Ehl-i Sünnet çizgisinde hareket etmek olduğunu vurgulamaktadır: “Her meselede olduğu gibi metafizikle alâkalı mevzularda da bu sağlam kaynakların ve yanıltmayan rehberlerin gösterdiği çizgi takip edilmelidir.”[7]

Hocaefendi, sağlam bir tevhid inancıyla Allah’a yönelenlere cinlerin zarar veremeyeceğini Hz. Ömer, Abdullah ibn Abbas, Urve ibn Zübeyr, Ebu Musa el-Eşari gibi sahabiler üzerinden de örneklendirmektedir. İşte onlardan biri:

Ebu Musâ el-Eş’arî (ra) anlatıyor: ‘Hz. Ömer devrinde Basra’da vali olarak bulunuyordum. Aylar geçip gitmiş olmasına rağmen halifeden en küçük bir haber alamamıştım. Onun durumunu merak ediyordum. Cin işleriyle uğraşan birisine gittim. Cinleri vasıtasıyla bana halifeden bir haber getirmesini istedim. (Bu gaybı bilmek değildir. Cinler gayet süratli varlıklar oldukları için, çok uzak mesafelere çok kısa zamanda gidip gelebilirler ve gittikleri yerlere ait bazı haberleri normal olarak getirebilirler. Bu açıdan da buna dense dense cinleri haber toplamada kullanma denebilir.) Cinin Yemen’de olduğunu ve biraz sonra geleceğini söyledi. Derken cin geldi. Ona Ömer (ra) hakkında malumat istediğimi tekrar ettim. Acaba şimdi nerdedir ve ne yapıyordur? dedim. Cin, biraz düşündükten sonra şu cevabı verdi: ‘Vallahi biz, Ömer’in yanına sokulamaz, ondan bir haber alamayız. Çünkü o, nasiyesinde Ruhu’l-Kudüs’ten bir nur taşıyor. Onu gören şeytan dahi olsa emrine râm olur ve Ömer’e itaat eder hale gelir.’ (Evet Ömer, İslam’a girdikten sonra hiçbir şeytan ona yaklaşamamıştır.) Cin bunları söyledi ve Ömer’den herhangi bir haber getirmesinin mümkün olmadığını gayet açık bir dille itiraf etti…’[8]

       3. Ne yapmalı?

Hocaefendi, İnancın Gölgesinde isimli eserinde “Habis ruhların ve cinlerin şerrinden korunmak için ne yapılmalı ve ne okunmalıdır?” ve Varlığın Metafizik Boyutu isimli eserinde de Cinlerin Sultasından Korunmanın Yolları” başlıkları altında cin ve şeytanların sultasından, şerrinden korunma ile ilgili görüş ve tavsiyelerini detaylı bir şekilde ifade etmiştir.

Hocaefendi buradaki tavsiyelerinde de,

  1. Evvelâ, Allah (cc) ve Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile iyi münasebet kurup, İslâm’ın prensiplerine uyulmalıdır.
  2. Fiilî ve kavlî dua ile Cenâb-ı Hakk’a (celle celâluhu) ilticâ edilmelidir.
  3. Nezd-i Ulûhiyette makbul kimselerin duası alınmalıdır.
  4. İnançlı psikiyatrist ve hekimlere gidilmelidir.
  5.  Âyetü’l-Kürsî, Muavvizeteyn vb. dualara müracaat edilmelidir.[9]

            a) Fiili ve sözlü dua ile Allaha sığınma

Hocaefendi; cinlerin, habis ruhların zararlarından korunmak için ikinci sırada, fiilî ve kavlî dua ile Cenâb-ı Hakk’a (cc) ilticâ edilmesi gerektiğine vurgu yapmakta, bu yaklaşımını da Peygamberimiz’in (sas) uygulamaları ile temellendirmektedir. O, Peygamber Efendimiz’in, (sas) bir işin gerçekleşmesi için veya hastalık, bela ve musibetlerden korunmak için sebepler dairesinde yapılması gerekli olanları yaptığını, daha sonra ellerini kaldırıp dua dua Allah’a yalvardığını söylemektedir. Bunun gibi, vücudumuzda bir rahatsızlık ve hastalık hissettiğimizde hekime gitmemiz, ilaç kullanmamız birer fiilî duadır. Arkasından, şifayı verecek olan Cenâb-ı Hakka el açıp, şifa dilememiz de kavlî duadır.”[10]

Hocaefendi, gerek cinlerden korunma gerekse diğer hastalıklar ile ilgili olarak genel yaklaşımını tekrar bir kere daha vurgulamaktadır: “Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): Allah her derdin devasını yaratmıştır, tedavi olunuz.”[11] buyurmakla, bu fiilî duaya bizi teşvik etmektedir. Şu kadar ki yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, şifayı Allah’tan (celle celâluhu) bilerek ve bir kulluk vazifesi olarak kavlî duamızı her hâlükârda yaparız.”[12]

        b) Kur’an ve Sünnet’teki dualarla Allah’a sığınma

Hocaefendi, cin ve şeytanlardan korunmak için sağlam bir tevhid inancıyla, âyet ve hadislerde öğretilen dualarla Allah’a sığınmanın önemine her fırsatta vurgu yapmıştır. O, her şeyden önce Kur’an’ın Allah’a (celle celâluhu) sığınmayı emrettiğine, Sana şeytandan (şeytanî) bir dürtü olacak olursa, hemen Allaha sığın.”[13] âyeti ile dikkat çekmiş ve Civşeytanlarısultasındakorunmaiçindildedua eksik edilmemelidir.”[14] diyerek korunmanın merkezine duaları koymuştur. Tavsiye ettiği dualar da Sünnet’e bildirilen, Âyetü’l-Kürsî, Felak ve Nas sureleri[15] ve şeytanların şerrinden Allah’a sığınmayı emreden âyetlerdir. [16] Hocaefendi, Sen, de ki: Ya Rabbî! Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım! (Mu’minûn, 23, 97-98) âyetlerinin ezberlenip okunmasını da tavsiye etmektedir.[17] Bahsi geçen âyette “şeytan” değil de “şeyâtîn” denilmekle bir değil, pek çok şeytan ve onun dost ve yardımcılarının olduğuna vurgu yapıldığına[18]; bir diğer âyette de O şeytan, cinlerden de olur, insanlardan da.” (Nâs, 114, 6) buyrulmak suretiyle cinler arasında olduğu gibi insanlar arasında da şeytan fıtratlı, şeytanın yardımcısı kimseler bulunduğuna ve hepsinin şerrinden Allah’a sığınmak gerektiğine dikkat çekmektedir.[19]

Hocaefendi Âyetü’l-Kürsî’nin okunmasının alışkanlık ve adet haline getirilmesini de tavsiye etmekte, hikmetini de şu şekilde açıklamaktadır: Bu mevzuda diğer bir düstur da Âyetü’l-Kürsî’yi okumayı âdet edinmektir. O da ilâhî bir kalkandır ve insanı cinlerin, şeytanların şerrine karşı korur ve muhafaza eder. Aslında, bu âyette anlatılan vasıflarla muttasıf o Rabb-i Rahîme yönelme, insanın his ve duygularını tatmin eder ve teminat altına alır.. alır da artık onun gözlerine yabancı hayaller giremeyeceği gibi kalbini ve gönlünü de şeytan işgal edemez. Yeter ki o, iradesinin hakkını versin ve elinden geldiğince istikamet içinde yaşamaya gayret etsin.”[20]

Diğer taraftan Hocaefendi, “Mecmûatu’l-ed’iyeti’l-me’sûre” isimli dua kitabında da cin çarpmasından korunmak için Âyetü’l-Kürsî, Felak, Nas Fatiha surelerine, tevhid hakikatini ve Allah’ın muhafazasını bildiren âyetlere yer vermiştir.[21]

            c) Ağzı dualı insanların duası

 Hocaefendi, cinlerden ve habis ruhlardan korunmak için üçüncü olarak “Nezd-i Ulûhiyette makbul kimselerin duası alınmalıdır.” tavsiyesinde bulunmakta ve bu tavsiyesini de Peygamber Efendimiz’in (sas) uygulamalarına dayandırmaktadır: “Allah’ın Resûlü’ne mecnun bir çocuk getirildi. Efendimiz ona dokunup, “Çık ey Allah’ın düşmanı!” buyurdu; sonra, çocuğun yüzünü yıkayıp dua etti ve çocukta hiçbir şey kalmadı.”[22] Buradan hareketle Hocaefendi, “Biz de hüsnü zannımız olan böyle kimselere müracaat eder, onlardan dua dileriz. İnşâallah Cenâb-ı Hak da şifa ihsan eder.”[23] tavsiyesinde bulunmaktadır. Nitekim, ağzı dualı kimselerin samimi, yürekten dualarıyla şifa bulan pek çok insan vardır. Hocaefendi devamında Peygamberimiz’in (sas) uygulamasından hareketle, ağzı dualı insanlara gitme yerine cinlerle uğraşanlara gitmenin handikaplarına da dikkat çekmektedir: Cinlere maruz kalındığında hemen cinlerle uğraşanlara gidecek olursak, bu bizde evhama yol açar ve kuvve-i mâneviyemizi kırabilir.. sonra, başkaları tarafından istismar da ediliriz. Ona gider iki muska, berikine gider iki muska alır ve zavallı hastayı muska hamalı hâline getiririz. Bu muskalardan bir tanesi kaybolacak olsa, hasta titremeye, korkmaya başlar ve ümitsizliğe düşer. Yani, şifa bulayım derken, daha fazla rahatsızlıklara duçar olur. Bu sebeple, dua ettirmek en iyisidir.”[24]

            d) İnançlı psikiyatrist ve hekimlere gitmek

 Hocaefendi’nin önemli bir tavsiyesi de bu tür rahatsızlığı olan insanların inançlı psikiyatrist ve hekimlere müracaat etmesidir. Hocaefendi’nin inançlı psikiyatristleri tavsiye etmesi, dini kriterlere bağlı olmayan bazı psikiyatrist ve hekimlerin, bu durumdaki insanları rahatlatmak için gayr-i meşru yolları tavsiye edebilmelerinden ötürüdür.[25] Nitekim İslam fıkhında, tıbbî rahatsızlıkları olan insanların sahasının uzmanına gitmeleri gerektiği ve herhangi bir eğitimi ve yeterliliği olmayan insanların sebep olduğu zararlar üzerinde durulmuştur.[26]

Hocaefendi, cinlerden ve habis ruhlardan korunmak için İslami kaynakların referansı istikametinde yapılması gerekenleri anlatmış, en sonunda da Ashab-ı Bedir’in okunmasını tavsiye etmiştir. Bu tavsiyesi hem dini kaynaklara uygundur hem de pek çok tecrübe ile faydası görülmüştür.

 Ne hikmet ise rapor yazarları, Hocaefendi’nin eserlerinde yer alan, cin ve şeytanların şerrinden korunmak için Kur’an ve Sünnet’ten tavsiye edilen pek çok âyet ve hadisi görmezden gelmiş; onun sadece Ashab-ı Bedir’in okunmasını tavsiye ettiğini ileri sürüp bunun da dini kaynaklara uymadığını iddia etmişlerdir.

            e) Ashab-ı Bedir’in okunması

Ehl-i Sünnet çizgisine göre, belâ ve musibetlerden korunmak, lütuf ve ihsanlara mazhar olmak için, salih insanları vesile yaparak Allah’a dua etmek dinin ruhuna uygundur. Hatta matlubdur. Bedir Ashabı da Peygamberimizin ümmetinin en faziletli, en salih insanlarıdır. Bu itibarla onların isimlerini okuyarak Cenab-ı Allah’a teveccüh edip O’ndan bizi cinlerden korumasını istemenin bir mahzuru olmasa gerek. Ayrıca Ashab-ı Bedr’in belâ ve musibetlerden korunmak için okunmasını ilk olarak Hocaefendi söylemiş de değildir. Pek çok İslam âlimi ve maneviyat rehberi, Allah’ın lütuf ve ihsanlarına nâil olmak veya belâ ve musibetlerden korunmak için Bedir Ashabı’na dualarında, evrad u ezkârlarında yer vermişlerdir. Hocaefendi de bir önceki kısımda delilleriyle ortaya konulduğu üzere, cinlerden korunmak için Kur’an ve Sünnet’teki dualara öncelik vermekte, onların okunmasının önemine vurgu yapmakta, bu arada “halis bir niyetle okunursa” Cenab-ı Allah’ın Ashab-ı Bedr’in başkalarının imdadına koşmaya vesile yapacağını da söylemektedir. [27] Nitekim hazırladığı dua mecmuasının sonuna Bedir Ashabı’nın isimlerini koymuştur.

Kur’an’da, Ey iman edenler! Allahtan korkun ve takva dairesinde yaşayın ve Ona yaklaşmaya vesile arayın” (Maide, 5, 35) buyrulmuştur. Âyette bildirilen tevessül genel olup hem şahısları hem de amelleri kapsadığından her ikisini de vesile yaparak Allah’a dua etmek, O’ndan talep etmek matlubdur.[28] Bu konuda hayattakiler ile vefat edenler arasında bir fark yoktur. Hayattakiler ile olacağını, vefat edenlerle olmayacağını söylemek, ruhun fena bulduğunu, bedenden ayrıldıktan sonra cüz’i şeyleri idrak etmesinin söz konusu olmadığını iddia edenlerin görüşüdür ki bu anlayış haşri inkâra kadar gider.[29] Nitekim Diyanet İslam Ansiklopedisi “tevessül” maddesinde de bu husus şu şekilde ifade edilmiştir: Eş‘ariyye, Mâtürîdiyye ve Sûfiyyeye mensup âlimlere göre, ölümlerinden sonra da Allah’ın iyi kullarıyla tevessül edilebilir. Çünkü tevessülle elde edilen sonucu yaratan Allahtır ve sâlih kulun diri veya ölü olması, durumu değiştirmez. İyi kullarla tevessülün sebebi onların Allah nezdindeki dereceleridir.”[30]

Salih insanlar ile tevessül yapılmasının matlup olduğunu bildiren hadisler vardır. Meselâ, Allahım, Senden dua edenler hakkına istiyorum”[31] hadis-i şerifi, hayatta olan ve vefat eden bütün Müslümanları içine alır. Dünden bugüne Müslümanlar salih insanlarla Allah’a teveccüh etmiş onların yüzü suyu hürmetine Allah’tan talepte bulunmuşlardır.[32]

 Ashab-ı Bedir’in fazileti bizzat Peygamber Efendimiz (sas) tarafından bildirilmiştir: Bir gün Allah Resulü’ne Cebrail gelerek şöyle demiştir: Muhammed! Nasıl siz Bedire iştirak edenleri aziz tutuyorsunuz, bugün biz de Bedir Ashabı’nın durumunu alkışlamak için yere inen melekler olarak AshabBediri gökte aziz tutuyoruz.”[33] Peygamberimiz’in (sas); “Ruhun (Cibrîl) ve meleklerin Rabbi olan Allahım!” diye niyaz edip Allah nezdinde yüksek makam sahiplerini zikretmesi de[34] onların vesile edilerek Yüce Mevla’dan istemenin meşruiyetini göstermektedir. Sahih hadislerde ve sahabe uygulamalarında yer aldığı üzere, Peygamberimiz (sas) ve sahabeyle tevessül edilmiştir. Peygamber Efendimiz (sas), gözleri görmeyen bir sahâbîye kendisiyle tevessülde bulunarak Allah’a dua etmesini söylemiştir.[35]

Sahabe, Peygamberimizle (sas), O’nun yakınlarıyla tevessülde bulunarak Allah’a dua ediyor ve duaları kabul görüyordu. Hz. Ömer (ra), Allah Resulü’nün vefatından sonra kuraklığın yaşandığı bir zamanda Peygamberimizin (sas) amcası Hz. Abbas (ra) ile yağmur duasında tevessülde bulunmuş ve yağmur yağmıştır.[36] Nitekim, Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde bu husus şu şekilde ifade edilmiştir: Hadislerde Resûlullah ile tevessülde bulunmanın tavsiye edilmesi ona tâbi olan ve bunu teşvik eden velîler ve sâlihlerle tevessülü de câiz kılar. Hz. Ömerin Abbas ibn Abdülmuttalib ile tevessül etmesi de bu konunun bir delilini teşkil eder (Sübkî, s. 143-144; Kevserî, s. 18). Sâlih amellerle tevessülde bulunmanın meşrû kabul edilmesi bu amelleri yapanlarla tevessülü de meşrû hale getirir. Zira zat asıl, zata ait fiil fer‘îdir, fer‘î ile tevessül câiz ise asılla tevessül de câizdir (Himyerî, s. 43-44, 71-72, 126)

Yine aynı kaynakta dünden bugüne salih insanlarla tevessülde bulunulduğu da gayet net bir şekilde şu şekilde ifade edilmiştir: Müctehid âlimlerin velîlerle tevessülü câiz görüp uyguladığına dair rivayetler, bu fiilin meşruiyetine ilişkin diğer bir delil konumundadır. İmam Şâfiî’nin, Ehl-i beytin yanısıra Ebû Hanîfe ile, Ahmed ibn Hanbelin de Şâfiî ile tevessül ettiğine dair rivayetler, sahih kaynaklarda mevcuttur. Fahreddin er-Râzî, Tâceddin es-Sübkî, Taftâzânî, Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi âlimler bu tevessülü meşrû kabul edenlerden bazılarıdır. Burada velîler, kendilerinden kaynaklanan bir güce sahip kişiler olarak değil, Allah’ın bir sonucu yaratmasının sebebi olarak görülmektedir (Kevserî, s. 3-4; Himyerî, s. 18-19, 265-266, 420-425). Eş‘arî ve Mâtürîdîlerin çoğunluğu bu görüştedir.”[37] Özellikle Fahreddin er-Razi, allame Taftazani, allame Seyyid Şerif Cürcani gibi imamlar, usuli’d-dinde, yani dinin inanç manzumesi ile ilgili konularda, problemlerin, anlaşılması zor konuların çözümünde merci ve rehber kabul edilen otoriterlerdir. Onlar, peygamberler ve salih insanlar ile gerek hayatta iken gerekse de vefatlarından sonra tevessülde bulunmanın caiz olduğunu söylemektedirler. Ümmetin iman, küfür, tevhid, şirk, halis din gibi konularda kendilerine sığındığı bu imamların, insanları şirke, küfre yönlendirdiğini kim iddia edebilir.[38]

Ashab-ı Bedir’in isimleriyle dua ederek korunma, İslam tarihi boyunca pek çok İslam âlimi tarafından tavsiye edilmiş ve bu konuda pek çok eser yazılmış, dua ve zikir kitaplarında Ashab-ı Bedir’in isimleri vesile yapılarak Allah’tan talepte bulunulmuştur. Onların isimlerini zikrederek Allah’tan muhafaza isteyen insanların korunduğuna dair, yaşanmış pek çok olay da zikredilmektedir.[39] Mesela, Ziyaüddin Gümüşhanevî Hazretleri’nin, Mecmuatü’l-Ahzab adlı eserinde, Abdullatif eş-Şami’nin tertip ettiği Ashab-ı Bedr’in isimleri sayılmış ve bu isimler vesile edilerek her türlü belâ ve musibetten korunmak için Allah’a dua edilmiş ve şöyle denilmiştir: Sizler, hidayet rehberleri, şerefli önderlersiniz. Sizler, doğru yolu bulmada yıldızlarsınız. Sizler, düşmanlara karşı atılan mermilersiniz. Sizler, zifirî karanlıkların lambalarısınız. Sizler, boğulup helâk olmak üzere olan her insanın imdadına yetişip onları kurtarıcılarsınız.”[40]

Nakşibendî Tarikatı, Hâlidiye kolunun kurucusu Hâlid-i Bağdadî’nin, Câliyetü’l-ekdar ve’s-seyfü’l-bettar fi’s-salati ale’l-Muhtar isimli eserinde de Bedir Ashabı’nın isimleri tek tek sayılarak sonunda onlar vesilesiyle Yüce Mevlâ’dan her türlü belâ ve musibetten korunma talep edilmektedir.[41]

Ayrıca Şehâbeddin Ahmed ibn Âmir es-Sa‘dî el-Hadramî’nin, Şerhu’s-sadr fî esmâi ehli Bedr; Şehâbeddin Ahmed el-Menînî’nin, Şerhu’s-sadr bi-şerhi urcûzeti istinzâli’n-nasr bi’t-tevessül li-ehli Bedr; Murtazâ ez-Zebîdî’nin, Şerhu’s-sadr fî şerhi esmâi ehli Bedr gibi eserleri bu konuda örnek gösterilebilir. İsimlerinden de anlaşılacağı üzere eserlerde, Bedir Ashabı’nın isimleri vesile edilerek yardım istenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, şehitlerin farklı bir boyutta diğer vefat edenlerin üstünde bir hayat yaşadıklarına dikkat çektikten sonra şehidlerin efendisi olan Hz. Hamza’nın (ra) pek çok kere kendisine iltica edenleri koruduğu ve dünyevi işlerini gördüğünü ve gördürdüğünü açıkça ifade etmektedir.[42] Buraya kadar delilleriyle ortaya koyduğumuz üzere, cinlerin şerrinden korunmak için Bedir Ashabı’nı vesile kılarak, onların isimlerini okuyarak Allah’a dua etmenin bir mahzuru söz konusu değildir. Hatta her türlü belâ ve musibetten korunmak için onların vesile kılınarak dua edilmesi teşvik edilmiştir. Bu itibarla Hocaefendi’nin, cinlerin zararlarından korunmak için âyet ve hadislerde bildirilen duaların yanında Ashab-ı Bedir’i zikretmesinin mahzurlu görülmesi ilmî bir temele dayanmadığı gibi, dünden bugüne pek çok İslam aliminin ve maneviyat rehberinin uygulamasına da zıttır. Rapor yazarları hep yaptıkları gibi Hocaefendi’yi itham edebileme adına Ehl-i Sünnet geleneğini karşılarına almış, kendi kaynaklarına bile bakma lüzumu hissetmemişlerdir.


[1] Diyanet İşleri Başkanlığı, Rapor, s. 129.

[2] Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’an, 3: 355; Râzî, Mefâtihü’l-gayb, 1: 148.

[3] Taberânî, el-Mucemul-kebîr, No: 5314; Hâkim, el-stedrek, 2: 674.

[4] Tirmizî, mevâkît 141; İbn Mâce, mesâcid 4.

[5] Gülen, Varlığın Metafizik Boyutu, s. 300.

[6] Gülen, Varlığın Metafizik Boyutu, s. 307.

[7] Gülen, İkindi Yağmurları, s. 57.

[8] Gülen, Varlığın Metafizik Boyutu, s. 304.

[9] Gülen, İnancın Gölgesinde, s. 186-194; Gülen, Varlığın Metafizik Boyutu, s. 300-310.

[10] Gülen, İnancın Gölgesinde, 1: 189-190.

[11] Tirmizî, tıp 2; İbn Mâce, tıp 1; Ebû Dâvûd, tıp 1: 11.

[12] Gülen, İnancın Gölgesinde, 1: 188

[13] Fussilet, 41: 36.

[14] Gülen, Varlığın Metafizik Boyutu, s. 301.

[15] Buhârî, vekâlet 10; Tirmizî, sevabü’l-Kur’ân 3

[16] Gülen, Prizma, 2: 118; Yenilenme Cehdi, s. 202.

[17] Gülen, İnancın Gölgesinde, 1: 193.

[18] A’raf, 7: 27.

[19] Gülen, Ümit Burcu, s. 139.

[20] Gülen, Varlığın Metafizik Boyutu, s. 301-302.

[21] Gülen, Mecmuatü’l-ed’iyyeti’l-me’sure, s. 165-172.

[22] Ahmed ibn Hanbel, el-Müsned,  4: 171-172; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 5: 275.

[23] Gülen, İnancın Gölgesinde, 1: 192.

[24] Gülen, İnancın Gölgesinde, 1: 192.

[25] Gülen, İnancın Gölgesinde, 1: 192.

[26] el-Mevsûatu’l-fıkhiyyetü’l-Küveytiyye, 12: 139.

[27] https://fgulen.com/tr/hayati-tr/hayatindan-kesitler/fgulen-com-Kamplar-Gelecegin-Dunyasi

[28] Zahid Kevserî, Makâlât, “Mahku’t-takavvul fi meselet-i tevessül”, Kahire: Mektebetü’t-tevfikiyye, ts., s. 347.

[29] Kevserî, Makâlât, s. 340.

[30] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Yusuf Şevki Yavuz, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2008, “Tevessül” maddesi.

[31] İbn Mâce, mesâcid 14; Ahmed ibn Hanbel, el-Müsned, 3: 21.

[32] Kevserî, Makâlât, s. 341

[33] Buhârî, meğâzî 11.

[34] Müslim, salât, 223; Ebû Dâvûd, salât, 147. 

[35] Tirmizî, deʿavât 119; Müslim, salât, 11.

[36] Buhârî, istiska, 3; fezailü ashabin-nebi, 11.

[37] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Tevessül” maddesi.

[38] Kevserî, Makâlât, s. 343; Hımyerî, İsa ibn Abdullah, et-Teemmül fi hakikati’t-tevessül, el-mektebetü’t-tahassusiyeti lirredi ale’l-vehhabiye, 2007, s. 468.

[39] Bikâî, Abdullatif, Ehl-i Bedr, Beyrut: Dar-ı Lübnan, 1989, s. 28-36.

[40] Gümüşhanevî, Mecmûatü’l-ahzab, s. 58.

[41] Gülen, Kulûbu’d-dâria, s. 594-595.

[42] Nursî, Mektubat, 1. Mektup, 1. Sual.

Yazar :

Tarih :

Etiketler :

Paylas :